Bizim oğlanların, bilgisayarda oynadıkları bir oyun vardı. Oyun boyunca, büyüklükleri ve özellikleri değişim gösteren canlılara karşı bir mücadele içinde kalıyorsunuz. "Level" denen aşamalarda, bu canlının giderek büyüyen, yok ettikçe daha çok acıkıp bir o kadar daha yok etmeye çalışan hallerini görüyor, size sunulan teçhizat ve silahlarla da onu imha etmeye çalışıyorsunuz. Oyunun en son aşamasında ise bu canlının en olağanüstü halini görüyorsunuz. Canavarların babası yüce Gargantuar… Adı bile ürkütücü. İsminizin yan yana gelmesini istemezsiniz. "Gargantuar'la ben bir gün oturuyorduk" deseniz, size de ondan bir şeyler geçmiş olabileceğini düşünür, uzaklaşır insanlar. Oyunun en kötü karakteri olmasına rağmen hedef, en üst level'e gelip onunla karşılaşmak, o mendebur suratını taşıdığı vücuduna, son kurşununa kadar ne var ne yok sıkıp, yok etmek.
Anıların tozlu raflarını kaldırıp, bunları düşünürken, yaşamımızda da buna benzer bir oluşum içinde olduğumuzu gördüm. Her insanın, aslında ona monte edilmiş, onunla birlikte büyüyen, nefes alan bir Gargantuar'a sahip olduğunu. Yaşam boyu, onu kontrol etmek zorunda olduğu hissi hiç çıkmaz içinden. Bu zorunluluğu en iyi anlayanlar, Gargantuar'ı bir an önce halledip, hayata, işine gücüne tutunup, kendine uygun bir zeminde, ayağı yere basan, mutlu bir yaşamın kapısını aralamaya koyulurlar. Bu mücadelede insan yalnız değildir. Teçhizatını, silahını, mühimmatını, büyüdüğü ailesinden temin eder. Her gün beslenir, güçlenir… Fiziğinden çok aklının farkına vardığında, kaslarından çok sağduyusuna güvendiğinde, sahip olduğu gücü de tartmaya başlar ve önünde duran mücadelelere yaklaşımı daha olgun olur.
Güreş Eğitim Merkezi, Çorum'un sahip olduğu, birçok başarılara imza atmış, birçok sporcu yetiştirmiş bir tesistir. Stadyumun yanında, ben beni bildim bileli var olan fakat bu spor dalı ile alakam olmadığı için sadece yanından geçmekle yetindiğim bir bina. Bizim oğlanlarda bir istek oluşur düşüncesiyle, onları alıp okullar arası müsabakaları izlemeye götürdüm. Yaşları 11- 15 arasında değişen çocuklar kıran kırana mücadele ediyorlardı ki, bir minderde başlayacak olan mücadele dikkatimi çekti. Bir köşede annesinin itina ile giydirdiği bir çocuk var. Beyaz tenli, kasları çok gelişmemiş, ortamı ilk kez görüyormuş gibi ve biraz da ürkek… Annesi babası yanında, kulağına güzel bir şeyler fısıldayıp telkin ediyorlar. Üstü başı, spor endüstrisinin kuşatabileceği en son donanım ile bezenmiş. Parlıyor! Şekil olarak tam bir sporcu aday adayı… Un, yağ, şeker ile ne yapılabileceğini bilen bu insanlar, şu uzun hayat yolculuğunda, çocuklarını ayakta tutacak, gücünü, kuvvetini, mukavemetini, yeteneklerini tanımasına imkân sağlayacak tüm ortamları yaşatmaya çalışıyorlar. Bunu kendileri için en önemli görev addediyorlar.
Bir köşede bu manzarayı izlerken, merakla çocuğun rakibini arıyor gözlerim. Özenli ailenin, tam donanımlı çocuğu minderin ortasındaki yerini alıyor. Rakibini bekliyoruz. Hakem sağına soluna bakınıyor. Sonunda bir çocuk geliyor. Şaşkınlığımız gözlerimizden taşıyor. Çocuk yanık tenli, pekişik kaslı, ufak tefek, kısa saçlı. Esas hayretimize mazhar olan ise üzerindekileri… Çizgili paçalı dondan başka bir şey yok üzerinde! Ayakkabı bile… Aslında, bu çocuğun mindere çıkmasına izin bile verilmez. Ama okullar arası müsabaka olduğu için göz yumulduğunu düşündüm.
Profesyonel bir güreşçi gibi giyinmiş çocuk ile çizgili paçalı donlu çocuk karşı karşıya… Anne babanın bakışları çocuklarının üzerinde. Diğerini kimin getirdiği belli değil. Hangi okul adına mücadele ettiği de… Tarafsız gözle bakıldığında, insan, kıyafetsiz çocuğu tutası geliyor. Zayıf olan oymuş gibi… Bu düşüncemin yanlış olduğunu müsabaka başlayınca anladım. Çizgili paçalı donlu ve hangi okul adına mücadele ettiği belli olmayan çocuk, hakemin düdüğü çalmasıyla, rakibinin ayaklarına dalıp kaldırmasıyla, ikinci saniyede tuş etti. Çocuğun sırtı yere geldi ama üzerinde taşıdığı ilgi, alaka, göz nuru, umutlar… Dim dik ayakta duruyordu. Çocuk üzgün bir şekilde annesinin babasının yanına gitti. Kucaklaştılar. Annesi yine kulağına bir şeyler söyledi oğlunun. Babası başını okşadı "önemli değil, üzülme!" gibilerden.
Galip gelen çocuk hiç gözükmedi. Aramadı da gözlerim. Bir sonbahar gazeli gibi ayaklarımızın arasından savrulup gitti. Hayatta bunlardan çok var. Neden ve nasıl karşımıza çıktığını bilemediğimiz, bir şekilde, araya sıkışıp, kulağımıza kadar sokulup bize bir şeyler fısıldar gibi… Ve sonra görevini yapıp giden…
Öylece helva yapmaya çalışan aileye bakıyordum hayran hayran. Onlar kazandı diye düşündüm. Evet! Onlar kazandı. Bugün olmasa da yarın kazanacaklar… Sırtı yere gelmek midir yenilmek? Sıvazlayan birisi yoksa sırtını, ne işe yarar yenmek! Kalk şimdi düştüğün yerden, sızlanma! Önemli olan Gargantuar'ı yenmek!