Sokaktaki insanın ahlaksızlığından dert yanar olduk, 
Çiftçinin ürettiği ürüne hile karıştırdığından, ilaçlar katarak hormonlu gıda ürettiğinden dert yanar olduk. Yağmur az yağdı da fiyatlar fırladı, bu sene kurak geçti de fiyatlara zam yapmak zorunda kaldık derken bile kendi içimizde çelişir olduk.
Manava gelir, manavdan şikâyet eder, çiftçiyi sömürdüklerinden dolayı dem vurur, çiftçi, sebze meyveyi yetiştirirken çok emek verdiklerini ama parayı manavlar kazanır diye dert yanar olduk. Manav, aracıların bu işten para kazandıklarından bahseder, kabzımalların emek olmadan kendilerinden daha çok para kazandığından dert yanar olduk.
Öğretmen, çocukların artık derslere eskisi gibi ilgi göstermediklerinden, öğrencilerin saygısız olduklarından, terbiyenin kalmadığından dem vurur, oysa kendilerinin öğretmeni gördükleri zaman sokak değiştirdiklerinden bahsederken nostalji yapmaktan geri kalmaz olduk.  
Öğrenciler, öğretmenlerin eski öğretmenler gibi olmadıklarından, öğretmenler de öğrencilerin eski öğrenciler gibi olmadığından dem vurur olduk. Şimdiki öğrenciler çok zeki ama münazara yetenekleri olmadığından bahseder, bildim bileli velilerin çocuklarının eğitimine ilgi göstermediklerinden şikâyet eder olduk.
Baba evladından, evladı babasından; anne babadan, babaannesinden şikâyet eder olduk. Ebeveynler çocuklarının ders çalışmamasından, çocukları ebeveynlerinin kendilerine sürekli nasihat etmesinden şikâyet eder olduk. Kardeşler, kardeş sayısının çok olmasından; evdeki tek çocuk, tek çocuk olmasından şikâyetçi.
İmam cemaatinden, cemaat imamdan; amir memurundan memur amirinden şikâyetçi. Oysa şikâyet edenler şikâyet ettiklerinin yerine geçince değişen bir şey olmuyor şikâyetler devam ediyor. Yani herkes herkesten şikâyetçi. Yalancı sarmalının içerisinden bir türlü kurtulamıyoruz. Şikâyetlerimizi ve çözümsüzlüklerimizi hep başkasına yükler olduk. Sorumluluktan ve sorumlu olduklarımızdan kaçar olduk. Belki de kendimizi rahatlatmak adına yaptık tüm bunları. Ama bu şikâyet ettiklerimizi ve sorumluluklarımız karşısında biz ne yaptık ve bu konuda vebalimiz var mıdır muhasebesini hiç ama hiç yapmadık.
İşte size bir hikaye;
Bir adam ve oğlu yüksek kayaların olduğu yerde yürüyorlarmış. Birden çocuk ayağı takılıp düşüyor ve canı yanıp "AHHHHH" diye bağırır.
İleride bir dağın tepesinden "AHHHHH" diye bir ses duyar ve şaşırır.
Merak eder ve sesin geldiği tarafa dönerek,
- Sen kimsin? diye bağırıyor. Aldığı cevap "Sen kimsin?'" olur.
Aldığı cevaba kızan çocuk,
 -'Sen bir korkaksın! diye tekrar bağırır. Dağdan gelen ses "Sen bir korkaksın!' diye aynı cümle ile cevap verir.
Çocuk babasına dönüp,
- 'Baba ne oluyor böyle?' diye soruyor.
- Oğlum, Dinle ve öğren! der ve dağa dönüp ''Sana hayranım!'' diye bağırır. Gelen cevap ''Sana hayranım!'' olur. 
Baba tekrar bağırır, ''Sen muhteşemsin!''
Gelen cevap; ''Sen muhteşemsin!'. Çocuk çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamaz. Babası çocuğuna bunun açıklamasını yapar:
- İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu hayattır. Hayat, daima sana, senin verdiklerini geri verir. Hayat, yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istiyorsan daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan, insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan, sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural, hayatımızın bir parçasıdır ve her zaman geçerlidir.''
Hayatın ta kendisidir bu aslında. Yaptıklarınız sizin eseriniz olarak karşınıza çıkar. Herkes hayattan şikâyet eder. Şartlardan şikâyetçi olur, insanlardan şikâyetçi olur, esnaftan şikâyetçi olur öğretmeninden şikâyetçi olur... Sanki her tarafı dert yumağı olmuştur. Oysa hiç kimse ne yaptığına bakmaz. Bilmez ki şikâyet ettiği şey aslında ta kendisidir.
Hayat bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır. Unutmayalım ki şikâyet ettiklerimiz yaptıklarımızın sonucudur. Bu sonuç bizi sorumluluktan kurtarmadığı gibi vebal altında bırakmaktadır.
Muhabbeti, hemhal olmayı, saygı duymayı, birbirimizi anlamanın değerini... 
Hayatın hengâmesine, hayatın ta kendisini kurban ettik.
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…