Koronalı günler devam ediyor.  

İki haftadır filyasyon kontrol ekiplerinde yer alıyoruz. Kontrole gittiğimiz hânelerde pozitif olanlarla, pozitifler yüzünden karantinada olanlar arasında çok farkın olduğunu gördük. Birisinde oranı kişiden kişiye değişen karamsarlık, diğerinde "bende bir şey yok" havası. Dolayısıyla karantinada olması gerekenler ev dışına çıkabiliyor, adreslerini terk edebiliyorlar. 
Araplarda bir ata sözü var "men lem yezuk la ya'rif"=tatmayan bilmez.  

Bu dönemde hasta olmak, bu hastalarla doğrudan ya da dolaylı ilgili olmak hele de hastalık yüzünden vefat etmek zor, çok zor bir durum. 
İnsanız işte, böyle nice badireler atlatıyoruz yaşadığımız zaman zarfında.  

Zorluklar, yokluklar, sınavlar geçiriyoruz.  
Bir bakış açısıyla bunlar bizi olgunlaştırıyor, boyumuzun ölçüsünü aldırıyor.  
Zira varlık elde etmek için yokluk gerek.  

Sıfır ev yapmak için arsanın boş olması lazım. Kalbe Allah'ın yerleşebilmesi için diğer ilahların orada olmaması lazım. La ilahe illallah'ın anlamı bu.   
Ancak insanın tabiatı gereği sızlanmalar oluyor, "ne olumsuzluk varsa beni buldu" deniliyor. 
Herkes kendi derdini büyük biliyor, ah-vah ediyor, şikâyete başlıyor. 

Oysa Mevlana'nın dediği gibi "sanma ki dert sadece sende var. Sende ki derdi nimet sayanlar da var." 
Bir de şu motto cümlelere kulak verelim: 
Halinden şikâyetçiysen bir düşün;  
Haylaz çocuğun, çocuğu olmayanların hayali.  
Küçük evin, evsizlerin hayali.  
Sevmediğin işin, işsizlerin hayali.  
Uyuyabildiğin geceler, hastaların hayali.  
Özgürlüğün, hapistekilerin hayli.  
ŞÜKRET! Şükret ki mutlu olabilesin. 
            ** 
Malum öyle ya da böyle her gece sabah olur, her zorluk/darlık geçer. Sonunda anlarız ki başımıza gelenleri biz hak etmişizdir, boşuna değildir. Burada herkesin kendine yetecek derdi var. Orada da(ahirette de) öyle: 
 "O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır." (Abese, 37) 
Sevgili okurlar, bir insan doğdu mu ölene kadar başına bir şeyler gelecek. Mutlu olacak, sevinecek, üzülecek, hayrın ya da şerrin peşinde koşacak. Kendine göre bir yol illa tutturacak.  
Biliyor musunuz önemli olan verilen nimetlerin farkına varmak/varabilmek. Şükür denilen kulpa tutunmak 
Gelin size belki okumuş ya da duymuşsunuzdur ama 99 kuralı adlı bir hikâye anlatayım.  
Şöyle: 
Kral vezire sormuş: Hizmetçimin hayatta benden daha mutlu olduğunu görüyorum, neden?  
Oysa onun hiçbir şeyi yok. Ben ise kralım, her şeye sahibim ancak huzursuz ve keyifsizim, mutlu değilim.  
Vezir der ki: Ona 99 kuralını dene.  
Kral, "99 kuralı nedir?" deyince,  
Vezir, gece bir keseye 99 dinar koyup kapısına bırak ve üzerine de bu 100 dinar sana hediyedir yazarak kapısını çal, sonra olanları izle diye cevap verir.  
Kral vezirin dediğini yapar.  
Hizmetçi keseyi alıp dinarları sayar ancak bir tanesinin eksik olduğunu görünce 'herhalde dışarıda düştü' diyerek ev halkıyla birlikte aramaya koyulur. Gece biter sabah olur ama onlar hâlâ kayıp dinarı aramaktadırlar. Eksik dinarı bulmadıkları için baba çocuklarına kızar ve sakin biri olduğu halde değişir ve onlara saldırır hale gelir.  
Ertesi gün sabah hizmetçi gamlı düşünceli olur. Çünkü bütün gece uyumamıştır. Asık suratlı, keyifsiz, tebessümden yoksun, güler yüzsüz ve halinden şikâyetçi bir surette kralın yanına gider. Böylece kral da 99 kuralının manasını anlamış olur.  
Biz, Allah'ın (c.c) bize hibe etiği 99 nimeti unutur, bütün hayatımızı kayıp bir nimeti aramakla geçiririz! Burada yapılacak şey şudur, aslında pek de farkında olmadığımız nimetlerin farkına varmak ve değerini bilip şükretmektir. Çünkü nimet, şükrettikçe artar.  
            ** 
Mevlana ve Yunus Emre'den birer mesajla yazımızı bitirelim: 
"Eğer bir gün çok büyük bir dedin olursa; Rabbine dönüp 'büyük bir derdim var' deme, derdine dönüp 'büyük bir Rabbim var', de." 
"Ben dert ile ah ederdim  
Derdim bana dermân imiş" 
Vesselam...