1972 yılı Eylül ayı yaklaşınca ben Bursa'ya hareket ettim. Tuz Pazarı mevkiinde İpekçi Oteli'ne yerleştim. Bir veya iki kişilik odaların sıralandığı koridorda ortak kullanılan bir tuvalet vardı. Otelin etrafında dükkanlar vardı. Onun içindir ki buralardaki lokantalar da hesaplıydı. İl halk kütüphanesi de yakındaydı. Ders çalışmak için en uygun yer orasıydı.

Sınav takvimi belli oldu. Ben de ona göre çalışma programımı ayarladım. Yirmi gün süren imtihanların hepsine girdim. Sonuçlar ilan edildiğinde hepsinden geçmiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Zekeriya, Ergün, Arif ve Ertuğrul da mutluluğumu paylaştılar. Ancak bazı arkadaşlar da "Haziran'da hiç gelmeyip Eylül'de geliyorsun ve bütün dersleri veriyorsun; bu ne iş?" diyorlardı. Bir türlü anlam vermiyorlardı.

Ekim'de Konya'ya döndüm. YİE son sınıf öğrencisiydim. Burayı da ihmal etmemem gerekiyordu. Son sınıfta pek çok dersin hocası değişmişti. Arapçaya Mehmet Çakır, belagata Hüseyin Küçükkalay, Vücuh ve Kur'an-ı Kerim'e Mustafa Göl, Fıkıha Mustafa Uzunpostalcı geliyordu. Her biri sahasında meşhur kişilerdi.
Sadece son sınıfta değil, hayat boyunca hepimizi etkileyen Ahmet Hamdi Savlu hocamız vardı. Hiç ders işlemezdi ama bize hep hayat dersi verirdi. Öğrenciyken farkına varamadık ama bize gerçekte rehberlik yapan oydu:

"Mezun olup bir yere gittiğinizde bir süre çevrenizi tanımaya çalışın, diyordu. Alış-veriş yaptığınız bakkalı, kasabı, manavı tanımaya çalışın. Berbere, terziye dikkat edin. Oralarda önce dinleyici olun. Az konuşun. Sorulara kısa cevaplar verin. Size yöneltilen soruların sizi tanımaya yönelik olacağını unutmayın. Sınıfta da öğretmenler odasında da önce ortamı tanımaya çalışın."
Bu sözler, öğrenciyken bize pek anlamlı gelmiyordu. Sonra göreve başlayınca hocamızın ne demek istediğini anladık.

Ekim ayında Bursa İTİA'da da dersler başladı. Üçüncü sınıfta iktisat, işletme, muhasebe diye üç bölüm ayrıldı. Arkadaşlara haber gönderdim, beni işletme bölümüne yazdırdılar. Zira orası kalabalıktı ve yoklama pek yapılmıyordu. Kasım ayı sonlarında ben de takibi için Bursa'ya gittim. Arkadaşlar, merakla nerede kaldığımı sordular. Benim Konya'da Yüksek İslam Enstitüsü'nde de okuduğumu bilmiyorlardı. Ben de bu durumu duyurmamaya çalışıyordum. Ama Eylül'de gelip bütün dersleri verişimi bir türlü anlayamıyorlardı.
İşletme bölümünde derslere girdim, hocalarımı tanıdım, bulabildiğim ders kitaplarını ve notlarını aldım. Muhsin diye bir arkadaşım vardı. Çok samimi ve ihlaslı bir kişiydi. Onun notlarından çok yararlandım.

Bu arada benim İslam İktisadi üzerine çalıştığımı bilen arkadaşlarım, akademi reisi Prof. Dr. Vural Savaş'ın ders kitabında "İslam iktisadından söz edenler var ama henüz bu konuda hiçbir eser bulunmamaktadır." Cümlesini gösterdiler. Ben de öğrenci olduğumu hiç belirtmeden kendisine Prof. Dr. M.A. Mannan'ın "İslam Ekonomisi" kitabı ile birlikte otuzu aşkın kitap listesini gönderdim. Bana, aldığını beyan eden teşekkür mektubu geldi. Ertesi sene kitabındaki cümleyi şöyle değiştirmişti: "İslam Ekonomisi konusunda yeni yeni çalışmalar yapılmaktadır. Ancak sistematik biçimde akademik çalışmalar henüz yapılamamıştır."

Vural Savaş hocamız Akademi Reisi olunca önemli bir icraata imza attı. Kadın-erkek ayrımına son vermek amacıyla kızların tuvaletiyle erkeklerin tuvaletinin arasındaki bölmeyi kaldırdı. Üzerinde WC yazısı bulunan yere kızlar da erkekler de girmek zorunda kaldı. Tuvalette sıra beklerken içerideki kız, utana sıkıla çıkmak durumundaydı. Aynı şey, bizim için de söz konusuydu. Bu durum, hocamızın akademi reisliği süresince devam etti. Ondan sonra gelen reisin ilk icraatı da ara duvarı tekrar örüp çift kapıdan girişi sağlamak oldu.