Dünyayı dize getiren virüs yüzünden "Evde Kal Türkiye/Evde Hayat Var" diye zorunlu olarak evlerimizdeyiz. Hazır karantinada iken etraflıca düşünerek iki hak bağlamında iki dua etmeye ne dersiniz?
Öyle bir karantina içindeyiz ki gölgemizden korkuyoruz, öksürük, aksırık, tıksırık zaten bu mikrobun bulaşma yolu, ev dışına çıkmak gerektiğinde sosyal mesafeye dikkat etmek mecburiyetindeyiz. Zira pabuç pahalı..
İşte bu şartlar altında iken bir zihin temizliği yapmaya var mısınız?
Her Müslüman gibi muzdarip olduğum iki şey vardır:
Bir; namaz kılarken içimizde esen rüzgar/akla gelen vesvese
İki; yekdiğerine karşı içimizde beslediğimiz sü-i zan ve kin.
Zaman zaman her iki durumla muallel olduğumda kendimi levmedip üzüntüm katmerleşir.
Namazı, Rabbimizin ibadetleri bize farz kılması bakımından Allah hakkı sayarsak; müslümanın, diğer mü'min kardeşine karşı hangi nedenle olursa olsun su-i zan ve kin beslemesi de kul hakkı olur kanaatindeyim.
**
Ne oluyor ki bize Müslümanlığımızın göstergesi ve tek bedava yaptığımız ibadet olan namazı kendimizi vererek kılamıyoruz. İlle sırtımızda yüklerle huzurullaha duruyoruz.
Malum hikaye:
Meczubun biri camiye girer belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer, dolanır; bir oraya bir buraya dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. gibi cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Her kafadan bir ses çıkar.. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..
İmam, aynı mahalleden olduğu için az çok bilir garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
"Oğlum böyle sırtında odunlarla namaz mı olur, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin. Bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?"
Bunu duyan meczub melül-mahzun ama mânâlı bir bakışla sorar:
"Âdetiniz böyle değil mi?"
"Ne âdeti?!" der Hoca.
Cemaat da toplanmış merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir. Der ki meczub bu kez:
"Hocam ben namaz kılmak için camiye girdiğimde, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim, neden kızıyorsunuz?
Hoca şaşırır: "Benim sırtımda da var mı?" der..
"Evet" der meczub, "Hepinizin sırtı yüklü idi!"..
Cemaatte ise hafiften "deli işte!" manasına bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek:
"Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!.."
Sonra iki elini yanına salar, başını sallar ve umutsuzca;
"Boş yok, boş yok hiç!.." diye tekrarlar.
O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde, şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar..
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;  kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
"Peki söyle bakalım bende ne vardı?" der, endişeyle Hoca.. O da der ki:
"Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse hocanın ineği hastaymış "öldü mü, ölecek mi?" diye düşünürmüş namazda..
**
Bir de su-i zan ve kin meselesi var kanayan yaramız. Şu veya bu sebeple birbirimiz hakkında vesvese içindeyiz, içimizden olumsuz şeyler geçiriyoruz.
Su-i zan, görünen bir şüphe veya emare ile biri hakkında kötü kanaat beslemek ve bunu bir karar olarak benimsemektir. Akla gelen her kötü düşünce, o hâliyle su-i zan değildir. Aklın o tarafa meyli su-i zan olur. Mesela yüksek not alan bir öğrenci için acaba kopya çekmiş olabilir mi diye düşünmek su-i zan sayılmaz. Ama kopya çekmiş olabilir diye zannetmek/karar vermek su-i zan olur..
Okudukça etkilendiğim, bu konuda çarpıcı bir örnek hikaye:
Dağ evinde, kocası yeni ölmüş tek başına yaşayan hamile bir kadın, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Evcil bir hayvan haline gelmiştir artık.
Bir süre sonra kadının çocuğu doğar. Gelincik zarar vermesin diye çok dikkat eder.
Bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır kadın. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve koşarak gelir. Gelinciği ağzındaki kanları yalarken görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır, hemen öldürür. O sırada içerden bebeğin ağlaması duyulur. Anne odaya girer.
Odada, beşiğin içindeki bebeğin yanında, parçalanmış bir yılan görür.
**
Kin ile din bir arada olmaz. Hz. Ali "kin, öfke doğurur. Kalplerinizi kinden arındırın, zira kin salgın bir hastalıktır" der.
…"Ey rabbimiz" derler, "Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (Haşr, 10)
Tertemiz bir zihne sahip olabilmek ümidiyle şöyle dua edelim:
Ya Rabbi! Öyle bir imkân ve fırsat ver ki namaz için Senin huzuruna durduğumuzda aklımızdan hiçbir şey geçmesin, sadece namaza odaklanalım, sadece Sana kulluk edelim, sadece Senden yardım dileyelim. Ne olur kıyamın, kıraatın, rükuun, secdenin ve tahiyyatın hazzını alalım, lezzetine varalım.
Keza ya Rabbi! Hiçbir Müslüman kardeşimize karşı içimizde kin, nefret, su-i zan, haset, fesat gibi kötü düşüncelere yer verme.. Neyi paylaşamıyoruz iki günlük dünyada, azalarımızdan pişman olacağımız sözler ve fiiller çıkmasına müsaade etme.
Ya Rabbi! Zihnimizi temizlersen hem Senin hakkını, hem de kul hakkını çiğnememiş oluruz. Bize merhamet et. Ne olur bize, bize yakışanla değil sana yakışanla muamele eyle ALLAHIM..   
Amin..
Vesselam.