İki yüksek öğretim kurumunda birden okumak pek de yasal değildi. Ama birine İ.H. Okulu diplomamı, diğerine de Çorum Lisesi diplomamı vermiştim. Konya Yüksek İslam Enstitüsü'ndeki hocalarımın çoğu ve arkadaşlarım, Bursa İ.T.İ. Akademisi'nde okuduğumu öğrenmişti. Ancak Bursa'daki arkadaşlarım, benim İ.H. Okulu mezunu olduğumu ve Konya Y.İ. Enstitüsü'nde okuduğumu bilmiyorlardı.

Bursa'da okumaya başladığım sırada Konya Y.İ. Enstitüsü'nde Arapça hocam Ahmet Gürtaş, bana çok destek oldu. Bursa İmam Hatip Okulu Müdürü Halil Hayıt'a telefon ederek bana yardımcı olmasını söyledi. Aralık ayının sonlarına doğru Bursa'ya gittiğimde sayın Halil Hayıt'ı ziyaret ettim. O da bana okulda bir oda ayırttı. Yatılılarla birlikte öğretmenler masasında yemek yememe de imkan sağladı. Bursa'yı tanıyamadığım bu dönemde bana imkan sağladığı için müteşekkirdim.

Bursa'da üç hafta kadar kaldım. Ders notlarını, arkadaşlarımdan emanet aldım. Günlerce onları kendi defterime aktardım. Zira o zaman fotokopi yapma imkanımız yoktu. Hocalarımızın takip ettikleri kitaplar varsa onu da temin ettim. Bu arada dersleri takip etmeye de gayret ettim.

İktisat dersimize Prof.Dr. Halil Dirimtekin giriyordu. Konular anlaşılabilir bir dersti. Ama bana Genel Matematik ağır geliyordu. Zira İ.H. Okulu'nda hiç işlemediğimiz pek çok konuyu biliyorlar. Kabul edip daha üst düzeyde konulara giriyorlardı. Onu da rahmetli Sami Aydoğan'dan destek olarak çözmeye çalışıyordum. Şubat tatilinde birlikte çalıştık. Ama yetmedi. Daha da devam etmeye karar verdik.

Akademide en çok dikkat çeken hoca, Prof. Yusuf Ziya Binatlı idi. Hem Medeni Hukuk hem de Türkçe dersine giriyordu. İnançlı bir insandı. Cebinde takye ve teşbihi vardı. Haftalık üç saat olan Medeni Hukuk dersinin bir saatinde dini sohbet yapıyordu. Yılbaşından iki gün önceki dersinde güzel bir sohbet yaptı. Sınıf, genelde memnundu. Ama rahatsız olanlar da vardı. Sınıfın ön sırasında oturan Mine isimli bir kız, "Hocam, bir şey sorabilir miyim?" diyerek ayağa kalktı. 

Hoca, sor dedi. "Hocam, camilerde hep erkek imamlar görev yapıyor. Ben de imam olabilir miyim" diyerek sorusunu yönetti.
Amacının soru sormak değil de hocayı bunaltmak olduğunu herkes farketti. Hoca, çok sakince Mine'yi iyice süzdü ve cevabını yapıştırdı: "Kızım, sen imam olursan, ben de arka tarafında cemaat olarak bulunursam, sen rükuya eğilince vallahi benim abdest bozulur."

Cevap, bizce çok ağırdı. Sınıf, kahkahayı bastı. Ama Mine, hiç aldırış etmedi. Teşekkür ederim diyerek yerine oturdu.
Bir de Muhasebe dersi hoşuma gidiyordu. Dr. Erhan Kotar, hep tahtada uygulama yapıyordu. Takip ettiğimiz kitap da iyi hazırlanmıştı. Dersin birinde bir arkadaşımız el kaldırıp bir soru yöneltti: "Hocam, hep muhasebe usulü mü öğreneceğiz? Vergi kaçırma tekniklerini ne zaman öğreteceksiniz?"

Hoca, önce tebessüm etti, sonra şöyle dedi: "Muhasebeyi bilmeyen vergi uygulamalarını beceremez. Onu da bilmeyen muhasebecilik yapamaz.
Cevap, onların beklentilerini karşılamıyordu. Buraya geliş amaçları da farklı olanların niyetleri belliydi. İleride nasıl bir muhasebeci olacaklarını da kestirmek zor değildi.