EDA'CÜ'L-AYNEYN-İ ŞERÎF (SAV)
28.    Şedîd idi siyahı hem mükemmel
Ezelden kuhl-i kudretle mükahhâl
29.    Dahî vâsi' ne hôb ezherdi gözler
Ederdi halkı meftûn tatlı sözler
30.    O tâvûs-ı Cenâb-ı sun'-ı yezdân
Diğer bir cânına olsa nîkran
31. Dönerdi cism-i pâkiyle beraber
Teveccüh eyleyüb serdâr-ı ekber
32.    Nere dönse hulâsa şâh-ı levlâk
Dönerdi hep beraber cümle eflâk
33.    Enes ile Ebâ Hureyre Ey Pîr!
Bize sünnet imiş işbu ame der.

KARAGÖZLÜ
28.    Muhammed Mustafâ (sav)'nın gözlerine ezelden çekilmiş kusursuz bir sürme ile siyahı da tam bir siyah idi.
Onun gözlerine çekilmiş kusursuz sürme Kurân-ı Kerîm'in Necm Sûresinin 17. ayetidir. Bu ayette Mîrac Gecesi Hz. Peygamber (sav) meleklerin, Peygamberlerin ve insanların ilminin son noktası olan emr-i ilâhîden başka hiçbir şeyin daha ötesine geçemediği "sidre-i müntehâ"nın ilerisine geçmiş Cenâb-ı Hakk (cc)'ın en büyük ayetini müşahede ettiği belirtilmektedir. "Göz gördüğünden şaşmadı ve onu aşmadı." Yani Resulullah (sav)'ın gözü kaymadı şaşıp da sağa sola bakmadı görmek haddini tecavüz edip de yanlış bir görüş de görmedi. 
Hz. Peygamber (sav) burada akılların şaşacağı, gözlerin kamaşacağı hayret veren şeyler görmesine rağmen şaşırarak kendisinden geçmemiş görmesi gereken şeyleri büyük bir dikkatle müşahede etmiştir. 
Hz. Peygamber (sav)'in Mîrac Gecesi'nin sırlarına ve nurlarına vakıf olan gözleri için bu ayetin ilk kısmı, kalbi için ise ikinci kısmı onun görüşü ve yaratılışındaki ilahi lütuflara bir nişane olarak ele alınır. Bu lütuflar onun gözüne çekilmiş ilahi bir sürme olarak değerlendirilir. Tasavvufta siyah, "zıll-i hakiki"ye işarettir ki bu "Nûrü'l-Envâr Âlemi"dir. Bu âlemde aydınlık ve karanlık yoktur. Bütün ışıkların son bulduğu noktadır. Bu yüzden Resulullah (sav), Mekke'nin Fethi gününde şehre başına siyah tülbent sarmış olarak girdiler. Çünkü siyah zatın rengidir ve gece gibi Kâbe de "Zât-ı Ahadiyet"e işarettir. Sâliklerin abaları ile Kâbe'nin örtüsünün siyah olmasının sebebi budur. 
29.    Gözleri büyükçe güzel ve parlaktı. Muhammed Mustafâ (sav)'nın tatlı sözleri kendine hayran bırakırdı. 
Kıyafetname adlı insan özelliklerini anlatan eserlerde gözlerin siyah, büyük, güleç olanları muti' (itaatkâr), zarif, vedud, güzel diye tanımlanmıştır37. Söz konusu Hz. Peygamberin gözü olunca onun gözleri şekil itibariyle "veya" harflerine benzetilir. harfine benzetilirken Cenâb-ı Hakk'ın bir sıfatı ve bir ayet olan "???"   kelimesine, harfine benzetilirken de bunun Kalem Sûresinin ilk ayeti olan (velkalem) ayetine telmih yapılmış olur. 
30.     Cenâb-ı Allah (cc)'ın güzeller güzeli olarak yarattığı o güzel gözlü Muhammed Mustafâ (sav) bir kişiye bakacak olsa, 
31.    Bütün vücuduyla döner öyle bakardı.
32.    "Sen olmasan âlemleri yaratmazdım." hadisine mazhar olan (Yüce Nebî) ne tarafa dönse bütün gökler hep beraber dönerdi.
Hz. Peygamber (sav), gönüller sultanı ve ebedi bir saltanatın şahıdır. Bu nedenle "Sultân-ı Enbiyâ, Şâh-ı Rüsül" gibi terkiplerle anılır. Burada da "Şâh-ı Levlâk" ifadesiyle anılarak "Sen olmasan, sen olmasan felekleri yaratmazdım." mealindeki bir kutsi hadise atıf yapılmıştır38. 
33.    Enes (ra) ile Ebû Hureyre (ra) bu davranışın biz insanlara sünnet olduğunu söylemişlerdir. 
Biz insanların da bir tarafa bakmak istediğimizde göz ucuyla, yan gözle değil bütün vücudumuzla o tarafa dönerek bakmamız gerektiği ifade edilmektedir. Çok hadis rivayet etmesi ile tanınan Ebû Hureyre (ra)39 ile Hz. Peygamber (sav)'e hizmetiyle tanınan ve en çok hadis rivayet eden sahabelerden Enes b. Mâlik (ra)40 bu davranışın bize Hz. Peygamber (sav)'in bir sünneti olduğunu ifade etmişlerdir.  
..............................................................................
(37) Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme, 1330, sh. 211.
(38) es-Sâgânî bu hadisin asılsız olduğunu söylemiştir; el-Elbânî, Silsiletü'l-Ehâdîse'd-Dâ'ife, C. I, sh. 7; 'Aliyyü'l-Kârî ise haberin asılsız olmakla birlikte mananın doğru olduğunu belirtir. Bkz. 'Aliyyü'l-Kârî; el-Mevzu'ât-ı Aliyyü'l-Kârî, (çev. Ahmet Serdaroğlu), sh. 67-68.
(39) M. Yaşar Kandemir, DİA, C. X., sh. 160.
(40) İbrahim Canan, DİA, C. XI., sh. 234.