Yazımıza serlevha yaptığımız başlığın doğal bir uzantısı olarak "eşik" kavramına bir bakalım dediğimizde geniş bir kullanım alanında kendimizi bulduk. 
Eşik bir mekân olarak; özel ve kamusal alanın ayrımında bir çizgi, güvenlik noktası olan bir hudut, sanat ve edebiyatta bir imge, inançlarda bir simge, bir aşama, psikolojik bir sınır ve aynı zamanda kararsızlık ve umut gibi durumların yaşandığı bir yerdir. Eşik, bilimlerde de terim olarak kullanılagelmiştir. 
Bu sene yaz ayları mevsim normallerinin üstünde yağmurla başlamış yine mevsim normallerinin üstünde sıcaklarla devam ediyor. Hâlihazırda o günleri geride bırakmak üzereyiz. Yer küremiz adeta S.O.S veriyor Batılı tabirle.
2009 yılında yapılan bir araştırmada içinde bulunduğumuz gezegenin kritik eşikleri sıralanmış, bunlardan dördünün aşıldığı beşinin sınıra doğru ilerlediği belirtilmiştir.
Gezegen'nin kritik eşikleri:  
İklim değişikliği,  
Okyanus asitlenmesi,  
Stratosferik ozon incelmesi,  
Azot döngüsü, fosfor döngüsü,  
Küresel tatlı su kullanımı,  
Arazi kullanımında değişim,  
Biyolojik çeşitlilik kaybı,  
Atmosferde asılı kalan parçacık (aerosol) yükü ve  
Kimyasal kirlilik.         
Bu dokuz sınır bunlardan oluşuyor ve  sınırı aşılan 4 eşik de şunlar: 
İklim değişikliği
            Biyosfer bütünlüğü ve biyolojik çeşitlilik kaybı
Biojeokimyasal döngüler
Arazi kullanımında yapılan değişiklikler (https://www.cekulvakfi.org.tr/haber/ dunyanin-durumu-ve-biz-neler-yapabiliriz#) 
**
Duyu organlarımızın her birinin bir eşik sınırının olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Zamanla ya da kaza ile kaybettiğimiz duyusal eşiklerden bahsetmiyoruz; genel olandan söz ediyoruz. Mesela insanlar sesi, sesin titreşimi saniyede 20'den az veya 20.000'den çok olduğu zaman duyamazlar.
Her bilimin ve alanın kendine ait eşik sınırı var.
Bir de kritik eşik var ki çoğu zaman başımıza gelenler bunun yüzünden oluyor.
Kritik eşik basit bir örnekle şöyle anlatılır: Bir kum öbeğinin üzerine, yığının eğimi kritik değere ulaşıncaya kadar bir miktar kum eklediğimizde, öbek yükselir. Ancak sonrasında eklenen daha fazla kum, yığının çökmesine neden olur. 
İster fizyolojik olsun, ister sosyolojik, isterse psikolojik eşikler ihlal edildiğinde olanlar oluyor işte.
Küresel ısınma dediğimiz olay durup dururken olmadığı gibi toplumların ahlaki çöküntüye doğru hızla ilerlemeleri de tesadüfen değildir.
Biz Müslümanların hali de ortada; gerek yerelde gerekse küresel ölçekte.
Mutluluk eşik çıtamızı habire yükseltme peşindeyiz.
Mutluluk eşiği ne mi?
Genel müdür olma hayalindeki birisinin şube müdürü veya daire başkanı olduğunda mutlu olmadığı gibi hedefine 4+1 daire koyan birisi 3+1 daireye sahip olduğunda mutlu olmuyor.
Hele şu iş-güç sahibi olmalar ayrı bir âlem.
Küçük bir dükkanım olsun, yeter ki bir işe gireyim aylık gelirim olsun diyenler iş gerçekleştikten sonra mutluluk eşikleri hak etmedikleri oranda arttıkça şükür eşikleri tersine dip yapmaktadır.
Keşke ev gibi, iş gibi, makam gibi nimetleri elde etmeye başladıkça şükür eşiğini de ona göre yükseltmesek. Daha dün kiradan kurtulmayı bir nimet olarak görürken bir evimiz olduğunda bu defa şükür eşiğini biraz daha öteye taşımasak.  
Şükür eşiğini hep düşük tutabilmek.. 
Düşük tuttuğumuzda kazancımız ne olacak? 
Nimetlerin farkına varacağız. O nimetlere sahip olmayanları düşünüp onlarla hemhal, gerektiğinde paylaşacağız. Böylece Rabbimizin şu vaadine muhatap olacağız:  
"Gerçekten de şükrederseniz sizlere daha da artıracağım." (İbrahim,7) 
Ah, keşke..
Vesselam…