Hoşgörü ve müsamaha, farklılıklara karşı tahammül etme, anlayış gösterme, kusurları görmeme veya bağışlama anlamlarına gelen bir ahlak kavramı olarak, bireysel ve toplumsal bir düzeyde önem verilmesi gereken bir davranıştır. 

Peygamberimizin hayatına baktığımız zaman, bu hususta, bizlere izlememiz gereken metodun yolunu gösterici, zengin örneklerle dolu olduğunu görürüz. Yüce Rabbimizde "And olsun ki Resulullah'ın hayatında Allah'a ve ahiret gününe iman edenler ve Allah'ı çok ananlar için çok güzel örnekler vardır." (Ahzap 21) buyurmuştur.

Peygamberimiz, Medine'de kendisiyle görüşmeye gelen Necran'lı Hıristiyan bir heyeti ağırlarken, ziyaretçilerin geleneğine göre ibadet etmek istemeleri üzerine, bir süre dışarı çıkarak ibadetlerini yapmaları için mescidi tamamen onlara bırakmıştır. Peygamberimizin güler yüzünden, huzur veren tabiatından, nezaketinden, müsamahasından ve insanlara olan sevgisinden haberdar olmayan bazı çevreler, İslam'ı ve Müslümanlığı katı, hoşgörüden yoksun ve şiddet yanlısı gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

Hoşgörüsüzlük sadece farklı inanç gurupları ve farklı düşünceye sahip olan insanlar arasında değil, aynı düşünce ve inanç grupları arasında da ayrılık ve sorunlara neden olabilmektedir. Sorunları çözmek ise bilgi ve maharet işidir. Herhangi bir konuda yüzde yüz haklı olsak bile, gerginliklere ve çatışmaya başvurmadan uzlaşma yollarını arayarak, hoş görüyle, inanç değerlerinden taviz vermeden, ortak bir noktada bir anlaşmaya varmak en isabetli yoldur. Kavga ve gerginliklerin hiç kimseye bir faydası olmaz. Tam tersine her iki tarafta zarar görür.

Yüce Rabbimiz "İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse seninle sanki candan bir dost olur." (Fussilet 34). "Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillere aldırış etme." (Araf 199) buyurur. Mekke'nin feth edildiği gün, Müslümanlara her türlü eza ve kötülük yapan müşriklerin elebaşları yakalanarak getirilir. Peygamberimiz onlara sorar. Şuanda ne yapmamı bekliyorsunuz. Onlar boyunlarımızı vurdurmanı bekliyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz ise "Hz. Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi, bugün size geçmişte bize reva gördüklerinizden dolayı herhangi bir ceza veya kınama yoktur. Hepinizi affettim" buyurmuştur. Yine peygamberimiz İslam'a davet için gittiği Taif'te, çocuklara taşlattırılmış, geçtiği yollara dikenler dökülmüştü. Çok bunalmasına rağmen "Rabbim kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında aciz düşürüldüğümü yalnız sana arz ederim. Allah'ım onlar bilemediler, anlayamadılar, eğer bilse ve anlasalardı böyle davranmazlardı. Bana yaptıklarından dolayı onları cezalandırma, onlara hidayet nasip eyle" diye dua etmiştir.
Kibirlenmenin, büyüklük taslamanın zıttı olan tevazu ise; Allah'ın (c.c) Kur'an-da ön gördüğü, peygamberimizin yaşayışı ile örnek olduğu, insanların beğendiği bir özelliktir. Enaniyet ve kibir müslüman da olmaması gereken ve tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır. İnsanların, ihtiyaç sahibi olan yoksullarla, yaşlılarla ve çocuklarla ilgilenmesi, sıkıntılarını gidermesi, hal ve hatırlarını sorması tevazu örneklerindendir. İnsanlar hiçbir zaman Allah'ın emirlerini ve peygamberimizin tavsiyelerini unutmamalıdır. Peygamberimiz veda hutbesinde "Ey insanlar Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem ise topraktandır. Bir ırkın diğerine üstünlüğü yoktur. Sizin en üstününüz en çok takva (mütevazı ve Allah katında değerli) olanınızdır." Buyurmuştur.
Dinimiz tevazua büyük önem vermiştir. Bir gün peygamberimizin huzuruna gelen ve korkudan titreyen birisine "Kardeşim sakin ol, ben bir kral değil, sizin gibi bir insanım." Diyerek teskin etmiştir. Tevazu sahibi insanlar kendilerinden aşağıda olan kimselere küçük muamelesi yapmaz, onları hor ve hakir görmezler. Yüce Rabbimiz "Siz nefislerinizi övmeyin, kimin muttaki olduğunu Allah daha iyi bilir." (Necm32) buyurmuştur.

Peygamberimiz. "Muhakkak Allah bana sizin mütevazı olmanızı vahy etti" (Riyazu's Salihin II.37). "Her kim Allah için mütevazı olursa Allah muhakkak onun derecesini yükseltir." (Tirmizi, 1Birr.82) 
Sultan Ahmet, Aziz Mahmut Hüdai'yi çok sevdiği ve bir hediye vererek, kabul etmesi durumunda kedisini çok mutlu edeceğini bildirir. Aziz Mahmut Hüdai hediye kabul etmediğini ve bunun kendisine karşı bir tavır olmadığını ifade ederek kabul etmez. Sultan Ahmet, Hüdai'nin kabul etmediği o hediyeyi, devrin manevi önderlerinden, Abdülmecit Sivasi'ye gönderir ve Sivasi hediyeyi kabul eder. Sivasi'ye, padişahın aynı hediyeyi Aziz Mahmut Hüdai'ye sunduğu ama kabul etmediği hatırlatılınca; Sivasi, gerçek büyüklere yakışır bir tutum ortaya koyarak "Hüdai Hz.leri bir karga değildir ki leşi kabul etsin " der. 

Aziz Mahmut Hüdai'ye de "Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi, Abdülmecit Sivasi kabul etti" dediklerinde, bir tasavvuf önderine yaraşır bir şekilde; "Onun için hiç bir sakıncası yoktur. Çünkü o öyle büyük bir umman (okyanus)dır ki, bir parçacık çamurun kendisini bulandırmayacağını bilir." Diyerek onu taltif etmiştir. 

Kutsallarımıza küfredenlere karşı müsamahalı olmamızda beklenemez. Kur'an-ı Kerim'de Müslümanların vasıfları sayılırken "Mü'minler iyiliği emreder, kötülükten men ederler, hayırlı işlerde yarışırlar" (Al-i İmran 114) "Onlar düşmana karşı çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler" (Feth29).      

                                   Menfaat ve çıkar birlikteliğine dayanmayan, samimi olarak, sırf Allah rızası için kurulan ve oluşan kardeşlik ve dostluklar ise uzun vadeli olarak ölünceye kadar devam eder.