***
Bir yıl sonra İskender dünyaya geliyor. Sultuş ile Hüseyin'in dünyalar güzeli bir çocukları oluyor. Sultuş köyden Azmi ağanın bizim karşımızdaki evlerine taşınıyor. Bir süre, dede Hüseyin ve ebe ile kalıyor. Eniştemin kardeşi Halil, ortaokulda okumak üzere onlarda kalıyor. Halil ile birlikte Eti Ortaokulu'na gidiyoruz. Halil'in parası ganimet. Biz simit parası bulamazken, Halil her gün köfteci bıyıklı Muzaffer'den tükmüklü köfte-ekmek yiyor, gazoz içiyor. Okuldan her gün kaçıp sinemaya gidiyor. Ara sıra bizi de götürüyor. Artık hep Halil'le birlikteyiz. Birlikte ders çalışıyor, birlikte oynuyor ve birlikte kaçıp sinemaya gidiyoruz. Çarşıda Azmi Ağa'yı görüyoruz. Hemen Halil'e para veriyor. Bizi de unutmuyor. Babam bize en fazla 1 lira harçlık verirken, Azmi ağa 10 lira veriyor. Çok seviniyoruz. Ayakkabı boyacılığı yaparken ne zaman Azmi amcayı görsek ayakkabısını boyatırdı. Ayakkabısı boyalı olsa da bize yeniden boyatır yüklü bir harçlık verirdi. Hemen sinemaya koşardık.
***
Eniştem Hüseyin, DSİ'ye mevsimlik işe girmişti. Daha sonra askere gitti. Vatani görevini
İzmir'de yaparken askerliğin zoruna alışamamış ve babasına mektup yazmıştı. Sultuş'un dediğine göre, "baba burada kağnı dayağı gibi sürünüyorum, ne olur beni buradan kurtar" diye yalvaran mektuplar yazarmış. Azmi amca araya hatırlı kişiler koysa da bir şey yapamamış. Eniştem zor ve zahmetli olsa da askerliğe alışmış. Nihayet iki yıllık askerlikten sonra vazifeyi tamamlayıp gelmiş ve tekrar DSİ'de işe başlamıştı.
***
Oğlu İskender yürümeye başlamış, koşup oynuyordu artık. İskender her iki ailenin de maskotu olmuştu. Hepimiz İskender'in üzerine titriyoruz. Nebo, İskender'i almadan hiçbir yere gitmiyor. Biz mahallede İskender'e tornetli arabalar yapıp bindirip gezdiriyoruz. Hele benim eski bisikletin önünde gezmeyi çok seviyor. Sultuş artık karşımızda, İskender yanımızda ve eniştem askerden dönmüş kadrolu olarak DSİ'ye göreve başlamış. Herkes çok mutlu. Eniştem hafta içi ilçelere göreve gidiyor. Genellikle arazide çalışıyor. Çorum'a hafta sonları gelebiliyor. Sultuş'ta akşamları ben kalıyorum. 
'BEN HALKIMIN MENFATİNE 
ÇALIŞAN BİR ADAMIM'
Babam, mahalleye nizam veren jandarma olarak kamu yararına çalışma yapıyor. Özellikle Ahmet ile beni de çok çalıştırıyor.
Bilirsiniz, kaldırım üzerlerine ağaç dikmek üzere bırakılan kare boşluklar vardır. Bu boşluklar, ağaç dikilmediği için yağmur yağdığında suyla doluyor. Kaldırımda su birikintileri olması nedeniyle, yürüyenler bu çukuru fark edemiyor. Ayakları "cumburlop" komple su dolu çukur içine giriyor. Ayakkabılarına su doluyor. Bazen babam da aynı kaderi paylaşıyor. Bu duruma bir çözüm düşünüyor. Yağmurlar kesilip yaz geldiğinde, o çukurlara ayakların batmaması için, bizim evin sırasındaki bütün kaldırımların ağaç dikme çukurlarını, bize beton kardırarak dolduruyor. Mala ile bir güzel düzeltiyor. Biz harıl harıl "kamu yararı" için çalışırken, karşımızda oturan Hamdi köylü Edeviye yenge babamın bu çabasına anlam veremiyor. Gelip soruyor; "Ali emmi ne yapıyorsun?" diyor. Babam, şöyle bir doğrulup, Edeviye yengeye bakıyor. Yüzüne ciddi bir üslup takınıp, adeta politikacılar gibi, propaganda yaparcasına, durumu kısaca ajiteli bir şekilde özetliyor. Diyor ki, "Bak Edeviye, yağmur yağdığında gelip geçenler fark etmediğinden bu çukurlara ayağı batıyor, ayakkabılarına su doluyor. Ben de buraları kapatıp vatandaşın ayağının batmasına engel oluyorum." 
Edeviye yengenin gözleri soru işareti. Yüzü anlamsız bir halde. Durumu tam kavrayamamış belli. Dudak büküyor. Babamı anlayamıyor...
Babamın sonradan dilimize pelesenk olan ve esprili bir şekilde anlattığımız cümlesi şöyle; "Ben halkımın menfaatine çalışan bir adamım Edeviyeeee..." Bu cümleyi pekiştirip uzatarak söylüyor. Edeviye yenge, bu propaganda karşısında afallamış, ne diyeceğini bilemiyor. Kendini toparlıyor.
"Mahalleye muhtar mı olacen Ali emmi? Allah gönlüne göre versin" Hadi goley gele" diyor ve gidiyor.
***
Babam kamu yararını, sadece kaldırım boşluklarını betonlayarak halka hizmeti bu şekilde sınırlandırmıyor. Öyle ki, bazen en hararetli zamanlarında oyunumuzu yarıda kesiyor ve bizi çağırıyor. İmdat pek kulak asmıyor ama Ahmet ile ben itaatkâr bir şekilde babamın sözünden çıkmıyoruz. Geçkereyi bize veriyor, kendisi de bir kazma, kürek ve beton tokmağını alıyor. Cengiz Topel Caddesi'ne doğru yola çıkıyoruz. Cadde evimize yaklaşık 500 metre mesafede. Asfaltın başına varıyoruz. Kazmalar, kürekler elimizde, Terlemez sakinlerine hizmet için hemen iş başı yapıyoruz. Mahalle asfaltlandı asfaltlanmasına ama evine su çekenler, yeni inşaatlar nedeni ile kaldırımlar kırılıyor. Bu nedenle kaldırımlarda ve yollarda çökmeler meydana geliyor. Bu çökmeler yağmur yağdığında çamurlanıyor ve kuruyunca, yollarda ve kaldırımlarda öbek öbek toprak birikintileri sertleşip küçük tepeler haline geliyor. Tekrar yağmur yağdığında o tepeler gevşiyor ve çamur oluyor. Bu çamurdan mahalleyi kurtarmak gerek.
Önce küçük küçük taşlar topluyoruz. Topladığımız taşları, geçgereye yükleyip, çalışma yapacağımız kaldırım ve yolun yanına taşıyoruz. Sonra kazma ile bu küçük sert, toprak tepelerini kazıyoruz. Babam kürek ile geçgereye yüklüyor Ahmet ile boş bir arsaya döküp geliyoruz. Babam her toprak kümesi bittiğinde orasını iyice süpürüp, bize daha önce toplattığı küçük taşları döşüyor. Beton tokmağı ile o taşları hafif hafif vurarak, iyice pekiştiriyor. Bir daha çamur hale gelmesini engelliyor. Bu işlem bizim eve 500 metre mesafede olan caddede devam ediyor. Saatlerce kaldırım ve yollardaki toprak tepeleri temizliyoruz. 
Gelip geçenler babama teşekkür ediyor, takdir dileklerini iletip, dua ediyorlar. Diyorlar ki,
"Ali emmi sen ne mübarek bir adamsın. Allah, seni başımızdan eksik etmesin. Allah, senden bir değil, binlerce kez razı olsun." 
Babamın yüz ifadesinden, bıyık altındaki tebessümünden anlıyoruz. Belli, çok mutlu... Çok mesut... Çok bahtiyar... Babam ne kadar çok mutlu ama biz o kadar çok mutsuzuz. Çünkü biliyoruz. Babam coştu. Babamın coşması demek, bizim daha çok çalışmamız demek. Babam gaza geldi. Babamın gaza gelmesi, bizim kamu yararı için daha çok emek vermemiz, daha çok çalışmamız, daha çok koşturmamız demek. Babam bu takdir dileklerinden sonra hiç bir yorgunluk belirtisi göstermiyor. Oysa biz yorgunluktan helak oluyorduk.
(Devam Edecek)