Peygamberimiz; "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidayet, yeryüzüne sağanak halinde yağan yağmura benzer. Kara parçasının bir kısmı bu rahmet yağmurunu emer ve üzerinde yemyeşil çayırlar ve mahsuller yetiştirir. Diğer bir kısmı da bu suyu tutarak insanların içmesini, hayvanların, bitkilerin ve diğer canlıların istifadesini sağlar. Toprağın geri kalan ölü kısmı ise bu yağmurun suyunu tutmadığı gibi ekin ve yeşillik de bitirmez. "( Buharî, ilim, 20) Bu hadisten; Allah (cc) ın Resulü ile gönderdiği hidayet ve rahmetinden, insanların kabiliyetleri nispetinde istifade ettikleri anlaşılmaktadır. Hz Ebubekir de bu ilim ve hidayetten yararlananların başında gelmektedir. 
Günümüzde ve yakın tarihimizde ki savaşlarda, sömürgecilik adına kadın, çoluk çocuk ve yaşlı demeden imha silahları kullanılarak her türlü zulmün meşru görüldüğüne şahit olmaktayız. Hz. Ebû Bekir'in kumandanlarına ve valilerine verdiği emir ve talimatlar, Kur'an ve sünnetin evrensel esaslarına dayanmakta idi. Bu emirlerin savaş hukuku ve gayri müslimlerin statüsüyle ilgili olarak ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. Hz Ebubekir, Hâlid b. Velîd'i dinden irtidad edenlerin üzerlerine göndermişti. Düşmana onların kullandıkları silâhlarla mukabele etmesini emretmesi, değişen savaş teknolojisine rağmen İslâmiyet'in insan hayatını her şeyin üstünde tuttuğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. İslam orduları tarih boyunca hiçbir zaman zulümkar davranmadıkları gibi hiçbir ayırımda yapmadan gittikleri yerlere adalet ve kültür hizmetleri götürmüşlerdir.
Hz. Ömer'in teklifi üzerine müellefe-i kulûbba zekât gelirlerinden pay verilmemesi, onun döneminde uygulamaya konulmuştur. Halife olduktan sonra mesleği olan ticaretle uğraşmasını uygun görmeyen Hz. Ömer ile Ebû Ubeyde b. Cerrah kendisine maaş bağlanmasını öngörmüş ve teklif etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir, devlet işlerinde Peygamberimiz 'den intikal eden mührü, şahsî işlerinde ise "Ni'me'l-kâdiru Allah" ibaresini taşıyan mührünü kullanmıştır. İslâm tarihinde "halife" tabiri ilk defa Hz. Ebû Bekir hakkında kullanılmıştır. Peygamberimiz 'in halefi olması sebebiyle ashap tarafından kendisine verilen bu unvana itiraz etmemiş fakat "halîfetullah" unvanını uygun görmemiştir. İslam uleması onun müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmişlerdir. 
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali sahâbîler arasında en güzel konuşan iki hatip olarak tanınır. Ebû Bekir'in çok tesirli konuşmaları fesahat ve belâgat bakımından olduğu kadar içerik ve muhtevalarının güzelliğiyle de meşhurdur. Onun bazı özlü sözleri şöyledir: "Sana yol göstermek isteyenden durumunu gizleme, aksi takdirde kendini aldatırsın"; "Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, ulaşınca da onu geç", "Sabır imanın yarısı, yakîn ise tamamıdır", "Ölüme karşı haris ol, sana hayat verilir." Hz. Ebû Bekir'in bir kitap haline getirilen vecize niteliğindeki sözleri bazı müellifler tarafından şerh edilmiştir. Kaynaklarda; Hz. Ebû Bekir'in, tanınmış edip ve hatiplerin sözlerini gençliğinden beri dikkatle dinlediği, okuduğu, birçoğunu ezberlediği, bunları sık sık tekrarladığı ve ezberindeki şiirleri çok güzel okuduğu yazmaktadır. Peygamberimiz Hassân b. Sâbit'e, Kureyş 'in ensâbı konusunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Ebû Bekir'den öğrenmesini tavsiye etmiştir. 
Onun soyundan gelenler Bekrî veya Sıddîki diye anılır. Tasavvufta "sıddîkıyyet" makamı Hz. Ebû Bekir'e nispet edilir. Sülük usulü olarak zikr-i hafîyi benimseyen Nakşibendiyye tarikatı mensupları, Hz. Peygamber'in hicret esnasında Sevr mağarasında bulundukları sırada Hz. Ebû Bekir'e bu zikir tarzını öğrettiği nakledilir. Hz. Ebû Bekir'e nispet edilen ve Bekriyye veya Sıddîkıyye adıyla anılan tarikat bugünkü anlaşılan mânada bir tarikat olmayıp hâfî zikir tarzını ifade eder. Bu zikir tarzı da Bâyezîd-i Bistâmî'den sonra Hâcegân-Nakşibendiyye silsilesinde devam etmiştir. Türk İslâm edebiyatında daha çok Hz. Ebû Bekir'in şahsiyetiyle ilgili bazı motiflere rastlanmaktadır. Onun şahsiyeti etrafında meydana getirilen manzum eserlerin birinci grubunda methiyeler, nâtlar, hilyeler, ilâhi ve kasideler vardır. Türk İslâm edebiyatında Peygamberimizin hayatından bahseden manzum ve mensur eserlerde de Resûlü-i Ekrem'e olan yakınlığı sebebiyle ona genişçe yer verilmiştir. Bunların yanı sıra Peygamberimizin miracını işleyen mirâciyelerle hicretini anlatan hicret namelerde de Hz. Ebû Bekir'e özellikle yer verilmiştir
Kendisine bu fazilete nasıl eriştin denildiğinde; "İnsanları iki grup olarak gördüm. Bunlardan bir grubu tâlib-i dünyadır; dünyanın peşinden koşmaktadırlar. Bir grubu da tâlib-i ukba dır; ahiret endişesi taşımaktadırlar. Ben ise ne tâlib-i dünya, ne de tâlib-i ukba oldum. Tâlib-i Mevla olmayı tercih ettim. Rabbimin rızasına ermeyi her şeyin üstünde tuttum. Müslüman olduğum günden beri marifet-i ilâhiyye ile meşguliyetin ve onun bana verdiği hazz sebebiyle dünya nimetlerine meyletmedim ve doyasıya yemek yemedim. Yüce yaratıcımın muhabbetinin bana verdiği manevî zevk sebebiyle, aşk hararetini söndürmemek için kanasıya su içmedim. Dünya ameliyle ahiret ameli karşılaştığında daima ahiret amelini dünya ameline tercih ettim. Resulullah' ın sohbetine devam ederek onunla birlikte bulunmaya gayret ettim. Hicrette arkadaşı, mağarada yoldaşı ve daima sırdaşı oldum" demiştir.
Hz Ebubekir İslam'ın Muhammedi mektebinde yetişen, O'nun hidayet ve marifet yağmurundan kana kana içen ve "bu yağmuru tutarak başkalarına da içiren" yıldız şahsiyetlerden birisidir. Kendisi, Allah Resulüne inanan ilk müslümanlardan, her şeyi ile yanında olanlardan olduğu gibi ilk halifesidir de. Malının tamamını Allah yolunda tasadduk eden ve Allah Resulüne gelen her türlü zararı karşılayan ilk insandır. Allah Resulünün: "Güneş, peygamberler hariç, Ebû Bekir'den daha faziletli bir insan üzerine doğup batmamıştır. "diye övdüğü ve en çok sevdiği insandır. Kendisini rahmetle anıyoruz. Ruhu şâd olsun.