1987 yılında Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla Mısır'a gitmiştik. Orada plansız programsız bir halde kendi başımıza kaldık. Bu durumda boş durmaktansa bir şeyler yapalım dedik. Mısır'da okutulan Arapça ve tarih ders kitaplarını incelemeye başladık. İlk anda sadece dil geliştirme amacıyla inceliyorduk. Bu esnada incelediğimiz kitaplarda Türklere ve Türk tarihine hakarete varan sözlere rastladık.
Mısır'ı fetheden Osmanlı Devleti'nin emperyalist olduğu, Mısır'ın kaynaklarının asırlarca sömürüldüğü anlatılıyordu. Türkler, asık suratlı, sert mizaçlı ve pala bıyıklı insanlar olarak tasvir ediliyordu. Buna karşılık İngilizler övülüyor ve Türkler'in elinden Mısır'ı kurtarıp özgürlük verdikleri anlatılıyordu. Bu düşünce, elbette İngiliz kültür empeyalizmin izlerini taşıyordu. Hem de ilkokuldan lise son sınıfa kadar tüm tarih kitaplarında sürekli tekrar ediliyordu.
Biz, Osmanlı Devleti'nin fethettiği ülkelere yine kendi içlerinden bir vali atayarak oralara huzur ve barış götürdüğünü, oraların kaynaklarını sömürmek bir yana, yetmeyen yerlerine İstanbul'dan kaynak aktardığını, hanlar, hamamlar, camiler, kervansaraylarla oralara Osmanlı'nın mührünü vurduğunu biliyorduk. Bunu üniversitedeki öğrencilere de anlatmaya çalışıyorduk.
Bu duygu ve düşünceler Mısır'daki ders kitaplarını incelemeyi, hataları tespit etmeyi sürdürdük. Tespitlerimizi de Kahire'de ki büyükelçiliğimize bildirmeye karar verdik.
Büyükelçiliğimize vardığımızda konuyu kültür ateşemize anlatabileceğimiz söylendi. Randevu alıp yanına girdik. İncelemelerimizi ve tespitlerimizi kendilerine arz ettik. Başbakanımız Sayın Turgut Özal'ın Mısır'a ziyaretlerinden bir ay kadar önceydi. Biz, arzu ederseniz bu raporumuzu size sunalım, siz de Sayın Özal'a iletirsiniz, dedik. Belki ikili müzakerelerde ele alınır da bu tür yanlışların ders kitaplarından çıkartılması dile getirilebilir diye düşündük.
Hiçbir art niyet taşımadan sırf vatanperverlik duygularıyla yaptığımız bu çalışma ve teklif sayın kültür ateşemizi küplere bindirdi. "Bu iş böyle olmaz. Önce gündem belirlenir. Uzun hazırlıklar yapılır. Dosyalar hazırlanır. Heyetler, bunlar üzerinde çalışır. Müzakerelerde ele alınacak konular iyice tespit edilir…" falan diyebilirdi. O, direkt tehditler savurmaya başladı.
Vatandaşlara tepeden bakan, hiçbir öneriye açık olmayan, aldıkları binlerce dolar aylıklarla bulundukları ülkede zevk-ü sefa içinde vakit geçiren böylesi bürokratlar, üzülerek belirtelim ki o dönemlerde dış temsilciliklerimizde bizi temsil ettiklerini söylüyorlardı.
Bizim oralara "Müslüman Kardeşler" yani "İhvan-i Müslimin" teşkilatıyla işbirliği yapmak için geldiğimizi, büyük elçilik olarak her hareketimizi takip ettiklerini, bir açığımızı bulur bulmaz sınır dışı edileceğimizi söyleyerek iftira ve tehditlerini artırdı. Sonundan huzurundan bizleri kovdu.
Bizler, samimi düşüncelerle ve önerilerle gitmiştik. Düşüncelerimizin içtenlikle değerlendirileceğini umuyorduk. Fikir ve gayretlerimizin takdirle karşılanacağını bekliyorduk.
Aslında onlar, vatandaşlarını potansiyel suçlu gibi görmek yerine onları memleket hayrına işler yapmaya yönlendirebilirlerdi. Onlara boşuna "Monşör" denilmediğini yakından görmüş olduk.
O zaman dış tanıtımın önemini daha iyi kavradık. Ama doğru kadrolarla, ilkeli ve donanımlı insanlarla…