Bir işi vardı, her gün gidip geldiği…
Gitti, geldi! Nereye gittiğini, ne yaptığını bilemeden geçti bir ömür. Ne gördüğüne, ne duyduğuna dönüp baktı! Hele hissettiklerine oralı bile olmadı. Sabah Sekiz, akşam beş… Gitti geldi… Bu sırada hayatın hakkını da verdi. Yedi, içti, gezdi, tozdu. Bayram yaptı, doğum günü kutladı. Aile meclisindeki figürünü, rolünü en ideal şekilde taşıdı. Tüm bunları yaparken zor toplara hiç dalmadı, yaralı parmaklardan uzak durdu. Beceriksizliği seçti, anlamamayı… Böylesi daha iyiydi. Uyarmadı yanlışları, görmedi, geçti yanından. Görenlerin, duyanların, hissedenlerin karşılaştığı zorlukları çok dinlemişti. Çok teselli etmişti onları. 
Vah vah! Tüh tüh! 
Çok iyi dert babasıydı. Dinlerdi… Dinlerken daralırdı. Bir an kendisini onların yerine koyar, sonra kendi duruşunun, görmezliğinin, duymazlığının en iyi seçenek olduğunu düşünür, yerini sağlamlaştırırdı. Etrafındaki insanların yaşadıklarını, anlattıklarını gördükçe daha da çok içine kapanır, mazbutluğunu pekiştirirdi. Kendisi hakkında söylenen kitipiyoz, nakıs, duyarsız şeklindeki ifadeleri de görmezden gelirdi.  Dedim ya! En iyi yaptığı şeydi görmezden gelmek… Görünmek, görmeyle başlardı. Bunu çok iyi biliyordu. Görünmemek en iyisiydi. Ona seslenilmeyen gün en güzel gündü. En rahat, sakin, risksiz bir gün… 
Görevinde yükselmeye hiç çalışmadı. Niye uğraşsındı ki? Ne gerek vardı? Üç kuruş daha fazla alacağım diye rahatını huzurunu niye kaçırsındı ki? Üstündekilerin vaziyetlerini, koşuşturmalarını gördükçe hiç istifini bozmuyor, kendisine bir çay söyleyip rahatlatıyordu. Vaziyeti idare etmekte üzerine yoktu. Oğlanın okul kaydına, veli toplantısına, mezuniyet törenine bile gitmedi. O da mum gibiydi garibim! Babasının tabiatını bildiği için hiç ağzını açıp bir talepte bulunmadı. Herkese nasip olmazdı böylesi çocuk. Ona baktıkça babalığından gurur duyuyordu. İkincisi için de hiç uğraşmadı. Bir tanesini adam gibi yetiştirelim yeter diyordu. Çocuk yetiştirmek zordu!
Karısının da ağzında dili yoktu. Sanki Allah onu karşısına özellikle çıkarmıştı. Evde, dört duvara razı haliyle, kanaat kelimesi ile bütünleşmiş birisinin ona denk gelmesi tesadüf olamazdı.
Oğlan Üniversite Erasmus Değişim Programı marifeti ile yurt dışına çıktı. Orada kalmayı da becerdi. Zaten Üniversiteyi de burslu okumuştu. Baba' dan bir şey beklemedi, seslenmedi hiç! Evladının bu başarısı aklına geldikçe gururlanıyordu. Etrafındakilere çocuk okutmanın zorluğundan bahseden cümleler kuruyordu.
Nihayet emekli oldu. Sığamadı bir yerlere… Dolandı ortalıklarda öylesine. Hastalandı. Önce gözü, sonra kulakları… Başka birisi psikolojik dedi… Gitti geldi bir süre hastanelere… Bir sebep yoktu görünen! Hastaydı… Bilemediler! Yurt dışına yerleşen oğlu yanına çağırdı. Gitmedi. Buranın hastaneleri daha iyi dedi. 
Sonra bir sabah öldü. 
Ne gören, ne duyan oldu salâsını. Hoparlör kısa devre yapmış çalışmamış. İmam izinde olduğu için müezzine kalmış iş… Oğlan gelsin diye bir gün beklediler. O gün hiç yağmadığı kadar yağmur yağdı. Yollar dereye döndü. Cami de hiç olmadığı kadar boştu o gün. Cenazeyi gören üç beş esnaf vardı omuz atan; Onlar da yarı yolda bıraktılar! Oğlan üç tane hamal tuttu. Zar zor defnettiler.