Halamlar, 1975 yılında kocası (Hüseyin) Kara Hüsük'ün istek çıkarması üzerine hepsi ailecek
Danimarka'ya gitmişti. Sadece evli çocukları Mustafa (Mıcık) ve Ayhan Pamuk kalmıştı.
Galip, Fatma, Selvi ve Nurşen artık Danimarka'ya gitmişti. Onlardan ayrıldığımıza çok üzülmüştük. 
Halamların evi bizim evin bir alt sokağında idi. Mahalleye ilk televizyon 1970'li yılların başında Danimarka'dan onlara gelmişti. O dönemde bütün mahalleli televizyonu ilk kez gördüğü için halamlara gelirdi. Halamların evi hiç boş kalmaz, adeta sinema salonuna dönerdi. Hiç anlamadığımız konularda konuşan adamların canlı olarak kara kutu içinde gözükmesini bir türlü kavrayamazdık. Nasıl oluyor da bir kutunun içindeki insanlar canlı canlı konuşuyor diye anlamsız anlamsız, saçma sapan programları izler dururduk. Sırf merak ve ilk kez gördüğümüz televizyonun cazibesi karşısında saatlerce otururduk.
Sonraki yıllarda televizyon yaygınlaşmaya başladı. Amcam Mustafa Kılıç Belçika'dan izine gelirken arabasının arkasında bize 55 ekran Telefunken marka bir televizyon getirdi.
Henüz mahallede televizyon yaygın değil. Bir iki evde ya var ya yok. Hepimiz çok sevinçliyiz. Amcam sevincimizin farkında hemen babamla çatıya çıkıyor ve anteni bağlayıp kabloyu eve indirip televizyonu kuruyorlar. TV açık ama sürekli karlı halde… Biz o duruma karıncalar top oynuyor diyoruz. Görüntü yok sürekli karlama var. Amcam durun diyor küçük bir alet daha getiriyor. Adı 'yükseltici' televizyon anteninden çıkan kablonun ucu ona bağlanıyor. Bir de TV'den çıkan elektrik kablosu regülatöre bağlanıyor. Regülatörün düğmesi açılıyor ve televizyonumuz çok net çalışmaya başlıyor. Mahallenin veletleri ile birlikte alkışlamaya başlıyoruz. Artık bir televizyonumuz var. Televizyonda Ayı Yogi'nin çizgi filmi var, oturup onu izliyoruz.
Artık bizim ev her akşam mahalleli tarafından istila ediliyor. Misafirliğe gelen kalabalık bir topluluk geç saatlere kadar TV başında. Babam önceleri sessiz fakat işe gittiği için gürültüden ve gelen gidenlerden rahatsız. Bazen sinirlenip çocukları kovalıyor. Hiç kızmadığı ve sinirlenmediği kişiler de var. TV kurulduğundan beri bizim evden çıkmayan ve her akşam üzeri karşı semtten çizgi film izlemeye gelen Ali dayısının çocukları... Selamet, Saadet ve diğerlerine hiç kızmıyor. Bizi de tembihliyor. Onlar gelsin beraber izleyin, oynayın diye uyarılarda bulunuyor.
***
Halamlar birkaç yıl Danimarka'dan izine gelmiyorlar. Bazen mektuplaşıyoruz. Babam bize mektup yazdırıyor. Birkaç ayda bir mutlaka mektuplar geliyor. Halamlar bir yaz tatile geliyor. Babamlarla konuşmuşlar İmdat ile Selvi'yi nişanlayalım diye kararlaştırmışlar.
O yıllarda kısaca Alamancı diye tarif edilen yurt dışında gurbetçi olarak çalışan insanlar, genç kızlarını ve oğullarını mutlaka aileden biri ile evlendirirlerdi. Yurt dışına gitmek yoksulluktan kurtulmak demekti. Alamancı diye tabir edilen kişiler mutlaka zengin olarak görülürdü. Yurt dışından izine gelenler ilk yıllarda özellikle arabalar ile gelip dost-düşman çatlatırdı. Herkes onlara gıpta ile bakar bir yolunu bulup Alamancı olmak isterlerdi.
Yurt dışından gelenler, hediye dolu çantalarla gelir, ellerinde teyp, kafalarında foter mutlaka bulunurdu. Dışarıdan baktığınızda kimin "Alamancı" olup olmadığını rahatlıkla anlardınız. Dışarıya gidenler görmedikleri, alışamadıkları, ayak uyduramadıkları yaşam tarzı ve kültürleri karşısında bocalar, onlara benzeyelim derken komik durumlara düşerlerdi.
***
İmdat sertifika almasına rağmen düzenli bir iş bulup çalışmıyordu. Babam ve annem çok sevinmiş, İmdat'ı nişanlayıp yurtdışına göndermek, onun da ailenin de kurtuluşu demekti. Biz de çok seviniyorduk. İmdat Alamancı olacak ve zaman içinde bizi de götürecekti. Hepimiz yoksul yaşantıdan kurtulacaktık.
Halamlar ve çeşitli dostlarımızın da katılımıyla, Selvi ile İmdat'ı nişanladık. Sanırım yıl 1976 idi. Halam, annemi çok severdi. Herkes annemin üzerine titrerdi. Halam anneme "Anamım
Gelini" diye hitap ederdi. Mahallelinin ise Bayburtlu yengesiydi. Biz bile çocukluk evresinde annemin ismini bilmezdik. Herkesin yardımsever Bayburtlu yengesiydi o. Mahallede kimin derdi olsa onun yardımına koşardı. Çok iyi baklava açardı. Bu nedenle bayram öncesi bütün mahallenin isteklerini kırmaz günlerce baklava açtığı olurdu. Yine ekmek edildiğinde herkesin ilk çağıracağı kişi annem olurdu. Hem iyi hamur yoğurur, hem de iyi hamur ekmeği açardı. Hele evraaccılığının üzerine yoktu. Saç üzerinde ekmeğe adeta dans ettirirdi.
(DEVAM EDECEK)