Okuduğun bir cümle sallamayacaksa seni, boşuna gezdirme satırlarda gözlerini. Konuştuğunda etkileyemeyecekse karşındakini kelimeler, salma ağzından, sus, kapa çeneni! Boşuna kürek çektiğini düşündüğün denizden çık! Tüketme kendini... Bulduğun ilk su birikintisini çekip çevir; terbiye et, uğraş, yorul! Hiç bilemedin, bir ara ver; kapat gözlerini. Dalıp gittiğin öğlen üzeri rüyasından için geçerek uyan. Paniğe kapılıp, irkil! Geç kaldım diye hayıflan. Kaçırdığın hayatın dakikaları için üzül. "Yapılacak şeyler listesi"nin kabarıklığıdır seni ayakta tutan. Yüksünme! Başla en baştan... İyi bak listeye; atlama hiç bir şeyi... Eve vardığında akşam, bayram gelmiş gibi karşılasınlar seni. İşte! Her köşesi senin bu evin... Uzat ayaklarını, gerin; bir çay demlesin sevdiklerin. Çay kaşığının sesi, bir müzik gibi kulaklarda... Son yudumunu takip edip, bardağı kapmaya çalışan çocukların varya! Sırtın yere gelmez senin...


Aç ajansı, dinle... Ne felaket haberleri, ne ekonomi... İzin verme bozmasına seni... Şimdiye kadar hep dediğin gibi: "Azıcık aşım, ağrısız başım." Lafın nereye gideceğini bilsen de, izin ver karşındakilerin konuşmalarına. Kesme önlerini... Uzaktan, samimiyetsiz ve sonu ünlemle biten cümleleri kediler bile sevmiyor. Yaklaş, gözünün içine bak karşındakinin. Seni görmesine izin ver. Kelimelerin rast gele dizildiğini fark ettirme. Annenin, evin salonuna gösterdiği özeni hatırla. 


Hele bu devirde kimse niyetine bakmıyor. Ağzından çıkanların reel duruşu, tonlaması, ifadesi... Konuşurken, bu sözü edilenlere dikkat edilmemişse, "tecrit" durumuyla karşılaşıyorsunuz. Oysa insan dediğimiz kainat, bu kadar keskin yargılamaya gelemeyecek mükemmellikte bir yapı arz etmekte. Niyeti belli olan bir insanın, duygusal durumlarının tezahürü ile oluşturduğu somut duruşa bakarak tecrit etmek, kainatı inkar etmektir. "Sen ne dediğini biliyor musun?" diye size hayıflanan bir insanın, niyetinizle hiç bir alakası olmadığı ortadadır.


Biz, "derdi eğitim olan insanlar", niyet meselesini en çok sorgulayanlardanız. Çocuğun da bir yetişkin adayı olduğunu bilir, hayatta tutunmaya çalıştığı mücadelelerde ona yardımcı olacak davranışlarını parlatmaya çalışırız. Sınıflarda, çocuklardan , o kadar sert, üslupsuz, somut davranışlar görüyoruz ki, branş konularımızı bir kenara bırakıp, lüzumunu gördüğümüz değerler eğitimini veriyoruz. Bunlar bir "reklam arası" tadında oluyor ama üzerinde durmadan, görmezden gelerek de davranamıyoruz.


"Bu boyla neden basketbol oynamadın?" diyorlar. Basketbol seçmelerine gittiğimde ayağımda çorap vardı. Hoca beni görür görmez, sorgusuz sualsiz: "Evine git!" dedi. Eve gittiğimde annem, suratımın düşüklüğünü anladı. Ona da anlattım konuyu. Hafta sonu arastaya gittik. Dönemin en iyi spor ayakkabısını aldık. Seçmelere hiç gitmedim bir daha...Ayakkabılarım da vardı üstelik. Bedri Karafakioğlu Okulu’nun potalarında oynadık. Okul takımında olanları yendik hep. Şimdi düşünüyorum yanlış yapmışım...Git göster kendini. Ayakkabın da var! Kime küsüyorsun? Neye? Çocukluk...