Bu iki konuda çok konuşmalar yapılmış, makaleler ve kitaplar yazılmış olmasına rağmen hâlâ kafa karışıklığı ve sorular devam ediyor. Bu yüzden konu, bir yazıyı daha hak ediyor.
İslâm, insanlar arasında dayanışmayı, acıları ve zararları paylaşarak, telâfî ederek hafifletmeyi emir ve tavsiye etmiştir. Bu bakımdan teşkilâtlı veya teşkilâtsız olarak insanların belli ölçülerde mal veya parayı ayırıp bir tarafa koymaları, böylece bir sandık teşkil etmeleri, sonra içlerinden birinin malca veya bedence uğradığı hasar ve zararı bu sandıktan karşılamaları, dileyenin istediği zaman sandıkta kalan parasını çekerek bu dayanışmadan ayrılması caizdir; caizin de ötesinde teşvik edilmiştir.
Yukarıda özetlenen dayanışma şeklini bir kuruluş halinde gerçekleştirmek, bunun için yeteri kadar büro ve personel temin etmek, giderleri dayanışma (meşru sigorta) için toplanan paradan karşılamak da caizdir. Toplanan paranın kuruluş tarafından meşrû ve verimli bir şekilde işletilmesi halinde muhtemelen kuruluşun giderleri sağlanan kârdan karşılanabileceği gibi ileriki yıllarda dayanışmaya dâhil kişilerden ek meblâğ almaya da ihtiyaç kalmayacaktır. Bu kurumu veya kuruluşu dayanışmaya dâhil olanlar kurabilecekleri gibi (şirket, vakıf vb. bir statü içinde), dâhil olmayan bir veya birkaç kişinin de kurması, mezkûr hizmeti vermesi ve bu hizmet karşılığında hak ettiği ücreti (ortak ise payı) alması meşrudur.
Katılım (tekâfül, üyelik) sigortacılığı fıkıhtaki “karşılık şartlı bağış” mânâsında “ivaz şartlı hibe” kuralına dayanıyor.
Bu konuda fukaha arasında tartışma (ihtilaf) mevcut ise de “ivaz şartlı hibe” önemli ve muteber ölçüde fukahanın caiz gördüğü bir akit şeklidir.
19 Aralık 2020 tarih 31339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan: Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumundan: “KATILIM ESASLARI ÇERÇEVESİNDE SİGORTACILIK VE BİREYSEL EMEKLİLİK FAALİYETLERİNE İLİŞKİN YÖNETMELİK” ile yıllardır beklediğimiz boşluk dolduruldu. Primli sigorta şirketleri de isterlerse pencere açarak katılım sigortacılığı da yapabilecekler.
Yönetmelik, bu kuruluşların fıkha göre meşru çerçevede çalışmalarını sağlamak üzere en az üç kişiden oluşan “danışma komitesine” yer veriyor:
DANIŞMA KOMİTESİ ÜYELERİNİN GÖREVLENDİRİLME ŞARTLARI
“MADDE 9:
(1) Danışma komitesi asgari üç üyeden oluşur. Üyelerin görev süresi azami üç yıldır. Görev süresi biten üye tekrar seçilebilir. Görev süresinin bitmesi, görevinin sonlandırılması, istifa gibi nedenlerle boşalan üye yerine en geç iki ay içerisinde yenisi seçilir. Üyelerden en az üçte ikisinin yurt içinde yerleşik olması zorunludur.
(2) Danışma komitesi üyelerinin asgari üçte ikisinin, İslami ilimler veya dengi alanlarda en az lisans düzeyinde öğrenim görmüş olması, diğer üyelerin ise katılım finans alanında lisans ya da lisansüstü derecesine sahip olmanın yanı sıra, finans alanında en az beş yıl mesleki deneyime sahip olması zorunludur.
(3) Danışma komitesi üyelerinin; görevlendirilme tarihinden önceki son bir yıl içerisinde şirkette veya kuruluşta çalışmamış olması, eş ve/veya çocuklarının şirket veya kuruluşta yönetici pozisyonunda olmaması, şirket veya kuruluşun hâkim ortağının, yönetim kurulu üyelerinin veya genel müdürünün eşi veya ikinci dereceye kadar (bu derece dâhil) kan veya sıhrî hısımı olmaması gerekir.”
İslâmî hassasiyeti olan kişi ve kuruluşlar için başkası yok diye çaresizlik durumu kalmamıştır.
Bireysel Emeklilik (BES) konusuna gelince:
İslâm’da sosyal güvenlik vardır. İnsanlar çalışmadıkları veya çalışamadıkları zamanlarda geçimlerini ve temel ihtiyaçlarını temin edecek bir kaynağa (kuruma, kuruluşa) muhtaçtırlar ve bunu gerçekleştirmek İslâm toplumunun vazifeleri arasındadır.
Allah rızası için yardımlaşma duygusunun azalması ve mevcut düzende “akraba arasındaki yardımlaşma (nafaka) mecburiyetinin bulunmaması ve diğer hasbî yardımlaşma kurum ve uygulamalarının da ya bulunmadığı veya yetersiz olduğu için BES’e ihtiyaç hâsıl olmuştur.
Kapitalistler bir yerde para kokusu alınca hemen üzerine atlarlar. Bu kuruluşu da onlara yedirmemek için yine katılım esaslı BES kurulmuştur.
Bu fona, imkânı var iken para yatıranlar, “karşılık şartlı bağış” yapmış oluyorlar. Fonda toplanan para meşru işlerde, yatırım ve üretimde nemalandırılıyor. Sözleşmeye göre emekliye benzer para almasının zamanı gelen kişi veya ölürse onun bakıma muhtaç yakınları bu fondan, kendileri için bağışlanmış parayı alıyorlar.
Fondan ayrılmak isteyen kişi de yapılan ödemelerden kalan payını alıp ayrılabiliyor.
Fonu yöneten özel kişiler veya tüzel kişilikler hizmet ücreti alabilirler, vekâlet ücreti alabilirler, fonu yöneterek kâr ortağı olur ve ortaklık kârı alabilirler…
KÜÇÜK BİR HATIRA:
Yıllar önce İSAM’da çalışırken otuz arkadaş, üç ayda bir kur’a çekerek katılımcıların aynı marka araba almalarını sağlamak üzere anlaşmıştık. Her arabanın bedelini katılımcılar, eşit katkılarla ödüyorduk. Arabalar kaza yapmaya başlayınca da bir katılım bankasına hesap açtık, her katılımcı buraya “karşılık şartlı bağış” olarak belli bir para yatırdı. Bizim durumumuz parayı nemalandıracak işler yapmaya müsait olmadığı için enflasyondan etkilenmeyen paralara çevirdik. Bu uygulama birkaç yıl devam etti. Arada ayrılmak isteyen arkadaşlar daima bir bakiye alarak ayrıldılar; yani bankanın verdiği kâr ile anapara hasarları ödemeye yetti de arttı.
Bir de kurallara uygun, verimli nemalandırma yolları kullanılırsa durum nasıl olur siz hesap edin!