Geçtiğimiz ay, koro eğitimi üzerine bir workshop çalışması yapmak üzere Almanya'ya davet edildim. Bir eğitimci olarak bu davet, çalışmalarımın bir meyvesi olarak beni çok memnun etti. Yılardır alanımda yapmış olduğum çalışmaların ilk meyvesini çoksesli koro düzenlemeleri kitabı olarak sunmayı başarmıştım. Sonrasında gelen bu davetin, bundan sonra yapacaklarımı da şekillendirmesini umuyorum.
Çok güzel ve bir o kadar verimli geçen Almanya Gençlik Senfoni Orkestrası Buluşması, hafızamda çok renkli izler bıraktı. En başta, gezen mi okuyan mı sorusunun cevabı geldi aklıma. Sonra şu sonucu hemen çıkarıverdim: Ne kadar okursan oku, gezip görmedikçe, neyi, ne kadar bildiğinin kıyasını yapmadıkça okumak, hep bir ayağı eksik ve hep biraz az… 
Anneme orada gördüğüm, hayran olduğum güzellikleri anlatıyordum. Beni ikaz etti: Bana yabancıları övme! Annemin haklı olduğunu düşünmeye zorluyorum kendimi. Fazla abartmayım diyorum. Eleştirecek bir iki unsur bulayım diyorum. Hiçbir cümle oluşturamıyorum. Yok ki! Tamam anne, övmem…
Yaya geçidinde bir yaya görüldüğünde istisnasız durulabildiği, parklarında gezerken gözünüzün hiçbir çer çöpe takılmadığı, kuğuların, sincapların insanlarla iç içe olabildiği, kentsel dönüşüm saçmalığına gerek kalmaksızın binaların, insanları onurlandıracak şekilde saygıyla dizayn edildiği, üç yüz bin nüfuslu bir şehrin bütün eğitim işlerinin, bir binada bulunan iki oda ve içindeki üç memur tarafından yürütüldüğü, sokaklarında bir hafta yürüdükten sonra ayakkabılarınızın tertemiz kalabildiği, sen benim kim olduğumu biliyor musun sorusunun henüz dillere düşmediği, iş yapan, işe yarar, yetenekli insanların el üstünde tutulup, geri kalan tüm mevzunun hiçbir öneminin olmadığı bir yer…
Doğru! Sadece övülmez, ayakta alkışlanır… Aslında tüm bunların övülecek, alkışlanacak bir tarafı yok. İnsan fıtratı tüm bunları uygulamak üzere kodlanmış. Gel gör ki dünya hayatı, farklı coğrafyalarda, farklı algılayış ve dokunuşlarla, zaman içerisinde insanı bu güzel özelliklerinden uzaklaştırmış.
Adı Almanya olmuş, Hollanda olmuş, Fas olmuş, Kamerun olmuş… Fark eder mi? 
Yürütülen projenin ev sahipliğini yapan okul müdürü Ulrich, büyük parkta gezerken bir heykel gösterdi. Yüz elli sene önce bu parkı tasarlayan adamın heykeliymiş. Hiç yalnız bırakmazlarmış onu... Özenle çizilmiş, bakmaya doyamadığınız parkın müstesna köşesinde, yanındaki banklara oturan birisi yoksa, ya bir ördek ya da bir sincap eşlik edermiş ona…