Asıl adı Numan b. Sabittir. "Batıldan Hakka koşanların babası" anlamına gelen Ebû Hanife künyesi ise sonradan verilmiştir. İslâm dünyasının bilim merkezlerinden Küfe şehrinde, Hicri 80 yılında dünyaya gelmiş olan Ebû Hanife, ehlisünnet itikadının mezhep öncülerindendir. 
Ebu Hanife, yedi yaşında hafız olmuş ve o yaşlarda Arapçanın  sarf (dil bilgisi), nahv (cümle yapısı) şiir ve edebiyatını öğrenmiştir. Babası Numan Bin sabit ile ilgili elma hikâyesini hepimiz biliriz. Ebu Hanife'nin annesine maşallah oğlunuz 7 yaşında hafız olmuş diyen bir kadına, "babası o elmayı dişlemese idi Allah'ın izni ile 5 yaşında hafız olacaktı dediği rivayet olunur. Gençliğinin ilk yıllarında Ashaptan Enes bin Malik, tabiinden Abdullah bin Ebi Evfa, Vâsile bin Eska, Sehl bin Saıde ve Mekke'de Amir bin Vasile'yi görmüş ve bunlardan hadis dersleri almıştır. Atalarının ipek, yün kumaş ticareti ile uğraştığı rivayet edilir. O itikatla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı, rey ehlinin yerleştiği bir şehirde büyümüş ve bu tartışmaların yapıldığı bir ortamda büyümüştür.  
Ebu Hanife, "Bir gün İmamı Şabinin yanından geçerken, ulemadan kimin dersine devam ettiğimi sordu. Bende hiç birinin diye cevap verince 'ilmi ve ulema ile görüşmeyi sakın ihmal etme, ben senin uyanık ve aktif bir genç olduğunu görüyorum' dedi. Onun bu sözü bende iyi bir etki yaptı. Bunun üzerine ilim yolunu tuttum. Allah'ın inayeti ile Şa'bi'nin bu sözünün benim üzerimde büyük tesiri oldu" İmam-ı Şabinin önerisiyle ilime sarılıp, ders halkalarına devam etmeye başlayan Ebû Hanife, önce kelam, iman ve itikadı ve münazara bilgilerini Şabi'den öğrenmiştir. Daha sonra Hammad bin Ebu Süleyman'ın derslerine 18 yıl katılarak  fıkıh (İslâm hukuku) öğrenmiştir. Hocası Hammad'ın dersine devam ettiği sırada sık sık Hicaz'a gidip Mekke ve Medine'de çoğu tabiinden olan bilginler ile görüşür, onlardan hadis rivayeti dinler ve fıkıh müzakereleri yapar. Ayrıca Ehli beyitten olan Zeyd bin Ali ve Muhammed Bakır'dan da dersler almıştır.
Ebû Hanife tasavvuf  bilgilerini de Muhammed Bakır ve İmam Cafer-i Sadık'tan öğrenmiştir. O İslam dinine yaptığı hizmetleriyle İslâmiyet'i iman, amel ve ahlak esasları olarak bir bütün halinde insanlara yeniden duyurmuş, şüphesi ve bozuk bir düşüncesi olanlara cevaplar vermiş, önce itikatta birlik ve beraberliği sağlamış; ibadetlerde, günlük işlerde İslâm fıkhının esaslarını ve şeklini tespit etmiştir. O, "Fıkhı" leh ve aleyhte olanı bilmek, tanımak diye tanımlamıştır. Buna göre de Edille-i şeriyye (şer'i hükümler)'ye başvurmuştur. Bunlar Kur'an, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha dır. O en mükemmel usullerle yaptığı uzun çalışmaları ve uygulamaları sonucunda çözdüğü ve tedvin ettiği (derlediği) fıkıh (hukuk) bilgileri ile Müslümanların ibadetlerinde ve diğer işlerinde İslamiyet'e doğru bir biçimde uymak için izleyecekleri yolu göstermiş ve bu yola da "Hanefi Mezhebi" denilmiştir. O, sürekli insanları, imandan ayırmaya çalışan ve kendilerine "Dehriyyun" denilen fırkalarla mücadele etmiştir.  
Ebu Hanife'nin, Ehli Sünnet akidesini, kısa, özlü bir şekilde açıklayan en önemli eseri "Fıkhu'l-Ekber" dir.  O, fıkhı ilk kez kollara ayırıp her kolun bilgilerini ayrı ayrı toplamış, usuller koymuş, "Feraiz" (İslami açıdan yapılması zorunlu olan şeyler) ve "Şurût" (şeriat yasaları) kitaplarını yazmıştır. Ayrıca Ashabın, Peygamber'den naklen bildirdiği iman ve itikad bilgilerini de toplayarak kayd altına almış ve yüzlerce öğrencisine aktarmıştır. Bir taraftan ilimle uğraşan Ebu Hanife bir taraftan da batıl fırkalarla da mücadele etmiştir. Bu arada binlerce talebe yetiştirmiş olup bunlardan İmamı Muhammed, İmamı Züfer, İmamı Yusuf gibi kırk kadarı da müçtehit mertebesindedir. Verdiği derslerden dolayı her hangi bir ücret almadığı gibi öğrencilerinin bir takım giderlerini de karşıladığı rivayet edilir. Dört gün meal okuyunca kendilerini allame müçtehit zannederek, Kur'an bize yeter, hadise, sünnete, mezhebe ne gerek var diyenlere ithaf olunur. Mezhepler bir zaruretten dolayı ortaya çıkmıştır. Müçtehit imamlar Peygamberimizden sonra ortaya çıkan dini problemleri, Kur'an ve Sünnetin ışığı altında onların doğrultusunda, benzer çözüm yollarına bakmak ve kıyaslama yapmak suret ile çözüm yollarını göstererek hem ümmetin sorunlarını çözüme kavuşturmuşlar hem de dinin aslını ve özünü bozuk itikatlardan korumuşlardır. 
Ebu Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünü ile bırakmamıştır. Bu onun helal rızık kazanmasını sağladığı gibi geçimini ve talebelerinin ihtiyaçlarını karşılamasını, bağımsız bir ilim meçlisi kurmasını da sağlamıştır. Cömertliğinden dolayı birçokları onu ticarette, Hz. Ebu Bekir'e benzetmişlerdir. Bir gün onun hazır giyim dükkanına bir kadın bir dokuma elbise getirerek, bunu alırmısınız der. Oda ne istediğini sorar. Kadın, bir dirhem der. O olmadı kadın sen malının değerinden az istedin, bir daha iste der. Kadın o zaman iki dinar ver, olmadı bir daha iste, üç dinar ver, olmadı bir daha iste deyince kadın inanamaz ve 'yoksa sen benimle dalgamı geçiyorsun' Der. İmamı Azam "kadın belli ki sen malinin fiyatını bilmiyorsun" yoldan geçen iki kişiyi çağırarak "şuna bir değer biçin" Onlarda evir, çevirir ve "bunun değeri beş dinar" derler. İmamı Azam şimdi oldu der ve parasını vererek kadını gönderir. Günümüzdeki bir kısım esnaflarla bunu sizler kıyaslayın. Bir günde bir adamın yolda onu gördükçe yolunu değiştirdiğini fark eder. Adamı çağırarak, "bir kusurumuz mu var? Ve ya benim hakkımda olumsuz bir şeyler mi duydun? Ben den neden kaçıyorsun" Adam da "hayır bunların hiç birisi değil, önceki yıl senin dükkanından bir şeyler aldım, işlerimde kötü gitti ve bir türlü ödeyemedim, senden utandığımdan dolayı kaçıyorum" İmamı Azam çok üzülür ve "bilmeden sana verdiğim sıkıntıdan dolayı özür dilerim, bana hakkını helal et, senden alacağımdan da feragat ettim bana borcun yok" der. Günümüzdeki alacak verecek davalarından dolayı yapılan kavga, yaralama ve öldürme olayları ile kıyaslamasını sisler yapın.
İslam tarihinde, takva sahibi kişiliğin timsallerinden olan İmam Ebû Hanife, hayatı boyunca zulme rıza göstermemiş, bu ilkeye sadık kalmak uğruna ölümü bile göze almış, nitekim prensibinden taviz vermediği için şehit edilmiştir. Abbasi halifesi Mansur, İslâm'a aykırı davranış ve işlerine fetva vermeyen, Ebu Hanife'yi önce hapsettirmiş, sonra işkenceyle, zehirleterek öldürtmüştür. Kendisini rahmetle anıyoruz.