Bir yaz düğünü karşılaştım onunla. Kız tarafıymış. Gelin'in eniştesi… Beyefendi, hayli düzgün görünümlü birisi. Nikâh sonrası bir araya gelip bir masa etrafında tanışıp konuşma fırsatı bulduk. Gittiği yurt dışında kısa sürede işini büyütmeyi başarmış, dünyanın birçok bölgesinde şubesi bulunan bir işletmenin ortağı olmuş. 
Bazı karşılaşmaların kısa süreli olacağını kestirebilirsiniz. Bunun da onlardan birisi olduğu belliydi. Oğlan tarafında yapılması gereken bir tören ve bunun sonunda bir daha bir araya gelemeyeceğiniz insanlar… O da bu durumun farkında olsa gerek ki, tanışma ve özgeçmiş kısmını özet geçti… Öğretmen olduğumu söyledikten sonra, benim de konuşulabilir birisi olduğumu anlamış olacak ki, o soruyu sordu:
"Dünya'nın en özgür ülkesi neresi?"
Karşımdaki kişi, her gün oturup çayını içtiğim kahvehanedeki dayı ya da amcalardan birisi olsa, bu mevzuya yalan yanlış katılır, sonu nereye vardığı umurumda olmaksızın solu kapatıp giderdim… Ne yazık ki şu durumda bunu yapamam! Dünyayı iki kez dolaşmış birisi ile alelâde konuşamazsınız. Ağzınızdan çıkan ilk kelimede mat olacağınızı bilmek çok kötü bir durum. Sustum… Sorudaki kinayeyi kavramıştım. Şaşırtmacalı, zekice bir soruydu. Bir yandan sorgulatmak amaçlı, geniş perspektifli… Zaten sorma şeklinden "ben biliyorum" diyen adamı da dinlemek istiyordum. Aramızdaki misafir olma durumu da bu kararımı pekiştiriyordu. Merakla dinleyen bakışlarımı görünce adam devam etti:
"Biraz daha açayım soruyu o zaman… Vergi kaçırma konusunda birçok seçeneğin bulunduğu, vergi aflarının düzenli olarak uygulandığı, kaçırana da nazikçe davranıldığı, seksen tane sabıkası olan birisinin elini kolunu sallaya sallaya, küstahça ortalarda dolanabildiği, trafik kurallarının hiçe sayılıp hiçbir yaptırımının olmadığı bir ülke desem!"
Maalesef sorunun cevabı ayan beyan ortaya çıkmıştı. Ben yine de sürpriz bir son bekleyen düşüncelerimi muhafaza etmek istiyordum. Bir Orta Amerika Ülkesi olabilirdi. Ya da Afrika… Neden en kötüsünü düşünüyordum ki? Ne kadar fesattım! Annem der hep zaten. Ağzını hayra aç! Öyle yapmalıydım. En azından sonucu söyleyen ben olmamalıydım. Kabul edip itiraf eden durumuna düşmek te an meselesiydi. İyi öğretmen taktiği… Bütün verileri ortaya koyup kenara çekilmek! Karşımda iyi bir öğretmen vardı. Bu belliydi… Susmaya devam ettim. Meraklı ve bir türlü anlayamayan bakışlarımı yoğunlaştırdım. Böylece itiraf etmek istemiyorum duruşumu koruduğumu da düşünüyordum. Adam benim suskunluğumdan, fikir üretmek istemeyişimden rahatsız  olmuşçasına devam etti:
" Evet hocam! Bilemedin mi?"
Yılların hocası… Ben! Bilemedim demek yakışır mı hiç! Birkaç cümle de mi çıkmaz insanın ağzından. Ne desem, nereden girsem? Çalışmadığım yerden geldi soru. İzin istesem, karnım ağrıyor deyip revire gitsem… Kitabın kalemin şekillendirdiği, hayatın yonttuğu, Evliya Çelebi gibi bir adama ne söylenebilir ki? Sadece gezen ya da okuyan olsa, tutunacak bir yer bulabilirdim. Adam hem gezmiş hem okumuş! Dünya'nın en iyi pasör çaprazı Vargas smaç vuracak, ben savunmadayım!
Adam halâ sustuğumu görünce bıyık altından tebessüm ederek devam etti: " Eğer soru Dünya'nın en güzel ülkesi olsaydı, bir dakika bile düşünmeden göğsümüzü gere gere cevabımızı verirdik. Aslında özgür ülke de olumlu bir soru. Gocunacak bir şey yok. Lâkin birilerinin özgürlüğü başkalarına, hakka, hukuka, kamuya zarar veriyorsa orada sıkıntı var demektir!"
*
Geçen Cuma sabahı davul zurna sesleriyle uyandık. Gelin almaya gelmişler. Cumartesi Pazar devam etti düğün. Davul zurna da… Evin içinde gibiydiler. Bir ara evdekilerle işaret diliyle anlaştık. Delikanlılar havaya ateş açtı. Kurusıkı tehlikesizmiş! Polis geldi "çocuklar çok ayıp" deyip gittiler… Sonrasında özgürlüğe açılan şehrin yollarında, gelin konvoyunun korna sesleri geldi kulağımıza…