Çevremdekiler, köyden geldiğimi, buranın köy okulu olmadığını sürekli hatırlatıyorlardı. Arkadaşlarımın ve Çorum'daki akrabalarımın tavrı da aynıydı. Köyde sınıfın birincisi de olsam burada sesim çıkmaması gerektiği hep yüzüme söyleniyordu. Derken birinci dönemin sonu geldi ve köydeki öğretmenim karnemi getirdi. Onunla beraber nakil evrakını da yeni okuluma teslim etti.

Köydeki öğretmenim, gözlerimden öptü, beni tebrik etti. Başka tebrik eden olmadı. Sınıf öğretmenim de arkadaşlarım da karneme gülüp geçtiler. "Hele bir buradaki karneni görelim" dediler.

Sömestri tatilinde Emine Ablam'ın evinde yufka ekmek yapıyorlardı. Kadınlar tam dedikoduya dalmışlardı ki ben karnemi gösterdim. Orada okur-yazar olan birisi baktı. Bütün notlarımın pekiyi olduğunu görünce "Köydeki öğretmen, istediği gibi doldurmuş. Bakalım burada on iki öğretmenin karşısında ne yapacaksın? O zaman belli olur gerçek karnen" deyip yönünü öbür tarafa çevirdi.

Benim tebrik edilmem yerine böyle aşağılandığımı gören bir kadın da beni teselli etmeye çalıştı.
-Otur yavrum, sana çökelekli yanıç yapayım, deyip yer gösterdi. Başımı okşadı.
-Kargaların şekeri yavrum, diyerek beni sevdi. Ama oradaki kadınlar gülüştüler.
Oradan eve döndüm. Olan biteni anneme anlattım. Merakla:
-Kargaların şekeri ne demek, diye sordum.

Annem:
-Onu kim dedi, dedi.
Ben de o sarı karının adını söyledim. Annem çok kızdı.
-Kıskanıyorlar oğlum. Senin başarını çekemiyorlar. Kendi çocuklarından hiç okuma heveslisi olmadığı için senin notlarını kıskanıyorlar. Boş ver onlara, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Kargaların şekeri ne demek, dedim.
O da artık dayanamayıp açıkladı:
-Karganın pisliği demek dedi.
İşte o zaman bir kere daha vuruldum. O topluluk içinde beni seven, başımı okşayan, bana yanıç/gözleme pişiren kadın bile böyle düşünüyormuş. Şaşkınlık içindeydim. Dünyanın bu kadar fitne, fesat ve hasetle dolu olduğunu o zaman bir kere daha anladım. Çocukluktaki hayal dünyam bir kere daha yıkıldı. Okuldaki arkadaşlarım, şehirdeki akrabalarım bile bana inanmıyorlar, karnedeki notlarımla alay ediyorlardı.
Müfettişlerin Sınavı

Okula alışmaya çalışıyordum. Bazan arkadaşlar arasında kendimi yalnız hissediyordum. Bazan da öğretmenimin beni hala tam kabullenemediğini hissediyordum. İkinci dönemin başlarında okula müfettişler geldi. Her biri bir dersimize girdi. Hem bir şeyler anlattılar hem de sorularla seviyemizi ölçmeye çalıştılar. Üçüncü günü öğleden sonra sınıfa test kitapçığı dağıttılar. Sınav olacakmışız.
Sınıf arkadaşlarım buna alışıkmış. Senede üç-beş kez test sınavı yapılıyormuş. Ama benim için bir ilkti. Müfettiş anlattı: "Kitapçıkta sorular var. Bazıları doğru-yanlış şeklinde. Bazılarında boş yerler var. Oraya uygun olan kelimeyi yazacaksınız. Bazıları da çözümlü. Soruyu çözüp cevabını oraya kaydedeceksiniz.
Ben de test kitapçığını alıp adımı, soyadımı yazdıktan sonra sorulara bakarak istenilenleri yaptım. Ne yaptım? Nasıl yaptım? Kaçı doğru, kaçı yanlış? Bilmiyorum. Herkes kağıdını teslim ederken ben de teslim edip çıktım.
Son sınıf iki şube idi. İkisinin arasında bir rekabet vardı. Ayrıca bizim sınıfın birinci dönem birincileri arasında da ciddi bir çekişme mevcuttu. Bahçede hep bunlar konuşuluyordu. Ben, gariban bir seyirciydim. Hiçbir iddiam yoktu. Köyden geleli iki ay olmuştu. Bu dönemde epey hırpalanmıştım. Bu konularda ben de diyecek değildim.
Ertesi gün kalfa/hademe geldi. Etem Erkoç kim diye sordu. Beni kolumdan tutup öğretmenler odasına götürdü. Başöğretmenimiz (müdürümüz) Kadir Coşkun Bey:
-Gel evladım, diyerek kolumdan tuttu.
Senin adın neydi?
-Etem Erkoç
-Nerden geldin?
-Beydili Köyü'nden.
-Öğretmenin kimdi?
-Günal Özdoğan.
-Aferin oğlum. Öğretmenin seni iyi yetiştirmiş. Bak, burada da başarılı oldum. Seni tebrik ediyorum. Sakın gevşetme. İyi çalış, diyerek öğretmenlere takdim etti.
Öğretmenlerin her biri "Tebrik ederiz" dediler. Sınıf öğretmenim de ayakta idi O da beni tebrik etti ve elimden tutarak sınıfa götürdü.
-Çocuklar, dedi, arkadaşınız bu test sınavında sadece sınıfımızın değil, okulumuzun birincisi oldu. Onu tekrar tekrar tebrik ediyorum.
Eliyle oturmamı işaret etti. Yerime otururken bir de beni alkışlattı. O zamana kadar yaşamadığım bir duyguyu bana yaşattı.
Biraz sonra bir müfettiş geldi. Sonuçları ilan etti. Etem Erkoç 53, Hasan Gedik 42, İsmail Bezgin 31… Puanlar 1'e, hatta 0'a kadar iniyordu.
Kaç soru sorulmuştu da ben kaçını yapmıştım? Onu bilemiyorum. Ama bu sonuca göre ben, okul birincisiydim. Artık sınıf öğretmenimin dikkati üzerimde olacaktı. Onu iyi biliyorum. Köy çocuğu köy öğretmenimin uyduruk karnesi değerlendirmeleri de bitmiş olacaktı. Bu başarı, tüm okulda ve öğretmenler arasında duyulmuş ve yayılmıştı. Artık ötelenen değil, parmakla gösterilen bir öğrenciydim. Bu, beni daha da teşvik etti.