Hicri 1445 yılına girdik. 
Muharrem ayı içerisindeyiz. 
Müslümanların/Hicri yılbaşı, gayrı Müslim dünya/miladi yılbaşı gibi şaşalı, debdebeli, eğlenceli, bayram ve festival havasında olmadı.
Bizdeki yılbaşı kültürü "vur patlasın, çal oynasın", "mutlu yıllar" çalgı ve çığırtkanlığında nefsanî duyguların tavan yaptığı haz modunda değildir.
Üzgünüz ki olması gerektiği; en azından kandillere yakın bir kutlama biçiminde de geçmiyor. 
Hicretin mana ve ehemmiyeti ilgili basın ve yayında hatırlatılıyor o kadar. Bir de sınırlı sayıda insanımız tarafından klasik Cuma mesajlarımız gibi klişe cümlelerle kutlama mesajları paylaşılıyor.
Hicretin tarihteki yerinden bugüne yansımasına gelirsek:
Bugünde hicretimiz;  
İnkardan imana,
Kötülükten iyiliğe,
Günahtan sevaba, 
Cehaletten ilme,
Tembellikten gayrete,
Zilletten izzete,
Korkaklıktan cesarete, 
Cimrilikten sehavete… olmalı değil mi?
**
Hakikaten kendimizi yokladığımızda hicret diye bir derdimiz yok sanki bu devirde.
Rızkımız için diyar diyar göç ederiz, 
Hasmımız vardır, başım belaya girmesin der kaçarız.
Keyfemayeşa yurt içi-dışı dolaşanlarımız vardır.
Ya ben, burada çok günah işliyorum, 
Kötü arkadaşlarım yakamı bırakmıyor, 
Kötü alışkanlıklarım/huylarım çoğaldı diye bulunduğu yeri değiştirme derdi olan var mı acaba?
Varsa  ellerinden öpmek lazım.
Hocam Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma derki:
"O halde hicret alelade bir göç değildir. Hicret'in gayesi Müslümanca yaşamak, Allah'ın buyruklarını ikame etmektir. Hicret, ruhun bu buyruklarla terbiyesidir. Hicret, ilahi yaşam kaygısıdır."
**
Dert bazen gezdirir.
Dert söyletir. 
Dert dinletir.
Dert öğretir.
Derdi dünya olanın dünya kadar derdi vardır derler.
Dünyaya gelen her canlının hayatta kalabilmek için ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir derdi sevk-i tabii olarak vardır. Olmalıdır da.
Her canlı yeme, içme, dinlenme, yuva kurma vs. gibi yaşam için gerekli, ayakta durmasını sağlayacak ihtiyaçlarını karşılamalı.
Hepsi tamam.
Basında bazen görüyoruz; sağda solda sıkışan bir kediyi kurtarma çabaları, kaza sonucu yaralanan bir dağ geyiğinin iyileştirilme, boğuşmada yara alan bir sokak köpeğinin veterinere götürülme gayretleri takdire şayan. Hayvanların sağlıklarına kavuştuktan sonra doğal ortamlarına bırakılması; bu daha bir takdiri hak ediyor.
Bu da hayvana verdiğimiz değerlerin göstergesi.
Peki;
Amerika ve Avrupalı'nın bebek yerine köpek derdine ne demeli? 
Köpeğe hizmet/bakım revaçta. Ülkemizde de öyle. Bebeğini değil köpeğini gezdirenler çoğalmaya başladı. 
Dünyada refah seviyesi arttıkça, derdi dünya olanların sayısı da artıyor. 
Hemcinsleri kesmiyor onları artık. 
Bebeğin kahrı mı çekilir. Yapma.
Eşe tahammül de neymiş, ekonomik bağımsızlık var; elektrik alamıyoruz zaten. Boşan.
Hısım-akraba-eş-dost-arkadaşla ilişkiler işiniz düştüğü nisbette olmalı. Daha ilerisi angarya. Kes ilişkiyi.
Patronun kahrını çekiyorsun, âmirinin bir dediğini iki etmiyorsun, müşterinin ağız kokusuna dayanıyorsun ama.
Neden?
Ekmek parası için.
Hicret derdinden girip başka dertlerin kapısını tıkladık. 
Sadece sorgulanması temennisiyle.  O kadar.
Birilerinin derdini küçümseme veya garipseme hak ve haddine sahip değiliz.
Zira;
"Kimsenin derdini hafife alma
Herkes kendi yükünün hamalıdır
Ne kadar ağır olduğunu taşıyan bilir
Ya ucundan tut, ya duana kat, ya da sus" deyiverirler.
Vesselam.