Köyümün ak sakallı, nur yüzlü insanlarından; dağ gönüllü, mert delikanlılarından duymuştum ismini ilk kez. Karasevdaya düşmüş bir Anadolu çocuğunun sevdiğinden bahsederken nasıl parlarsa gözleri; nice cesur yüreklerin, kara yağız yiğitlerin de öyle parlardı gözleri senden bahsedilirken. Taa ilkokul yıllarımda düşmüş demek gönlüme cemre ki bağrında kor ateş olanlara yol arkadaşı olmuşum o günden bugüne.

Köy odalarının siyasi sohbet gecelerinde, yahut duvar diplerinde konuşulan memleket meselelerinde herkesin üzerinde hemfikir olduğu konu YİĞİT ADAM olduğundu. Yarın TÜRKEŞ gelmez mi?, Bu mazlum milletin ahını almaz mı? diye adeta yakaran, inleyen, meydan okuyan insanlardaki sana karşı olan sonsuz itimada, umuda şaşırarak bir o kadar da hayrete kapılarak şahit olurdum. Sen Türk milletinin gözünde bir ulu çınar: Bilge Kağan, Selçuk Bey ve Yavuz gibi bir kahramandın. Adalette Ömer, ilimde Ali, sabırda Osman, bu milleti karşılıksız sevmekte, millete sadakatte de Ebu Bekir olmuştun.

Kainatın Efendisi, on sekiz bin alemin peygamberi olan nebiler nebisinden bu güne kadar Allah yolunda mücadele edenler akıl almaz iftiralarla, alçakça saldırılarla ve zulümlerle karşı karşıya kalmışlardır. Sen de kendi döneminde bu zulüm ve iftiraya misliyle maruz kaldın. Bu fitne yağmurundan, iftira kurşunundan payına düşeni fazlasıyla aldın.
Türkiye'nin dışında  Türkler var dedin kimseyi inandıramadın. Şimdi Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk coğrafyasından bahsedenler o zaman Türkçü- Turancı olmakla suçladılar seni. Seksen yıllık ömrün çileyle geçti senin. Hiç usanmadın, küsmedin, korkmadın, yılmadın.

Zaman hep haklı çıkardı seni. Ne söylediysen bir bir gerçekleşti bugün. Sokaklar ıspanak fiyatına satılan ileri demokrasilerle doldu bir zaman. Çiğnenen, çiğnetilen hukukun millete zorbalık yaptığı, ULAN'ların mozaikten, özerklikten bahsettiği dönemler yokluğun dayanılmaz oldu senin.
Hey gidi yalan dünya hey! Sultan Süleyman'a bile kalmadı ki kalsın herhangi bir insan oğluna. Öyle ya her nefis ölümü tadacak değil mi? Gerçi güzel olmasa ölüm ölür müydü peygamber?
Bir nisan akşamıydı kapkara bir haberin beyinlere kurşun gibi sıkıldığı gün. Evet evet 4 Nisan 97… Ciğerlerimizin yerinden söküldüğü, bozkurtların boynunun büküldüğü gün. Yer ile göğün birlikte ağladığı, Müslüman Türk evladı olanların karalar bağladığı, Kerkük ve Musul'un yüreğini dağladığı gün 4 Nisan 97.

O ne muhteşem kalabalıktı öyle. İnanmış üç milyon çeri puslu havada karla abdest alıp uçmağa gönderiyordu seni. Boğazlar yırtılıncaya, ses soluk kesilinceye kadar ölmediğini haykırıyordu Türk milleti. Alparslan TÜRKEŞ'in askerleriyiz naraları titretiyordu gaflet uykusundaki Ankara'yı. Bozkurtlar yeniden diriliyordu sanki hayallerini gerçekleştirmek için.
Sağlığında aleyhinde gezenler bile hakkını teslim etmekten, günah çıkarmaktan kendini kurtaramıyordu. Hatta dumanlı havadan istifade aramıza yeniden sızmaya aramızda tekrar yer bulmaya yelteniyordu.

Bugün ise üzerine titrediğin Hareket'in, kurduğun kurumların, yetiştirdiğin bozkurtların Türk millete ulaşmak ve ülkülerini gerçekleştirmek için çalmadık kapı, girilmedik gönül bırakmıyor artık. Her türlü istismara, ihanete, menfaat şebekelerine ve kapı kapı siyasi gezintiye yeltenenlere rağmen, çizgisinde zerrece bir kırık olmayan Bilge Lider ile işaret ettiğin hedefe koşuyor bozkurtların, evlatların.

Seni şimdi sahip olduğum bu şuur, bu bilinçle tanımayı, dizinin dibinde eğitim görmeyi, elini yüzünü öpmeyi bilsen ne çok isterdim.
Bozkurdun olsam da arkadaşın, sırdaşın olamadım. Yetişip de hiçbir  yaranı saramadım. Keşke Ankara'da Beştepe'de mezar taşın ben olsaydım BAŞBUĞ'UM!!!
Ruhun şad, mekanın cennet olsun. Yüce Allah senden razı olsun. Hakkını helal et bize BAŞBUĞ'UM.