Ayağında salladığı çocuk bir türlü uyumuyordu. Söylediği ninni, makamına en çok güvendiklerindendi. Bununla da uyumazsa hiçbir şeyle uyumaz diye düşündü. Bir daha söyledi. Yastığa başını koymadan uyuttuğu zamanlar da olmuştu. Karnı da toktu. Çocuğun gözler çakmak gibiydi. Yarım saattir söylediği ninniler, kendisinin uykusunu getirmişti. Belki de sesi bozulmuştu. "Çocuk hisseder" diye düşündü ve bir bardak su içmeye mutfağa gitti. Geldiğinde çocuk, babasının yeni marifetlerine hazır bekliyordu. Sesi düzelmiş ve ninniyi hiç olmadığı kadar temiz okumaya başlamıştı. İnsan sesinin ulaşıp da etkileyemeyeceği bir şeyin olmadığını da biliyordu. Bu sefer de hiç beklenmedik bir şeyle karşı karşıyaydı. Çocuğun yanaklarından yaşlar süzülüyordu. "Hicazı fazla kaçırdım" diye düşündü baba. Sinirden o da ağlamak üzereydi. Çocuk babasının da ağlamaklı halini görünce, ne olduğunu anlamak istercesine sustu… Ve o sessizlikte bir an uyuya kaldı.
Şu içinde bulunduğu durumun, sinirlerini yıpratmasına, yorulmasına kızdı. "Dert ettiğin şeye bak" dedi kendi kendine. Allah'ın kendisine bahşettiği en güzel lütuf; birçoklarına nasip olmayan, dünyanın en kıymetli hazinesiydi ayağında salladığı. Biraz önceki hallerinden utandı. Bir kuyumcu hassasiyetiyle ayağından yere bırakırken, çocuğun hafifçe irkildiğini hissetti. Kocaman siyah gözler yine ona bakıyordu. "Hay Allah!" deyip yine hayıflanacaktı ki, çocuğun evrendeki durumunu gördü. Yalnızlığını… Kendi çocukluğu aklına geldi. Her gözünü açtığında, etrafında ona bakanları hatırladı. Dede, babaanne, hala, amcalar, teyze, kuzenleri… Hatta yolunu gözlerlerdi uyansın diye. Bırakın uyutmaya çalışanı, gece geç saatlere kadar sunduğu numaraları büyük bir keyifle izlemeye gelen insanlar, bir süre sonra kabak tadı verirdi ona. Ve sonra nasıl olduğunu bilemeden, öylece uyuya kalırdı bir yerlerde… Her gözünü açtığında aynı sahnede uyanmak! Dört gözle seni bekleyen izleyicilerin hazır, gülen ve seni beğenmeye dünden razı halleriyle öylece bakıyorlar… Sebepsiz, kolundan bacağından çekiştiren, mıncıklayan amca ve teyzeler… Bunun bir ölümlüye verilen en büyük şans olduğunu anlayamamak… Dalıp gittiği çocuğun o kocaman gözlerinde, işte bu son düşünceyi gördü ve tekrar utandı; "Dert ettiğin şeye bak!"
"Tamam" dedi. Anladığını düşündüğü problemi kökten çözmeye karar verdi. Taşındığından beri kapısını çalmayan komşuları aklına geldi. "Olmaz!" dedi. Sonra kapıcının beş çocuğu aklına geldi. En büyüğü on üç yaşındaydı. En büyük ikisi kızdı. Birisine hala, diğerine teyze rolü verdi. Oğlanlardan kilolu olan amca diğeri dayı, en küçüğü de abi oldu. Yeni kurulan aileyi bir araya toplamak için bir sabah kahvaltısı düzenledi. Sağ olsun kapıcı, durumu anlayışla karşılamış, adamın sorununa merhem olmak istemişti.
Kahvaltı sofrasında, yeni akrabalar bir aradaydılar. Baba, yeni aile üyelerinin sorumluluklarını pekiştirmek istercesine sıfatlarıyla sesleniyordu. "Halası, teyzesi, amcası" diye… Çocuk halinden çok memnun görünüyor, yüzünde güller açıyor, yeni simalara ince ince bakıyordu. Kahvaltı sonrası, teyze ve halanın kucağındaydı. Hele abi ile oynamak çok eğlenceliydi. Sonra üstlerini giyinip, hep beraber parka gittiler. Akşam olduğunda herkes evine döndü. Bir tek abi kaldı çocuğun yanında. Nasıl uyuduğunu anlayamadı çocuk. Sızdı…
Ertesi gün, sonraki gün… Çocuk söyleyebildiği "anne, baba" kelimelerinin yanına "abiyi" de eklemişti. İştahı açılmış, uyku problemi kalmamıştı. Mutluluğu gözlerinden taşıyor, zamanın nasıl geçtiğini kimse anlamıyordu. Dolu dolu geçen bir hafta boyunca "geniş aile çatısı" saadet içerisinde devam ederken, yeni akrabaların köyden, gerçek akrabaları geldi. Yine de çocuklar vazifelerini terk etmeyip bu sefer de çocuğu evlerine götürdüler.
Çocuk, bambaşka bir âleme gelmiş gibiydi. Annesinden başka birilerinin de "candan, ciğerden" yaklaşımlarına ilk kez şahit oluyordu. "Gurban olsun verene…" Ne güzel bir şarkıydı kulaklarını okşayan; anlamıyordu ama bir ninni sözüne de benziyordu. Akrabalar çoğalmış, küçük bir odanın alabileceği tüm mutluluklar açığa çıkmıştı sanki. Seyrettiği bu ilk panayırın tadını çıkarırcasına, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadı. Kulaklarına sıvanmış muhabbet macunuyla, oracıkta uyuya kaldı.
Uyandığında annesi başındaydı. Eve nasıl geldiğini anlayamadı. "Niye geldim" gibisinden suratını astı annesine. O da anlamış gibi sanki: "Okullar açıldı, teyze, hala, amca okula gitti" dedi. Akşam olduğunda yine babasının kucağındaydı. Ama bu sefer hiç uğraştırmadı; yarıda kaldığını sandığı rüyasına geri dönmek için belki de…