Peygamberimiz ve ashabından sonra, İslam'ın tebliğ edilerek yayılması, yaşanması, farklı kültür ve medeniyete sahip insanlara ulaştırılmasında, Osmanlı devletinin kurulup bir cihan devleti olarak her tarafa hakkı ve adaleti götürmesinde, tasavvufî düşüncenin büyük katkıları olduğuna önceki yazılarımızda değinmiştik.
Peygamberimiz (a.s) vefatından 82 gün önceki veda haccında 132 bin kişinin bulunduğu bir ortamda bir hutbe irad ederek, orada adeta İslam'ı ana başlıklar halinde özetledikten sonra, size 2 tane emanet bırakıyorum biri Kur'an diğeri de benim Sünnetim. Bu ikisine sarıldığın sürece eski cahiliye adetlerine sapmazsınız buyurmuştu. 
Yapılan araştırmalara göre o gün orada bulunan 132 bin sahabeden sadece 10 bine yakınının, Mekke ve Medine'de meftun (defnedilmiş) bulunduklarını görmekteyiz. Diğerlerinin ise İslam'ı tebliğ ve irşat görevleri için gittikleri ülkelerde kaldıklarını veya Allah için çıktıkları seferlerde şehit olarak kaldıklarını görmekteyiz. Sadece Çorum'da Hıdırlık mevkiinde Kerebi Gazi, Süheybi Rûmi ve Ubeyd Gazi şehrimizi onurlandırarak manevi bir hava katmışlardır. İzlediğim bir belgeselde sadece Diyarbakır'da 50'nin üzerinde sahabenin yattığını öğrendim. 
Peygamberimizin ashabından sonrada bu görevin büyük oranda tasavvuf yoluyla yürütüldüğünü, Horasan, Türkistan, Anadolu, Balkanlar, Hint yarımadası, Kuzey Afrika ve daha dünyanın birçok ülkesine bu yolla yayıldığını görmekteyiz. İnsanların eğitilip manevi doyuma ulaşmasında önemli bir katkıda bulunan tasavvufi düşüncenin toplumun manevi dokusunun şekillenmesinde, sanat, edebiyat, şiir, musiki, mimari, hüsnü hat gibi sanat dallarının gelişmesinde de önemli katkılarının olduğunu görmekteyiz. O gün ki tasavvufi düşünce bu gün ki gibi yozlaşmamış, mistik bir havaya bürünmemiş ve genelde cahil insanların ellerine de kalmamıştı. 
Özellikle hicretin ikinci Asrından itibaren tasavvufi düşüncenin çok etkin ve yaygın olduğunu görmekteyiz. Bahaeddin Nakşibendî, Ahmet Yesevi, Şeyh Edibâlı, Abdulkadir Geylani, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, İmamı Rabbani, Cüneydi Bağdadi gibi daha birçok mutasavvıfın söylemleri, icraatları, hizmetleri ve örnek yaşamları ile yaşadıkları çağa damgalarını vurmuşlar ve günümüz müslümanlarına da ışık tutmuşlardır.
Abdulkadir'i Geylani Kur'an ve sünneti referans alarak "İnsan günahlarından tövbe ederek Allah'a ve ibadetlere yönelmeli, fakir ve düşkünlerin hizmetine koşmalı, bol sadaka vererek cömert olmalı, Allah'ın yasaklarından uzak durmalı, hizmeti ibadet niyetiyle yapıp, çok çalışmalı ve nimetin kıymetini bilip yaratana şükretmeli."
Dini ilimlerde derin bir bilgiye sahip olduktan sonra tasavvufi düşüncesini Kur'an ve sünnete göre yorumlayan Hoca Ahmet Yesevi ise, gönüllere hitap ederek yazmış olduğu Divanı Hikme adlı eserinde ağırlıklı olarak Allah ve insan sevgisi üzerinde durmuştur. Yaratanın rızasını ve sevgisini kazanarak erdeme ulaşmanın yolunun ilahi aşk ve Allah sevgisiyle mümkün olacağını vurgulayarak, insan benlikten vazgeçmeli, kanaatkâr ve yardım sever olmalı, ümitsizliğe kapılmamalı, faydasız şeylerle vakit geçirmemeli, yalandan uzak durup, kalp ve gönül kırmamalı der.
Bahaeddin Nakşibendî Tasavvufun temelinde; "Her anı en iyi bir şekilde hayır yolunda değerlendirip, kalbi kötü duygu ve düşüncelerden arındırarak güzel ahlaki meziyetlere sahip olmak, gönlünde Allah'tan gayrisine yer vermemek ve daima hatırda tutarak zikretmek." Esastır derken,  Mevlana ise daima insanları iyiliğe, doğruluğa teşvik ederek dünya ve ahiret mutluluğuna giden yolları göstermiş ve "Âlemden maksat insandır." Diyerek, "Örnek insan olmak için, güzel ahlak sahibi ve gönül dünyası zengin biri olmak gerekir. Huzurlu ve mutlu bir toplum olmanın yolu, kötü huylardan temizlenmiş, güzel ahlâki değerlerle donanmış, kin, kibir, haset, kıskançlık, hırs, tamahkârlık, ikiyüzlülük gibi hasletlerden arınmış insanlarla mümkündür. Bunun içinde insan kötü huyları terk etmelidir." 
Bektaşilik düşüncesinin kurucusu Hacı Bektaşi veli ise, Hoca Ahmet Yesevî'nin Manevi ocağında yetişerek Allah sevgisi ve güzel ahlakı esas alan fikirlerini Anadolu'da yaygınlaştırarak söylemleri, yaşantısı ve yazmış olduğu birbirinden güzel eserleriyle kültürümüze tasavvufi bir yorum katmıştır. Bektaşilik düşüncesinin şekillenmesinde Hacı Bektaşi Veli'nin "Makalat" adlı eserinin önemli etkisi vardır. Bu eserde İslam'ın inanç, itikat, ibadet ve ahlak konularında ki görüşlerini "Dört kapı kırk makam" prensibine göre açıklayarak, kul Yüce Allah'a kırk makamla ulaşır, onunla dost olur. Bunlardan birinin eksikliği diğerini de eksik kılar." (S. Kutlu. Alevilik Bektaşilik Y. S. 156) 
Hacı Bektaşi Veli'nin buyruklar adlı eserinde önemle üzerinde durduğu konulardan birisi "üç sünnet yedi farz" kavramıdır. Üç sünnet: Hakkı zikretmek, kalpte düşmanlığa yer vermemek ve Allah'ın yoluna teslim olmak. Yedi farz ise: sır saklamak, kusurları örtmek, özür ile hakka niyaz eylemek, mürebbi (eğitici) hakkını, musahip (yol kardeşi) hakkını gözetmek, tövbe almak, taç giyip özünü üstada teslim etmek. (Buyruk s. 245). Hacı Bektaşi Veli insanları doğru bir şekilde hakka ulaştırmak için Kuran'ın iyi bilinmesi ve davranışlarının Kuran'a uygun olmasının gerekliliğini de şöyle dile getirir. "Ayetsiz kitapsız söz söyleyip nasihat eden pirin söylediği sözler saygın değildir. Söylenen sözün kesinlikle Kuran'a uygun olması gerekir." (Buyruklar s. 24) 
Bütün tasavvufi yorumlara baktığımız zaman, hepsinin de tasavvufi düşüncelerini açıklayıp yorumlarken, ortak paydalarının Kur'an ve sünnet, İlahi aşk ve Allah sevgisi olduğunu görmekteyiz. Merkezinde ise "İnsan-ı kâmil" vardır. Hedef ise insanları iyiliklere, güzelliklere, doğruluğa, dürüstlüğe teşvik edip, kötülüklerden, günahlardan ve haramlardan koruyarak, ibadetlerini en güzel bir şekilde yerine getiren Allah'ın rızasını kazanan, Ahireti mamur huzurlu bir toplum teşekkül etmektir. Bir sonraki yazımızda ise günümüzde tasavvuf ve tasavvuf önderleri konusu üzerinde duracağız inşallah.