Anlattığına göre altı yıl askerlik yapmıştı. Acemi birliğinde yediği dayakların haddi hesabının olmadığını, hele altı parmaklı olduğunu söylediği eğitim çavuşu Ömer'den yediği dayağı anlatırken gözünden öfke saçılırdı. Babamı döven altı parmaklı Õmer'e içten içe biz de öfke duyardık. Bu dayakları saymazsak askerliğe doyamadığını övüne övüne anlatırdı.
Acılar içinde geçen gençlik yıllarından sonra, askere gitmiş, Bayburt'ta askerlik yapmıştı. Askerliğin katı disiplinine rağmen anılarında altı yıl yaptığı askerliği ballandıra ballandıra anlatır ve doyamadığını söylerdi. 
***
Bayburt'ta Maden nahiyesinde karakolda askerliğe devam ediyordu. Karakol komutanı onu çok seviyordu, o da komutanını...
Komutanı sürekli teskere bırakmasını, bundan sonraki hayatına asker olarak devam etmesini istiyordu. O da istiyordu ama sıla hasreti ile askerlik arasında bir türlü tercih yapamıyordu.
Jandarmaydı, köylere atı ile göreve çıkıyordu. Atın üzerinde köylere girdiğinde bir
Paşa edasıyla atını tırısa alır, köyün içinden insanların hayran bakışları arasında kasıla, kasıla geçerdi. Kolay mıydı yokluk ve yoksullukla geçen, adam yerine konulmamış, aşağılanmış, horlanmış, yetim büyümüş olan birisinin, insanlarda korkuyla karışık saygı görmesi... Köylülerin, karşısında hazır ola geçip, saygı göstermesi, elindeki avucundakini ikram etmesi… 
Kendisi de farkındaydı yaşamın da ki bu değişikliğin. Özgüveni gelişmiş, hayata bakışı değişmişti. 
Köyündeki yaşamını düşünüyordu zaman zaman. Yokluk içinde geçen çocukluk ve ilk gençlik günleri, gözünün önüne geliyor özlem duyuyordu doğduğu topraklara…
Ne de olsa doğduğu topraklardı. Yaşadığı acılara rağmen yüreğine söz geçiremiyor, sıla hasreti bir köz gibi yakıyordu içini. 
Ama yoksul ve geleceği olmayan yaşantısı gözünün önüne geldiğinde ise, isteksizce o günlere yeniden dönmek istemiyordu.
Bir gün komutanı,
- "Ali" dedi.
- "Emret Komutanım."
- "Ali, seni bu köyden everelim."
Hafifçe boynunu büktü, ne diyebilirdi ki komutanına.
"Bak Ali, dul bir kadın var. Adı Hanım Pullu, Gökçepınar köyünden, ben ailecek onları tanırım. Çok temiz bir ailedir. Seni de severim bilirsin. Bu Hanım Pullu'nun, helal süt emmiş dört kızı var. İstersen sana birisini alalım. Ne dersin?"
Açıktan 'he' demedi. Ama içinde bir şeylerin alevlendiğini hissetti. Yüreği atmaya, kızarmaya, terlemeye başladı. Hafif korku ve heyecanla…
- "Bilmem ki komutanım" dedi.
- "Bilmeyecek ne var Ali. Seni burada Pullu'nun kızlarından birisiyle evlendiririz. Sonra da teskere bırakırsın çoluk-çocuğa karışırsın."
Birden içi boşaldı. Askerliği çok seviyordu beş yıldır askerdi ama askerliği bir meslek olarak hiç düşünmemişti. 
Ya o güzelim memleketi Çorum'a, köyü Kuşsaray'a dönemezse… Acılarını, sevinçlerini, yokluklarını paylaştığı toprakları bir daha göremezse… 
Akrabalarını, can arkadaşlarını, Gımıt'ı, Tıhmanın Memet'i Çöpbahasanın Hüsüğü, Kazımın Satoyu, Fidanı, Neciye'nin Sülüğü, Gamaşı, Karadıa'yı diğerlerini nasıl görecekti bir daha. Birden bütün çocukluğu ve gençlik yıllarındaki köy yaşantısı gözünün önünden geçti. Yokluklar ve acılar içinde geçen o yılların acısını unutamıyordu, ama yine de içten bir sevdayla özlüyordu arkadaşlarını ve köyünü.
"Bir düşüneyim komutanım dedi."
Komutan:
- "Kızların taliplisi çok. Gel kaçırma bu fırsatı, sonra bana dua edersin kızlar her an gidebilir."
- "Ben en kısa zamanda size haber veririm komutanım." dedi.
Topuk selamını çaktı, nizami bir dönüş yapıp odadan çıktı.
Dışarıda hafif tatlı bir rüzgâr esiyordu. Derin bir nefes alıp, ciğerlerini doldurdu. Bunu bir kaç kez yapıp rahatlamaya çalıştı. Bir süre karakolun çevresinde amaçsızca dolaştı. Yürüdü atını bağladığı yerden çözüp ağıla bağladı. 
Önüne yemini koydu. Çıktı koğuşa çift katlı ranzasının alt katına uzandı. Hafifçe gözlerini yumdu. Buralarda kalabilme ihtimali bilinçaltına yer ettiği için olsa gerek, Kuşsaray'ın dik tepesi, evi, babasının mezarı, akrabaları, arkadaşları, oynadığı oyunlar, düğünlerde çaldığı klarnet mutlu ve mutsuz günleri sağanak sağanak gözlerinin önüne geliyor, beyninin içini kemiriyordu. 
Evlenmek çoluk çocuğa karışmak, bir karısının olması, üstünü başını yıkaması, yemekler yapıp akşamüzeri evinin penceresinden yolunu beklemesi, çocuklarının olması baba, babam geliyor diye kendisine koşmasını ne çok isterdi. Ama bu duyguları hiç yaşamayacağını düşünüyordu. 
Bu dünyaya acı çekmek için geldiğine inanıyordu. Yoksa daha üç yaşındayken babası onu bırakır da gider miydi? Ne yapsa evlenmeye hazır hissetmiyordu kendisini. 
Birçok düğünde klarnetiyle güvey oynatmıştı ama bir gün kendisinin de güvey olacağı hiç aklına gelmemişti. Günlerce sabahlara kadar gözüne uyku girmedi. Karar veremiyordu. Tam kararını verecekken içinden coşup gelen tarifsiz, anlaşılmaz bir duygu hayır diyordu. Sen kim evlenmek kim.
İçinden gelen karşı koyamadığı bu sese isyan etmek istiyor, sus yeter artık diye bağırmaya çalışıyor, fakat bir türlü beceremiyordu alçak, iğrenç, kötü sese. Sonrasında halsiz yorgun bir şekilde uykuya dalıyordu.
Artık iyiden iyiye çökmüş, içindeki savaşın galibi ortaya çıkmamıştı. Karakol komutanı Ali'nin bu halini görüyor, ancak bir anlam veremiyordu.
Bir gün,
- "Ali sende bir şey var. Ne oluyor?
- "Yok. Yok komutanım bir şey."
- "Hayır hayır sende bir şeyler var, bir derdin var senin."
- "Vallahi yok komutanım."
Komutan sertçe,
- "Derdini söyle Ali? Derdini söylemeyen derman bulamaz."
Komutanın sert çıkışı işe yaramıştı. Küçüklüğünden beri, dayaktan, itaat emreden seslerden hep korkardı. Bu yüzden hemen çözüldü.
- "Şey komutanım. Evlenme meselesi var ya.."
- "Eee ne olmuş?"
- "Ben karar veremiyorum korkuyorum."
Komutan uzun bir kahkaha attı.
- "Oğlum Ali, bunda korkacak ne var. Sen niye korkuyorsun, bırak Pullu'nun kızları korksun senin gibi babayiğitten."
Titrek bir sesle…
- "Öyle korku değil komutanım."
- "Ya neden korkuyorsun."
- "Ben, ben memleketime dönemem, sıla hasreti beni bitirir diye korkarım komutanım."
-    "Neden oğlum, izinlerini memleketinde geçirirsin olur biter. Ne var bunda korkacak. Bak, benim de memleketim Adana ama yıllardır buradayım. Sonuçta vatanı bekliyoruz, her yer bizim için vatan toprağı ve kutsal görev yeridir. Hem doğduğun yer değil, doyduğun yer demişler. Hadi kararını ver artık."
- "Komutanım korkum o değil. Ben evliliği, evlenmeyi, çoluk çocuğa karışmayı hiç düşünmemiştim de..."
Komutan kızdı. Kaşlarını çatıp, tekrar o sert emir veren ifadesi ile bağırarak konuşmaya başladı.
- "Tamam yeter artık. Yarın akşama hazırlan, yeni elbiselerini giy. Pullu'nun kızını istemeye gidiyoruz."
- "Ama komutanım…"
Bir daha ve bu kez daha sert ses, Ali'yi kendine getirdi..
- "Yeter! Aması maması yok. Yarın akşama hazırlan dedim. Çık dışarı."
Topuk selamını çaktı, döndü dışarı çıktı, kapıyı ses çıkarmadan kapattı. Elleri titriyor, boğazı kuruyor, yine ter basıyordu. Ne yapacaktı şimdi. Korku ve tedirginliğin yanında buruk bir sevinçte de vardı içinde. 
Koğuşuna gitti. Ranzasına üzerini çıkarmadan uzandı. Gözlerini kapamasıyla birlikte yine köyü, arkadaşları hepsi gözünün önünden aktı gitti.
Gece bir uyudu, bir uyandı. Kâbuslar görüyordu. Ter içinde uyandı. Ranzasından kalktı, ağzı kurumuştu. Bir bardak su içti, yeniden ranzasına döndü. Uzandı, gözünü kapadığı an tekrar kafasında cevabını bulamadığı soru ve sorunlar birbirine geçti. Kaygı, sevinç, mutluluk, mutsuzluk...
O duyguların sarsıntısı içinde derin bir uykuya daldı.
Sabah, "koğuş kalk" emriyle uyandı. 
Kalktı, tıraşını oldu, kahvaltıda çorbasını içti içtima için karakolun önüne çıkan arkadaşları ile birlikte içtima törenine hazırlandı. İçtima bittikten sonra komutanının oda kapısını tıklatıp, gel sesinden sonra sert bir topuk selamı ve künyesini okuduktan sonra, "komutanım konuşabilir miyiz" dedi. Komutan, "otur bakalım Ali" dedi. Hemen konuya girdi.
- "Komutanım şu Pullu'nun kızlarına bakmaya ne zaman gidelim?"
- "Komutan demek karar verdin" dedi. 
Utanarak "evet komutanım" dedi. 
"İyi o zaman haber verelim de gidelim" dedi.
Önemli bir görevi tamamlamışçasına içi garip bir huzur ile doldu. Kafasında birçok sorunun cevabı yoktu ama en azından evlilik işini bir sonuca bağlamıştı. Kendine göre en büyük adımı atma cesaretini göstermişti. Evlenecekti, hem de memleketinden uzak diyarlarda. 
Ertesi gün tektip (çarşı) elbiselerini giyip, alabulus kesim saçlarını tarayıp komutanın kapısını vurup, topuk selamı ile girdi içeri.
Komutan, Ali'yi tepeden aşağıya şöyle bir süzüp,
- "Ooo Ali bayağı yakışıklıymışsın." dedi.
Çekine çekine ağzından bir 
- "Sağol komutanım" çıktı, cılız bir şekilde.
Komutan, "Elimiz boş gitmeyelim, çarşıya in çikolata, şeker bir şeyler al" dedi. (DEVAM EDECEK)