Cafer Bin Ebu Talip M. 590 yılında Mekke'de doğmuştur. Hz. Ali'nin abisi olup, ondan on yaş büyüktü. Ebû Talip'in çocuklarının fazla oluşu ve geçim sıkıntısı çektiği için yükünü hafifletmek üzere Peygamberimiz Ali'yi, amcası Abbas da Cafer'i yanına almıştı. Bu sebeple Cafer'in gençlik yılları amcası Abbas'ın yanında geçmiştir.
Cafer, Hz. Peygamber'e ilk iman edenler arasındadır. Mekkeli müşriklerin Müslümanlara eziyet ve işkenceleri artınca, hanımı Esma ile birlikte Habeşistan'a hicret eden kafileye katılırlar. Peygamberimiz onu bu kafileye başkan tayin eder. Mekkeli müşrikler, Habeşistan'a Amr b. As başkanlığında bir heyet göndererek, onları geri isterler.  Amr, Necaşiye; "Bazı ayaktakımı insanlar kendi dinlerinden ayrılarak buraya sığındılar. Sizin dininize de girmeyip yeni bir din icat ettiler. Bunları geri bize teslim etmenizi istiyoruz" Kral, ülkesine sığınan insanları dinlemeden kendilerine teslim etmeyeceğini ifada ederek, müslümanların huzuruna getirilmesini ister. Müslümanların temsilcisi Cafer; "Ey hükümdar bunlara sorun, bizler bunların köleleri idikte kaçtık ondan dolayımı bizi kendilerine teslim etmenizi istiyorlar? Biz bunlardan birilerini öldürdük kaçtık ondan dolayı kan bedeli olarak mı bizi istiyorlar? Mallarını aldık, çaldık ondan dolayımı bizi kendilerine teslim etmenizi istiyorlar" diye yönelttiği bütün soruları Necaşi de Amr'a yöneltir ve hepsine de hayır cevabı alır.
Cafer tekrar söz alarak şu tarihi konuşmayı yapar; "Ey hükümdar! Allah aramızdan birini seçip de onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik. Kendi ellerimizle yaptığımız putlara tapar, kendi kız çocuklarımızı uğursuz kabul ederek diri diri toprağa gömer, haram helal mefhumu da gözetmezdik. Ölü eti yer, akrabalarımızla alâkayı keser, komşularımıza kötü davranırdık. İşte bu hâl üzereyken Allah bize soyunu, sopunu, doğruluğunu, eminlik ve iffetini çok iyi bildiğimiz bizden birini peygamber olarak gönderdi. O da bizi Allah'ı birlemeye ve O'na kulluk etmeye davet etti. Bize doğru sözlülüğü, emanete hıyanet etmemeyi, akrabaları ziyareti, komşulara iyi davranmayı, kan dökmemeyi ve haramlardan uzak durmayı emretti. Kötülüklerden, yalan yere şahitlikten, yetim malı yemekten, iffetli kadına iftiradan men etti. Allah'a ibadet etmemizi, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, namaz kılıp sadaka vermemizi istedi. Biz de onu tasdik ettik ve gereklerini yerine getirdik. İşte bu yüzden kavmimiz bize düşman oldu. Eziyet etti. Bize işkence ederek sıkıntıya düşürdüler, inandığımız dinimizin gereklerini yerine getirmemize engel oldular. Biz de seni adil bilerek memleketine sığındık. Senin himayene güvenip zulme uğramayacağımızı ümit ettik."
Necaşi, "Peygamberinize gelen ilahi mesajlardan bir bölüm okuyabilirmisiniz" Cafer de hicretten kısa bir süre önce nazil olan Meryem sur. ilk otuz beş ayetini okur. Necaşinin ağlayarak dinlediği rivayet edilir. Cafer, Ankebut ve Rum surelerinden de ayetler okuduktan sonra, Necaşi: "Vallahi bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa da, İsa da aynı şeyle gelmiştir. Vallahi bunları size teslim etmem" dedikten sonra Cafer'e de dönerek "Benim ülkemde, benim güvencem altında istediğiniz kadar kalabilirsiniz" der. Amr, bu kez de Müslümanların Hz. İsa hakkında iyi düşünmedikleri ve onu kul olarak kabul ettikleri fikrini Necaşiye anlatarak, onun Hıristiyanlık inancındaki hassasiyetinden istifade ederek, onları zor durumda bırakabileceğini hesaplar. Amr'ın bu sözleri karşısında da Cafer "İslâm inancına göre, Hz. İsa'yı Allah'ın kulu ve elçisi olarak kabul ettiklerini, onun bakire Meryem'den doğmuş olduğuna inandıklarını ve onu Allah'ın ruhu ve kelimesi olarak bildiklerini beyan eder. Aldığı cevaptan memnun olan kral, yine Cafer'i haklı bularak, onları teslim etmeyeceğini bir kez daha ifade eder. 
629 yılında Suriye'ye gönderilen orduya Peygamberimiz, Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin eder. Eğer o şehit edilirse Cafer in, o da şehit düşerse Abdullah b. Revaha'nın orduya kumanda etmesini ister. MUTE'de düşmanla karşılaşan İslâm ordusu,  ardı ardına bu üç kumandanını da şehit verir. Zeyd şehit düşünce, sancağı Cafer alır. Zırhını giyerek atına biner ve düşmanın ortalarına kadar ilerler. Bu sırada bir elini kaybeder. Sancağı diğer eline alır. O elini de kaybedince, sancağı koltuğunun altına sıkıştırır. Aldığı darbelerle yere düşerek şehit olur. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah: "Cafer'in bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası vardı" Üç komutanının şehadet haberi Rasulüllah'a ulaşınca, Amcası oğlu Cafer'in evine gider. Esma: "Rasulüllah bize geldiğinde, yüzünde bir üzüntü ifadesi gördüm. İçimden korkmaya başladım. Ancak istemediğim şeyi duyarım korkusuyla, ona Cafer'i soramadım. Selam verdi ve şöyle dedi: Bana Cafer'in çocuklarını getir. Çocukları çağırdım. Rasulüllah onlara eğilip koklamaya başladı. Gözlerinden de yaşlar akıyordu. Dedim ki: Yâ Rasulüllah! Niçin ağlıyorsun? Yoksa sana Cafer ve arkadaşlarıyla ilgili bir haber mi geldi? Evet… Bugün şehit oldular… Çocuklar benim de ağladığımı görünce, yüzlerindeki tebessüm gitti, sanki başlarına taş düşmüş gibi yerlerinde çakılı kaldılar. Rasulüllah, gözlerini sildi ve şöyle diyerek ayrıldı: Allah'ım, onun soyundan bir Cafer ver. Onun ailesinden bir Cafer ver. Cafer'i cennette gördüm. Kana boyanmış kanatları vardı. Cafer, iki kolunun da kesilmesi ve kuş gibi kanatlanıp cennete uçtuğunun kabul edilmesiyle, ölümünden sonra "çok uçan" anlamına gelen "Tayyar" lâkabıyla anılmıştır. Şehit düştüğünde kırk yaşında olan Cafer, hem Habeşistan'a hicret ettiği hem de buradan dönüşünde doğrudan Medine'ye gittiği için "Zü'l hicreteyn" ve ashabın muhtaçlarını, fakirlerini daima gözettiğinden "Ebu'l mesâkin" lâkaplarıyla da anılmıştır. Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'den sonra en cömert olarak Cafer'i göstermiştir.
Onlar malları ve canları ile Allah (cc) yolunda mücadele ederek geride bizler için güzel örnekler bıraktılar. Karşılığında da Rabbimizin rızasını kazanarak vâd edilen ve ebedi yurt olan cennet ve nimetlerini hak ettiler. 
Yüce Rabbimiz bizleri de rızasını kazanma yolunda gayret gösteren kullarından eylesin.