Üç aylardayız. Kandiller geçidi bu aylar. Miraç Kandili’ni de geride bıraktık. Ramazan'a sağlık, sıhhat ve afiyetle ulaşırız inşallah.
Miraç'ın en önemli özelliği namaz ibadetiyle ilişkisi. Namaz'ın en önemli özelliği de secde ile olan ilişkisidir.
Şöyle desek sanırım itiraz eden çıkmaz: Namaz Miraç'ın, secde de namazın özüdür.
Secde birinin önünde diz çöküp alnı yere koymak, nefsi ayaklar altına almaktır.
O "biri", kul ise; kulun kula kulluğu çok ucuzcadır ve pazara kadar bile zor sürer. İhtiyaç miktarı kadardır. Zira helvadan put yapanlar, acıkınca yiyorlardı.
O "biri", Rab ise muhtaçlık bitmeyeceğine göre kulluk mezara kadar olacaktır. Rabb'e kulluğun gereği "secde"ye gidenlerin alınlarında izler peyda olacağı bildirilir.
Kur'an'da öyle buyrulur:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir." (48/Fetih, 29)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), söz konusu secde nişanlarını abdest bağlamında atların sekisine benzetmiş bunları dünya ve ahirette tanınma alametleri olarak görmüştür:
Hz. Peygamber(s.a.s.) bir gün kabristana geldi ve şöyle dedi: "Selâm size ey mü'minler diyarı! İnşaallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmemizi çok isterdim." Bunun üzerine Ashab-ı kiram:
-Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ey Allah'ın Resûlü? dediler. Resûlullah:
-Sizler benim ashabımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır buyurdu. Bu defa sahabeler:
"Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allah'ın Resûlü?" dediler. Peygamber Efendimiz:
-Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı? diye sordu. Sahâbe:
-Evet, tanır, ey Allah'ın Resûlü, dediler.
Efendimiz: "İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben havzın başına onlardan önce varacağım" buyurdu. (Müslim, Tahâret, 39)
Abdest, kulun kulluk öncesi ruhen ve bedenen kendini hazırlama ameliyesidir. Huzuruna çıkacağı Ulu Varlığa karşı saf ve tertemiz olma arzusu. Abdest ile arı-durulaşan kul, secde ile Allah'a tekarrubun zirve noktasına erişir.
Nitekim Resûlullah(s.a.v.) malum hadis-i şerifinde:
"Kulun secdedeki anı, Rabbine en yakın olduğu andır; onun için (secdede) duayı çoğaltın." (Ebu Davud, II, 33) buyurur.
Ancak secde o kadar da kolay bir eylem değildir. Özellikle namazla ilk tanışan birisi için; kıyam, kıraat, rüku arkasından da secde. Yani alnı, burnu yere koyma.
Profesör Jeffrey Lang (Amerikan Kansas Üniversitesinde Matematik hocası) "Müslüman Olduğum Gün" kitabında secdeyle ilk buluşmasını şöyle anlatır:
…Şimdi secdenin sırası gelmişti ve secde yerine o kadar tedirgin bir bakış ile bakıyordum ki, ben mi bunu yapacağım? Nasıl ellerimi, dizimi ve yüzümü yere koyup kölelerin efendisine yaptıkları hareketi yapacakmışım? dedim. Sanki yerimde çivilenmiş gibi duruyordum, hayır bunu yapamam, diye haykırıyordu içimden bir ses. Kendimi bu kadar zelil edemem ben, burnumu da mı yere dokunduracaktım?
Hayır! "Yapamam" dedim. Sanki ayaklarım dondu da hareket edemedi.
Beni böyle görecek arkadaşlarımın bana, ne kadar güleceklerini ve hatta kahkaha atacaklarını hayal ediyorum ve onların bana yazık, miskin olmuş, Araplar ona dokunmuş "San Francisco" da diyorlar gibi. Hayır! Hayır! dedim ve dua etmeye başladım "ne olur yardım et Allah'ım" dedim ve derin bir nefes aldım, nefsimi zorladım ve ellerim ve ayaklarım ile yere indim. Yüzümü bir türlü seccadeye koyamıyordum. Sonra bütün düşünceleri attım kafamdan ve zorlayarak seccadeye yüzümü koydum, üç defa Subhane Rabbiyel A'la dedim…
Kime secde ettiğini bilmeyenler ile secdeyi sıradanlaştıran ve otomatiğe bağlayanlar bahs-i diğer, bu yazının konusu değil.
Değil mi ya:
"Secde ne güzel bir şey… Yere fısıldıyorsun. Arş-ı ala duyuyor."
Vesselam.