"Kendini bilmeyen başkasını nasıl bilir? Kınama ve azarlamada aşırı gitmek inada neden olur. Kıskanç insan hiçbir zaman rahat ve huzur yüzü göremez. Kıskançlık hastalıkların en kötüsüdür. Ölümü unutmak, kalbi paslandırır. Faziletlerin başı ilimdir. Fazilet sahibinin kıymetini ancak fazilet sahibi bilir. Kıskançlık ateşin odunu yediği gibi iyilikleri yer bitirir" Hz Ali 
Hz. Ali âbid, zahit, kahraman, cesur, hayırda yarışan, takvâ sahibi ve son derece cömert bir kimse idi. Onun; cömertliği ve erdemi Peygamberimize olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî mirastan kaynaklanmaktadır. Hz. Ali, ölümden korkmayan bir cengâverdi. Daha hayatta iken Allah Resulünün Cennetle müjdelediği on kişiden birisidir. O ilim, takvâ, ihlâs, samimiyet, fedakârlık, şefkat, kahramanlık, şecaat ve İslâmı tebliğ gibi yüksek ahlâkî ve insani vasıflar bakımından müstesna bir kimse idi. Onun cesaret ve şecaati ile gönüllerde yer edişi, "Haydar-ı Kerrâr" ve  "Şâh-ı Merdân" sıfatlarıyla tanınmasını sağlamıştır. O, Kur'an ve Sünnet'e son derece bağlı idi. Dünya ve süslerinden kaçar, onun aldatıcılığına asla aldanmazdı. Hz. Ali, son derece kanaatkâr ve kifayet miktarı dünyalıkla iktifa eden bir şahsiyetti. Hz. Ali, çokça gözyaşı döküp muhaliflerinin iman ve hidayetleri için dua edecek kadar hassas, takvâ sahibi, kâmil bir mümindi. Her şeye ibret nazarı ile bakar ve uzun uzun tefekkür ederdi. Allah korkusundan öksüz bir çocuk gibi ağlar, hasta bir insan gibi tir tir titrerdi. İbadeti çok sever ve riyâzata devam ederdi. Az yemeyi, çok ve büyük işler yapmayı severdi. Dini aziz tutar, yoksullara çok şefkat, merhamet ve muhabbet beslerdi.
Hiç yalan söylediği, saçma sapan konuştuğu duyulmamış, eğreti bir iş yaptığı görülmemiştir. Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranır, kimsenin hakkına tecavüz etmezdi. Öylesine mütevazı giyinirdi ki görenler onu çok fakir zannederlerdi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbise ile câmiye gittiğini naklederler.
"Güzel bir karakter, güzel bir yüzden daha uzun ömürlüdür" diyen Hz. Ali,  devamlı Peygamberimizin yanında ve yakınında bulunmuş ve bütün cihat hareketlerine katılarak büyük kahramanlıklar sergilemiştir. Uhud'da ve Huneyn'de muhtelif yerlerinden yaralanmış ve Bedir'de sancaktarlık yapmıştır. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı, hâkim noktaları tespit ederek Peygamberimize bildirmiş ve bu mevkileri kontrol altına alarak Bedir'de mühim bir savaş harekâtının başarıya ulaşmasına büyük katkı sağlamıştır. Bedir Gazasının başlamasından önce, Kureyşliler ile teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid bin Muğire'yi kılıcı ile yere serdiği gibi zor durumda kalan Hz. Ubeyde'nin de yardımına koşarak onun hasmını da bertaraf etmiştir. 25 yaşlarında bir delikanlı olarak büyük kahramanlıklar gösteren Hz Ali Peygamberimizin teklifi üzerine, Bedir'de yapılan kuyudan bir kırba ile ashaba su taşımıştır. Burada kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ile Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan, bir de deve verilmiştir.
Hz. Ali'nin "Zülfikar" ismi verilen meşhur bir kılıcı vardı. Ucu iki çatallı olan bu kılıcı, Uhud'da gösterdiği üstün kahramanlık, cesaret ve fedâkarlık sebebiyle Peygamberimiz hediye etmişti. Münebbih bin Haccâc'a âit olan bu Zülfikar, Bedir'de ganimet olarak alınmıştı. Allah Resulü, Hz. Ali'yi bazen Medine'de yerine vekil bırakmış, bazen de kumandanlık, sancaktarlık, kadılık gibi vazifelerle muhtelif yerlere göndermiştir. Hz. Ali, ilk üç halife döneminde her hangi bir idârî vazife almamış ve yapılan savaşlara da katılmamıştır. Sadece Hz. Ömer'in Filistin ve Suriye seyahati esnasında Medine'de askerî vâli olarak görev üstlenmiştir. Medine'de ikâmet ederek dinî ilimlerle meşgul olmayı tercih etmiştir. Kur'an ve hadis konusundaki derin ilmi ve bilgisi sebebiyle hem Hz. Ebubekir hem de Hz. Ömer bilhassa fıkhî meselelerde ona müracaat etmişlerdir.
Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip âdeta İslâm devletinin fahrî baş kadısı olarak vazife yapmıştır. Hz. Ömer'in şehadeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle vazifelendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan birisi olmuştur. Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tavrından pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikâyetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti göstermiştir. İsyancıları, teşebbüs ettikleri işten vazgeçirmek için ikaz ve nasihatlerde bulunmuş ancak onların halifenin evini kuşatmalarına engel olamamıştır. Hâdise ciddî boyutlara ulaştığında ise oğulları Hz. Hasan ile Hüseyin'i halifenin evinin önüne nöbetçi olarak göndermiştir.
Hz. Osman'ın şehadetinden sonra ashap hilâfeti Hz. Ali'ye teklif ederler. Hz. Ali de bu teklifi kabul etmeyerek Talha ve Zübeyir'e yönlendirir. Onlarında kabul etmemeleri ve Hz Alinin daha uygun olduğunu ifade etmeleri ve ısrarlar üzerine beyatı kabul eder. Hz. Ali'nin devri, son derece karışık ve sıkıntılı geçmiştir. Hz Ali Hilâfete geldiğinde halledilmesi gereken birçok problemle karşı karşıya kalmıştır. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffîn gibi iç çatışmaları beraberinde getirmiştir. Hz. Ali, İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları gidermek için büyük fedakârlık ve gayretler göstermiştir. Bu karışıklıklar esnasında ikiye ayrılan ashabın birbirine bakışı ise son derece insaflıydı. Onlar birbirlerine; "Bunlar bize karşı taşkınlık eden kardeşlerimizdir" diyorlardı. Her şeye rağmen yine de birbirlerine kardeş gözüyle bakabiliyorlardı.
"Şu iki insanı asla unutmayın. İhtiyaç anında yanınızda olanı, zor zamanda yalnız bırakanı" diyen Hz Ali KerremAllahu Veçhe'yi rahmetle anıyoruz. Ruhu şâd olsun.