Çorum İmam-Hatip Okulu'nda öğrenciliğe başladığım yıllarda orta kısmı bitirenler imam olarak atanabiliyordu. Lise kısmını bitirenler ise müftü ve vaiz olarak görev alabiliyorlardı. Öğretmen Okulu bitirme sınavlarına girerek ilkokul öğretmenliğine geçenler de vardı.
Sonra parasız yatılı sınavları başladı. Bu sınavı kazananlar, parasız yatılı olarak eğitim-öğretime devam edeceklerdi. Bitirenler ise mecburi hizmet gereği imam-hatip olarak atanacaklardı. Bu sayede pek çok arkadaşımız bitirir bitirmez atandılar. Ancak arkadaşımız Talip'in durumu farklıydı.
Onun Kur'an-ı Kerim tilaveti zayıftı. Düzgün okuyamıyor ve ezber yapamıyordu. Çok çabalamasına rağmen bir türlü başaramıyordu. Ama son sınıfta tolerans yoktu. Mezun olanların mutlaka imam olarak atanacaklarını bildikleri için hocalarımız oldukça titiz davranıyorlardı. Talip, son sınıfta sadece Kuran-ı Kerim dersinden bütünlemeye kaldı. Pek çok hocamız, onun için ricacı oldu. Ama komisyondaki hocalarımızdan bir cevap alamadılar. Ben de öğrenci olmama rağmen hocalarımıza durumu anlattım.
-Bu arkadaşımız imam olamayacağını biliyor. Asla böyle bir görev almayacağına dair bize söz veriyor. Mezun olursa müftülüklerde katiplik gibi büro görevi alabilir…
Sonunda hocalarımızı ikna ettik. Talip mezun oldu. Yatılı olduğu için Diyanet İşleri Başkanlığı'na gidip halini arzetti. Onlar, çok farklı cevap vermişler:
-Biz, senin gibi genç, dinamik elemanlar arıyoruz. Bu görevden kaçamazsın. Seni Edirne'nin Ezine ilçesindeki bir camiye tayin ediyorum. Derhal göreve başla.
-Efendim, beni müftülükte katiplik, hizmetli gibi görevlere verin. Ne olur beni imam olarak atamayın. Yapamam.
Ne söylediyse söz kar etmiyor. O dönemde İmam Hatip Okulu mezunu bulmak çok zor. Diyanet İşleri Başkanlığı da bunu değerlendiriyor.
Çaresiz kalan Talip, Edirne'nin Ezine ilçesine varıyor. Tayin edildiği camiyi buluyor. Bakıyor ki ilçenin en büyük camisi.
Kendisini hiç tanıtmadan camide akşam ve yatsı namazlarını kılıyor. Bir otele yerleşiyor. Sabah namazındaki vaziyete bakıyor. Cami cemaati kalabalık müezzinlerin sesi, sedası gayet iyi. Burada görev yapacak gibi değil. Ama yine de görevlilerle tanışıyor. Öğle ve ikindi namazını kıldırdıktan sonra otobüse binip Ankara'ya gidiyor.
Durumu anlatıyor. İmamlık yapamayacağını bu defa ısrarla söylüyor. Bu yüzden yatılı paralarını mahkemeye verip alabilirsiniz, ama bunun hiçbir çaresi yok mu diyor. Diyanettekiler de var ama bilmem ne dersin diyorlar.
-Kars'ın Aralık ilçesinde müftülük katipliği kadrosu var. İstersen oraya verelim.
-Nere olursa olsun, giderim.
Bu söz üzerine atama gerçekleşiyor. Talip, Kars'ın Aralık ilçesine tayin oluyor. Yıl 1969.
Talip, ilçede müftülüğe varınca Müftü Efendi, çok memnun oluyor.
-Hoş geldin evladım. Ben, yetmiş yaşını aşgın vaziyette makam boş kalmasın diye yıllardır buradayım. Bir genç gelse de ben de emekli olsam diyordum. Sen geldin ya artık bana ihtiyaç kalmadı, diyor.
Müftü Efendi, yeni katibin göreve ve ilçeye alışması için üç ay daha göreve devam ediyor. Ondan sonra emekliye ayrılıyor. Yerine müftü gelmesi imkansız. Zira yeni müftü bulmak çok zor. Bu durumda ilçeye yeni müftü atanıncaya kadar Talip Hoca, artık müftü vekili. Hem katipliği yürütecek hem de müftünün yaptığı hizmetleri yapacaktır.
Talip, yapabileceği hiçbir görevden geri durmaz. Hem resmi yazışmaları yapar hem de müftülük makamında hizmet verir. İki odadan ibaret olan ahşap binaya özellikle yaşlılar, fetva danışmaya gelirler. Talip, masasından Ömer Nasuhi Bilmen'in "Büyük İslam İlmihali" adlı kitabı hiç eksik etmez. Sorulara genellikle oradan cevap verir. Bir gün bir kişi gelir;
-Namazdayken şöyle bir hal vaki oldu. Benim namazım bozuldu mu bozulmadı mı? diye sorar. 
Müftü vekilimiz, ilmihal kitabını açar, cevabı okur.
-Bu duruma göre namazın sahihtir, der.
Vatandaş:
-Ama ben Şafii'yim Senin dediğin Hanefi'ye göre diye cevap verir.
Sayın müftü vekilimiz, ne diyeceğini bilemez:
-Burada Şafii de mi var?
-Var ya… İlçenin neredeyse yarısı Şafii'dir.
Hoca Efendi, derhal bir Şafii ilmihali bulmalı. Gelen Şafii ise oradan cevap vermeli. Ankara'ya giden bir imama sipariş vererek Şafii ilmihali getirtir. Gelenlere Hanefi olup olmadığını sorar. Değilse Şafii ilmihalinden cevap verir.
Bir müddet böyle idare eder. Ama bir gün bir vatandaş gelir. Bir konuda bilgi almak ister. Hanefi olmadığını anlayınca Şafii ilmihalinden cevap verir. Fakat vatandan hala cevap aramaktadır.
-Hocam, siz beni Şafii sandınız. Ama ben Caferiyim. Bizim fıkhımız ayrı. Kendi fıkhımıza göre ibadet ediyoruz. Onun için bu cevaplar bana uymuyor, demesi üzerine sadece ilmihal kitaplarıyla müftülük yapılamayacağına kesin kanaat getiriyor.
Diyanetteki görevi bir buçuk yıl geçmiş. Talip Hoca, kurum değiştirmekte kararlıdır. O sırada askerlik görevi geldiği için izinli olarak görevden ayrılır. Askerliğin bitiminde başka bir kurumda memurluğa geçerek manevi sorumluluğu ve vebali çok olan bu görevinden ayrılmış olur.
İmamlığın manevi sorumluluğunun bilincinde olan arkadaşımı bir daha tebrik ediyorum.