Dinimiz ibadetlerimizi yerine getirebilmemiz için, hiçbir mazerete açık kapı bırakmaksızın, kolaylıklar getirmiştir ki, Rabbimizin rızasını kazanalım ve ibadetlerin sevaplarından mahrum olmayalım diye. 
Namaz kılmama konusunda bir ruhsat yoktur ama mazeret beyan edemeyeceğimiz kadar çok, her türlü kolaylıklar sunulmuştur. Su bulamaz iseniz temiz bir toprak ile teyemmüm ederek, hasta iseniz oturarak, durumunuz oturmaya da müsait değilse, yattığınız yerden ima ile kılabilirsiniz. Bir yerimizde yara var, üzerinde de sargı var, su değdirmememiz gerekiyor, üzerine mesh ederek abdestimizi alıp namazımızı kılabiliriz. Yeter ki seni yoktan var eden, dünyadaki hayatını bir gün sonlandıracak ve tekrar yeniden diriltecek ve mükâfatlandıracak olan varlık sebebinle irtibatını ve gönül bağını kesme. Yani ahiretteki yerini belirleme fırsatını iyi değerlendir. 
Kolaylıklardan biriside, uzun ve meşakkatli bir yolculuk yapıyorsunuz ve birkaç namaz vakti de seyahatte geçme durumu var ise, ilmihal kitaplarımızda genişçe açıklanan, Hanefi mezhebinin dışındaki bütün mezheplerin ruhsat vererek caiz gördüğü "Cem-i taktim ve Cem-i tehir" vardır. Böyle bir durumda öğle ile ikindi, akşam ile de yatsı namazlarının taktim ( öne alma) veya tehir (erteleme)şeklinde birleştirerek tek bir vakitte kılınmasıdır. Ancak bu namazları kılmadan önce niyet edilmesi gerekir. Öğle namazı taktim veya tehir edildiğinde her zaman ikindiden önce, akşam namazı da, yatsıdan önce kılınması gerekir. Namaz birleştirilirken iki farzın arasında hiçbir namaz kılmayıp farzların peş peşe kılınması gerekir. Ancak sabah namazı için taktim veya tehir söz konusu değildir. 
Kimi insanlarımızda çalıştığım işim icabı (çiftliklerde, inşaat işlerinde, tamirhanelerde vb. işlerde çalışanlar) elbisem temiz değil bahanesine sığınarak namazını terk edebiliyor. Eğer elbiseni değiştirme imkânı varsa kaç dakikalık iş, elbiseni değiştir. Eğer elbiseni değiştirme imkânı yok ise ve elbisene de işin icabı koku sinmiş ise camie gitmezsin ve bulunduğun iş yerinde kılarsın. Ayrıca temiz toz, toprak, yağ gibi maddelerin elbisede olması namaz kılmaya engel değildir. Cuma namazı için ise bu geçerli değildir. 
Namaz kılmamanın bahanelerinden biriside askerdeyim, buranın ortamı ve şartları farklı, nasıl namaz kılayım, tezkereyi alınca kılarız inşallah tarzı söylemlerdir. 1991 yılında askerlik görevimi yapmak üzere Ankara'daki bir yedek subay okulunda eğitime başladık. Camii vardı ve taburumuza yaklaşık 150 m civarında idi ama o yıllardaki şartlar bu gün ki gibi değildi. O günlerde 28 Şubat zulmünü bu millete reva gören zihniyet etkili idiler. Elhamdülillah o zulüm dönemi geride kaldı. Camii çok yakınımız da olmasına rağmen camie gitmemize izin verilmedi ama o dört aylık eğitim süresince elhamdülillah bütün zorluklara rağmen bir vakit namazımızı kazaya bırakmadık. Sabah, ikindi, akşam ve yatsı namazlarımızı koğuşta, yanımızda bulundurduğumuz naylon seccadede kılıyorduk. Öğle ise saat 12-13 arasında öğle istirahati oluyordu. Öğle ezanı ise (Mart. Nisan, Mayıs; Haziran ayı) saat 13 ü geçerek okunuyordu. Taburun açık alanında 45 dakika ders, 15 dakikada istirahat oluyordu. Eğitim yaptıran Üsteğmen çay içmek için tabura giriyor, namaz kılan yaklaşık 20 ye yakın arkadaşımızda (Öğle arasında da abdestlerimizi alıyorduk) yanlarımızda bulunan naylon seccadelerimizi hemen sererek orada namazlarımızı kılıyorduk. Bölük komutanımız bunu görmüş olmalı ki, bizleri toplayarak, aynen şu ifadeyi kullanmıştı. Siz askersiniz, askerlikte bir ibadettir. Erbakan gibi her gördüğünüz ağacın altında namaz kılmak yok. Akşam içtimadan sonra bölük komutanının yanına giderek komutanım camii yaklaşık 150 m ama oraya gitmemize müsade etmiyorsunuz, müsade etseniz bile zaman yetmez. Hiç olmazsa Taburun bodrum katında bizlere bir ye gösterseniz de orada kılsak ve acık alanda da kılmak zorunda kalmasak. Hem de siz askerlikte ibadetten sayılır, namaz kılmanıza gerek yok dediniz. Ben İlahiyat Fak Mezunuyum, bizim okuduğumuz fakültede ve derslerde böyle bir ruhsat görmedik, siz bunu nerede okudu iseniz bize de söyleyin de bizlerde kılmayalım. Kaldı ki Peygamberimiz zamanında namaz savaşlarda bile terk edilmemiştir. Bir kısmı savaşırken bir kısmı geri çekilerek namazlarını eda etmişler sonrada aynı şekilde diğerleri namazlarını kılmışlardır deyince, bu beni aşar tabur komutanına söyleyin demiş ve tabur komutanından da bir netice alamamış ama kaçak, köçek, kıyıda köşede de olsa elhamdülillah namazlarınızı aksatmadan kılmıştık. İbadet gibi bir derdin varsa imkânlarda vardır. Allah indinde en makbul olan ise imkânları zorlayarak yapılan ibadetlerdir. 
İbadetlerin anlamını kavrayan ve onun hazzını alan kimseler için ruh huzur bulur. Hiç kimse, Yüce Rabbimizin terk ettiği ve kendi haline bıraktığı kimseler kadar yalnız değildir. Namazın önündeki engelleri kaldırdığımız zaman, emin olunuz ki, bizleri namaza davet eden, her şeye gücü yeten Rabbimiz, karşımıza çıkacak bütün engelleri ayaklarımızın altına serecektir. Ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım, dua edin dualarınızı kabul edeyim buyuran, Yüce Rabbimiz varken, hangi güç ibadetlerimizi yapmamıza engel olabilir. Namaz başta olmak üzere farz olan ibadetlerimiz, Yüce Rabbimiz ile gönül bağlarımızı canlı tutan etkenlerdir. Bizler ise zayıf yaratılmış olan varlıklarız. Kalbimizi ve gönlümüzü hedefleyen kurşun yağmurları arasında yürüyor ve korunmaya çalışıyoruz. Rabbimizle gönül bağları kurmamıza vesile olan ibadetlerimizi terk edersek bizleri kim koruyacak. O ipin ucunu bir defa kaçırırsak, acaba bir daha yakalama şansımız olabilir mi. Bir defa namazdan koparsak nefse ağır gelmeye başlayacak ve Şeytanla birlikte güç birliği yaparak taviz üstüne taviz koparmaya çalışacaklardır.
Mademki imandan sonra en büyük hakikat ve kurtuluş reçetemiz namazdır o halde aklımız, ruhumuz, kalbimiz ve duygularımız namazın hazzı ile buluşmalı. Gönlümüz onu eda etmenin sevincini yaşamalı ki onun rızasını kazanabilelim.