Geçmişe baktığımız zaman tasavvuf önderlerinin islamın tebliğinde ve insanlara doğru yolu gösterip kötülük ve haramlardan koruma, Allah'ı bolca anıp şükretme konusunda güzel icraatlara imza attıklarını görmekteyiz.
Günümüzde de Kuran ve sünneti referans alarak tebliğ görevini yapan tabiilerini nefislerinin ve şeytanın şerlerinden koruma yollarını gösteren, önemli görevler üstlenerek öğrenci yetiştiren yurtlar ve Kuran kursları kurarak gelecek nesillerimizin inançlı olarak yetişmesi için gayret gösteren çok değerli tasavvuf önderleri ve gönüllüleri var. Onlardan Allah razı olsun ve işlerini rast getirsin. Ama bazen de görmek istemediğimiz veya duymak istemediğimiz olumsuz şeylere de şahit oluyor veya duyuyoruz.
İnsanlara önderlik yapacak olan tarikat şeyhinin, Kuran ve sünneti iyi bilmesi, kendisine referans kaynağı olarak alması, yanlış yapmaması ve yanlış söylemlerde bulunmaması, hata yapmaması ve insanlara güzel bir model müslüman portresi çizmesi gerekir. Aksi takdirde söylemler anlamını yitirir. Geçmişte bir arkadaşım genç bir tarikat liderine: "Siz önceden pek el öptürmediniz şimdi ise sıkça el öptürüyorsunuz niçin?"  sorusu üzerine "Geçenlerde zuhurat oldu ve siz insanların cennete girmelerine neden engel oluyorsunuz denildi." dediğini anlatarak bu ifadenin İslamın özüne uyup uymadığını, nefsâniliğin olup olmadığını veya şeytanimi rahmanimi olduğunu sordu. Hiç                                                                                 şüphesiz ve tartışmasız bilgi kaynaklarımız Kur'an ve Sünnettir. Bu güne kadar içtihat düzeyinde hiçbir âlimimiz Peygamberler dışında zuhurat veya ilhamı bilgi kaynağı olarak görmemişlerdir. Zuhurat; ibadet ve takva yönün ileri derecede olan kimselerin kalbine gelen işaretler anlamına gelmektedir. 
Beyazıt ı Bestâmi 'ye gaipten "Ey Beyazıt kulum sen kemale erdin, artık bundan sonra ibadet etmene gerek kalmadı" diye bir ses gelir. Beyazıt ı Bestâmi ise eğer bu ses her tarafı kuşatarak gelse idi, rahmani olurdu. Tek taraflı olarak geldiği için bu olsa olsa lain şeytandandır diyerek itibar etmediği rivayet edilir. Kuran'ı Kerim'e baktığımız zaman cennete girebilmenin yollarının sağlam bir imandan sonra peygamberimizi örnek alarak, onun yolundan giderek, salih amellerle gerçekleşebileceğini görürüz. Eğer el öpmekle cennete girilse idi âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz bolca el öptürürdü. Ama kaynaklarda el öptürdüğüne dair hiçbir belge ve kaynak yoktur. Günümüzde de yanmayan kefen ve terlik, hazır hatim satanları duyuyoruz. Bu iş bu kadar ucuzmu. Yoksa bir zamanlar cennetten köşkler ve saraylar satan, kendilerini Allah (c.c) ile kullar arasında aracılık misyonu yüklenildiğini zanneden rahiplerimi örnek alıyoruz?  Peygamberimiz biricik kızı Fatıma validemizi sabah namazına kaldırır. Daha yeni buluğ çağına ermiş, kalmakta biraz zorlanmış olmalı ki "Kızım Fâtıma kalk yarın rûzu mahşerde seni kurtaracak güzel ameller yapmaya bak, peygamber kızı olman bile seni kurtarmaz" buyurmuştur. Bir yolculuk sırasında gece teheccüd namazı için hazırlık yapan peygamberimize yardım eden bir sahabeye, peygamberimiz; "Benden bir dilekte(istekte) bulun" buyurunca o sahabe; "Ey Allah'ın Resulü cennette sana komşu olmayı dilerim" demesi üzerine ise, peygamberimiz de "Namazlarını çokça ve düzenli olarak kılarak bu isteğinin yerine gelmesi konusunda sende bana yardımcı ol." buyurmuştur.
Tasavvuf önderlerinin Kuran ve peygamberimizin hayatını iyi tanıyıp bilmesi öncelikle nefsini terbiye ederek şeytanın tuzaklarından önce kendisini, sonrada kendisine tabii olan müritlerini korumaya çalışması gerekir.
Tekke ve zaviyeler kanunu ile ana damarlarının bir kısmı kesilince, Kur'an ve sünnetle mücehhez olan tasavvuf önderlerinin yok denecek kadar az yetiştiğini görmekteyiz. Büyük bir çoğunluğunun ise tek kanatlı bir kuş gibi İslam'i ilimlerden yoksun, sadece kulaktan duyma bilgilere sahip, çoğunlukla da babadan oğula veya kardeşe geçen birer saltanat haline dönüştüğünü görmekteyiz. Kur'an-i bilgiye dayalı sağlam bir inanç ve itikadi bilgiye sahip olunmadığından dolayı, bazı tasavvuf mensuplarının Allah (cc) ın peygamberimize bile vermediği bir misyonu şeyhine yükleyerek havalarda uçuruyor, denizlerde yürütüyor vb. Bazı kardeşlerimiz ise ölülerden medet umarak onlardan bir takım isteklerde bulunmak suretiyle, şirke düştüklerinin farkına bile varmıyorlar. Bakara 186. da "(Peygamberimize hitaben) Eğer kullarım beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki ben onlara çok yakınım. Dua ettiklerinde onların dualarını kabul ederim. Onlarda bunu bilsinler tövbe etsinler, ibadet ve dua etsinler ki rahmetime kavuşan kullardan olsunlar." Buyuruyor. Fatiha suresinde ise "Ey Rabbimiz yalnız senin için ibadet ederiz ve yalnız senden yaydım dileriz" Diye ibadet ve dua etmemizi ve aracı kullanmamamızı istiyor.    
Peygamberimiz, "Ümmetimin gizli (bilmeden, farkında olmadan) şirkinden korkuyorum." buyurur. Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, ilminde, kudretinde ve tasarrufunda ona ortak kabul etmek, Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları, Allah'tan başka güçlerden, kişilerden, ağaçtan, taştan vb. şeylerden beklemek, medet ummak, istekte bulunmakta da, İslam âlimleri tarafından bir çeşit şirk olarak addedilmiştir. "Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz" (Nisa 116). Bedenlerdeki hastalıkların tedavisi mümkünde, kalplerdeki hastalığı gidermek öyle kolay değildir. Bunun tek çaresi vardır, o da Allah'ın iradesine tam teslim olmaktır. "Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ı anmakla (O'nun iradesine teslim olmakla) mutmain olur." (Ra'd 28) .
Şirk'in temeli Allah'ın iradesine tam teslim olamamaktan ve imanın gereklerini huşu içerisinde ve zamanında yerine getirememekten kaynaklanmaktadır. Eşyanın tabiatı boşluk götürmez. Sen kalbini ve gönlünü doldurman gereken şeylerle kapatmazsan, nefis ve şeytanın oyuncağı haline gelir, heva ve heveslerin peşinde koşar durursun. Ey Yüce Rabbimiz nefsimizin şerlerinden, şeytanın hile ve tuzaklarından, şeytanın kontrolü altına aldığı insanların şerlerinden, hilelerinden ve tuzaklarından sana sığınırız.