İnancımızda ve töremizde aile nizamı çok önemlidir. Bunun da temeli, evlilikle atılır. Evlenmek, ayet ce hadislerde sürekli tavsiye edilmiştir.
Evlilik, kadın ve erkeğin kendi rızasıyla bir nikah altında ömür boyu birlikte yaşamaya karar vermeleridir. Böylelikle evliliğin temeli atılmış olur.
Ancak ne kadar iyi niyetlerle bir yuva kurulmuş olsa da bazen eşler arasında geçimsizlik, dayanılmaz noktalara ulaşabilir.  Burada aile ferlerine ve yakın akrabalarına düşen görev, aradaki ihtilafları gidermeye, evliliği kurtarmaya çalışmaktır. Bütün çabalara rağmen aile yuvasının dağılması önlenemiyorsa son çare boşanmaktır. Fakat Hz. Peygamber (sav), boşanmayı hiç hoş karşılamamış, "Allah nezdinde sevimsiz mübah talaktır (boşanmadır)" buyurmuştur.
Ülkemizde Medeni Kanun hükümleri çerçevesinde evlenme ve boşanma işlemleri yapılmaktadır. Ancak bu kanuni İsviçre'den alındığı için Katolik hukukuna göredir. Evlenen kişilerin bir daha ayrılmasını zorlaştırmaktadır. Bu yüzden boşanma davaları, yirmi-otuz yıl süren aileler bilinmektedir. Onun için daha sonra "en az beş yıldır ayrı yaşadıkları ispat edilirse" boşanma imkanı tanındı. Ancak nafaka konusuna bir çözüm getirilemedi.
Televizyonda bir kişinin kırk yıl önce yanlış bir evlilik yaptığını, üç ay sonra ayrılmak zorunda kaldığını, ancak boşandığı eşine kırk yıldır nafaka ödediğini anlatılışını hayretle izledim.
Buna benzer pek çok vaka var. Ancak ateş düştüğü yeri yakıyor. Mesela ancak dört beş ay evli kaldığı ve mahkemede boşanmak üzere olduğu eşinin evine kamyon dayayan bir kadın, bütün eşyayı, eşlere ait özel eşya ve giysileri bile kamyona yükleyip bir sahil kentinde kiraladığı eve kaçırabiliyor. Ayrıca bankada kiraladıkları kasada bulunan yarım kiloya yakın altın ve birikimlerini götürebiliyor.
Buna rağmen bağlanan 400-500 Tl'lik nafakaya itiraz ederek artırma talebinde bulunabiliyor. Bu yüzden boşanma işlemi, kesin bir sonuca bağlanamıyor.
Bir ara hükümet, bu konuya çözüm bulmak için bir tasarı hazırlamıştı. Nafakanın hükmedilebileceği gibi esaslar ihtiva eden tasarı, bir türlü meclise sevk edilemedi. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmiş olmamıza rağmen bir görünmez el, mağdurların yıllarca beklediği çözüme engel olmaktadır.
Konunun muhatapları o kadar bunalmışlar ki bu konuda hüküm vermek zorunda olan hakimleri de çileden çıkartmaktadırlar. Bir kez bir erkeği kandırıp onu evliliğe ikna eden kadın, boşanma durumunda kendisini ömür boyu emekli maaşına bağlatmış olmaktadır. Bunu savunmanın ahlaki bir yönü yoktur.
Evlilikte çocuk sorunu varsa elbette belli bir yaşa kadar o çocuğun nafakasını babasının sağlaması şaittir. Ancak ortada çocuk yoksa nafaka ve boşanma tazminatı gibi süslü kılıfların bizim inanç ve töremizde yeri yoktur.
İslama göre boşanan kadına sadece iddet süresince "İddet Nafakası" ödenmesi gibi bir hüküm vardır. Onun da süresi üç aydır.
Bunun dışında boşanmayı zorlaştırmak için getirilen hükümler, belki feministlerin hoşuna gidebilir. Ancak bu olaylar, gençleri evlilikten uzaklaştırmaktadır. Zinanın yaygınlaşmasına gayriresmi birlikteliklere nikahsız birlikte yaşamaya teşvik etmektedirler. Bu gelişme, sonuçta kadın aleyhine olmakta, kadın hakları tamamen ortadan kalkmasına yol açmaktadır.
Onun için aile yapımıza, toplum karakterine, töremize uygun düzenlemeler, bir an önce yapılmalıdır. Buna engel olan gizli eller, iyilik yapıyoruz derken nelere sebep olduklarının farkına varmalıdırlar.
Evliliği kolaylaştıracak hükümler koyarak aile bütünlüğünü koruyacak tedbirleri almak gerekir. Yoksa Katolik nikahını kökleştirmek uğruna bizlerde de Avrupa'daki gibi iflas etmiş aile yapıları oluşturma sevdasında olanların ekmeğine yağ sürmekten vaz geçmek gerekir.