Mahallede ve akraba çevresindeki tüm yaşıtları askere gitmiş biri olarak, sırf sezon ortasında futbol oynamayı yarıda bırakmak istemediğim için askerliği erteletmiştim. Maçlar bitip sezon kapanınca askere gitmek için şubeye dilekçe verdim. Bir süre sonra şubeden çağırdılar. Askerliğim Zonguldak Devrek Er Eğitim Alayı acemi birliğine çıkmıştı. Temmuzun ilk günü askeri birliğe gidip, teslim olmam gerektiği söylenmişti.
***
Haziran ortaları... 
Temmuzun 1. günü Devrek'te birliğime teslim olmam gerekiyor.
Âdetten olduğu üzere, bütün akrabalar, komşular asker yemeği için davetler veriyor. Yemekten sonra tek konu askerlik. Askerliğini daha önce yapmış olanlar ballandıra ballandıra askerlik anılarını anlatıyorlar. Her birinin ilginç ayrı bir hikayesi var. Hepsi de komutanının göz bebeği (!) olan askerler. Fakat hiç biri ne yediği dayaktan, ne yıkadığı bulaşıklardan, ne soyduğu soğan ve patateslerden ne de tuttuğu nöbetlerden bahsediyor.
On on beş gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Bir an önce askere gitmek ve bitirip dönmek için sabırsızlanıyorum. Çünkü; yaşıtlarım dört ay önce askere gitmiş ve askerliği yarılamışlardı bile. Sanki onlardan geç gidiyor olmam, yaşam yarışında geride kalmış hissi uyandırıyordu. Bu nedenle de hemen askerliğin başlamasını istiyordum.
Askerlik ilk gençlikten çıkıp, hayatın akışını planlamak için zorunlu bir ara dönemi ifade ediyordu. Askerlik yapmadan, işe girmek de, evlenmek de, geleceğe dönük planlar yapmak da mümkün değildi. Askerlik bu planları somut hale dönüştürmenin şartı idi. Ayrıca daha önce askere giden yaşıtları askerliğini bitirip gelecek, belki işe girip evlenecek, geç giden ise yaşamın bu zorlu yarışına onlardan çok geride kalarak başlayacaktı. Bunun tedirginliğini sürekli yaşıyor ve bir an önce bundan kurtulmak istiyordum.
***
1983 Haziran'ın son günü bütün dostlarla, akrabalarla, komşularla vedalaşıp terminale gitti. Yine âdetten olduğu üzere herkes karınca kararınca cep harçlığı vermişti. Terminalde sınırlı sayıda gelen akrabalarla vedalaşıp, önce Ankara'ya, oradan da Devrek ilçesine doğru yola çıktı.
Terminalde Zonguldak Devrek'e gitmek üzere otobüse bindi. Direk Devrek'e otobüs olmadığı için, Ankara'dan aktarmalı gidecekti. Yanına orta yaşlı bir adam oturmuş, elinde pazar çantasına benzer bir çantadan çıkardığı yiyecekleri yiyordu. Adam hiç boş durmuyordu. Çantadan çıkardığı yiyecekler bazan meyve, bazan çörek, bazan da kuru yemiş çıkarıp yiyip duruyordu. Adam hem yiyor hem de bıktırıcı sorular soruyordu. 
- Hangi köylüsün? 
-    Nereye gidiyorsun? 
-    Ne iş yapıyorsun? 
-    Kaç yaşındasın? 
Adamın sorduğu sorulara kısa ve net cevaplar veriyordu. Adam ısrarla konuşmak istiyor, o ise konuşmanın uzama ihtimalini net cevaplarla kesiyor ve pencereden dışarıyı izliyordu. Adam arada bir yediklerinden ikram ediyordu.
Teşekkür ediyor ve konuşma ortamı oluşmasın diye hemen kafasını çeviriyor ve dışarıyı izlemeye devam ediyordu. 
Adam her yediği şeyden sonra mutlaka sigara yakıyordu. O zamanlar otobüslerde sigara içmek gayet normal bir davranıştı. İsteyen istediği kadar sigara içebilirdi. Sigara içmeyenlerin ve hastaların otobüste yaşadığı sıkıntılarından ve haklarından bahseden yoktu.
Sigarasını derin bir nefes alarak çekiyor, ciğerlerinde dolaştırdığı dumanı derin bir nefes vererek tekrar dışarı çıkarıyor, çıkardığı duman otobüsün içine dağılıyordu. Arka koltuklarda ve yan koltuklarda da sigara içenlerin dumanları otobüsü duman içinde bırakmıştı. 
Ön tarafta oturan genç bir karı koca ve kadının kucağında uyuyan çocuğu gördü. Kadın elinde bir mendili burnuna tampon yapmış, kendini sigara dumanından korumaya çalışıyordu. Çok ilginç ama kocası da karısının ve çocuğunu umursamaz halde bir sigara da o yaktı. Sanki otobüs içindeki yolcular sigara içme yarışına başlamıştı. Biri söndürürken diğeri yakıyor, öbürü bitirmeden bir başkası yakmaya devam ediyordu.
Yanındaki adam sanki hiç doymuyordu. Yolculuk başlayalı bir saati geçmiş ama adamın yemek yeme iştahında hiç bir azalma sezilmiyordu. Bir ara sanki ara vermiş gibi oldu, fakat fazla uzun sürmedi. Bu kez çantasını açtı dürüm haline getirilmiş haşhaşlı katmer yemeye başladı. Öyle bir ısırıyordu ki, önce kocaman bir lokma yapıyor, dürüm ağzında iken ikinci bir hamle ile dürümü ağzından çıkarmadan bir daha ısırıyordu. Kocaman dürüm üç beş lokmada bitiverdi. Elindeki gazete parçası ile ağzını silip bir su içti ve hemen gömlek cebindeki sigarasına davrandı. Sigarasını yaktı ve öyle bir çekti ki sanki sigara yarıya indi. Üfürdüğü duman yukarı doğru çıkıp otobüsün içine dağıldı.
Adamın yediği mayalının kokusu birden ta çocukluğuna, çocukken yaşadığı günlere götürdü. Ramazan günlerinde sahura kalkan annesinin yaptığı o unutulmaz mayalılar aklına geldi. Sanki annesi erkenden kalkmış hamuru mayalamış, ocakta mayalı yapıyordu. Ramazandaki sahur günleri, çocukluğundan kalan en güzel anlar olarak beynine kazınmıştı. Anne ve babası düzenli oruç tutardı. Onların sahura kalkıp yemek yediklerini çay bardaklarındaki şekeri karıştırırken çıkardığı şıngır şıngır seslerden anlardı. Derin uykuda da olsa, gözünden uyku da aksa, hemen kalkar bütün kardeşleri ile birlikte annesinin yaptığı o muhteşem haşhaşlı, peynirli, ıspanaklı mayalıları yer öyle yatardı. 
Sabah arkadaşları arasında yediklerini anlatır, bir süre oruçlu kalır ama öğleye doğru acıkarak, akşamdan kalan haşhaşlı mayalıları tekrar mideye indirirdi. Uykulu halinde ne zaman çay bardağı şıngırtısı duysa çocukluğuna, o muhteşem sahur günlerine geri dönerdi.
Döndü adama baktı. Adam, sigarasını söndürmüş ve ikinci mayalıya geçmişti bile. Bu kez elinde mayalı dürüm halinde, diğer elinde ise bir domatesi elma gibi ısırarak yiyordu.
Canı çeker gibi oldu ama adamın görgüsüz yemek yiyişi iştahını kaçırdı. Otobüs içine ağır bir mayalı kokusu ile birlikte ekşi bir koku sarmıştı. Hafifçe doğrulup kokunun nedenini bulmaya çalıştı. Adamın ayakkabılarını gördü. Adam, eski küskü ayakkabının topuklarına başmış, bir ayağını da ayakkabıdan çıkarmış öndeki koltuğun altına uzatmıştı. Koku ayakkabıdan ve çoraplardan geliyordu. Ayak kokusu ile mayalı kokusu birbirine karışmış dayanılmaz ağır bir kokuya bürünmüştü. Başını çevirip kafasını pencereye dayadı. Kokuyu kafasından uzaklaştırıp, kokudan kurtulmak için başka şeyler düşünmeye başladı. Otobüsün titremesi pencere ile kafasını sarsıyor, kafası tatlı tatlı titreyerek cama vuruyordu. Adamı ve kokuyu unutmaya çalışarak pencereden dışarıyı izlemeye başladı. (DEVAM EDECEK)