"Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli" cümlesi herkesçe malumdur. İnfaktaki edebi ortaya koyar. Yardımda bulunana da bulunulana da iyi gelir; birini riyadan, diğerini onurunun zedelenmesinden kurtarır.
Bu ölçüyü dikkate alan ecdadımız, infaktaki bu edebin en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Tarihimiz bunun en güzel şahididir.
Eskiden şehrin merkezî veya büyük camilerinin avlusunda sadaka taşları bulunurmuş. Çorum Ulu Camiin'de de halen bu taşı görebilmek mümkün. Ekonomik durumu müsait olanlar sadakalarını bu sadaka taşlarına bırakırlar, muhtaçlar da vereni görmeksizin oradan ihtiyaçları oranında alırlarmış.
Şimdilerde "askıda ekmek" ya da "sepette ekmek" yaygın. Bu "ekmek", yerine göre "çay, meyve, sebze" de olabiliyor. Ancak bu uygulama bana yerli gibi gelmiyor, tabiatı biraz soğuk, sıcak değil sanki. Bununla birlikte iyi niyetlerle uygulayan esnafımıza müteşekkiriz. Bir muhtaca bile katkı sağlasa az değil.
Aslına bakarsanız sadaka dendiğinde ecdadımıza ilham kaynağı olan asr-ı saadete gitmemiz lazım. Hz. Ebu Bekir (r.a.) sahip olduğu kırk bin dinarın on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini de açıktan olmak üzere tamamını tasadduk etmişti. Bakara 274. âyet-i kerimenin nüzul sebeplerinden birinin bu olduğu rivâyet edilmektedir.
Söz konusu ayette Yüce Allah şöyle buyurur: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler."
Daha da ilginç bir örnekte yoktan verebilmek var. Hz. Ali (r.a.), sadece sahip olduğu dört dirhem gümüşün birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini de açıktan olmak üzere hepsini tasadduk ettiği yine yukarıdaki ayet vesilesiyle rivayet edilir..
***
Son günlerde basında yer alan bir haber açıkçası beni çok mutlu etti. "Ahir zamandayız, insanlar zenginleştikçe altta kalanları küçümsüyor, zekât hakkıyla verilmiyor, sadakalar, hayır-hasenat gösteriş malzemesi yapılıyor" algısını yıkan bir haber.
İşte o haberden bazı cümleler:
Hasköy'de çoğunluğu gecekondudan oluşan mahallede hemen herkes 1 aydır gece kapılarının arasından bırakılan para dolu zarfları ve bunu kimin yaptığını konuşuyor.
Bazı kişiler sabaha karşı mahalleye giriyor ve önceden belirledikleri maddi durumu kötü ailelerin kapıları arasından içeriye zarf bırakıyor. Bazı eve tek, bazılarına ise 2 ya da 3 zarf. Zarfların her birinden bin TL çıkıyor.  Sabah kalktıklarında  zarfları görenler,  içine açtıklarında da büyük şaşkınlık yaşıyor. Her zarfta bin TL bulunuyor. Aynı zarfların başka evlere de bırakıldığını öğrenenler, daha sonra bunun bir yardım zarfı olduğunu anlayarak rahatlıyor.
Şimdi herkesi 'Hızır' adını verdikleri bu hayırseveri merak ediyor.  
Mahalle sakinlerinden  Paşa Ali Bilgin, "Sabah namaz vakti kalktım evde tespih çekiyorum. Abdest aldım. Bir ses oldu dışarı çıktım. Baktım bacımla konuşuyorlar. Ne oluyor, dedim. 'Amca bir zarf bıraktım pazar parası yaparsınız' dedi.
Dedim ki 'Burada bir hane yok. Bacım da var' dedim. Yukarılarda ona da vermişler. Dağıtarak gelmişler. Sonra gittiler. Zarfta ya 100 ya da 200 lira var sandım. Baktım bin TL var. 3 zarf aldık. 'Nereden geldi bu para?' dedim. 'Amca karıştırma bu söylenmez. Patronumuz sağ olsun' dediler." diye konuştu. (http://www.milliyet.com.tr/herkes-o-ismi-merak-ediyor-04.03.2019)
Ülkemiz zenginleri arasında böyle örneklerin yaygınlaşması en büyük temennimiz. Fakir-fukara, garip-guraba biter mi, bitmez. Olsun, "deniz yıldızı" hikâyesinde olduğu gibi kurtarılan bir kişi, bir kişidir.
Sözü fazla uzatmadan iki ironi ile bitirelim:
Amerikalı gazeteci Afrikalı’ya sorar:
"Siz niye bu kadar aç ve yoksulsunuz?" Gazetecinin garip biraz da naif sorusu Afrikalı tarafından şöyle cevaplanır:
"Siz bu kadar tok ve zengin olduğunuz için."
**
Yoksulluk kaç gün sürer baba?
40 gün oğul.
40 günden sonra zengin olur muyuz?
Yok oğul, alışırız.
Vesselam..