İmam Hatip Okulu’nda bana tepeden bakan insanlar yoktu. İlkokuldan farklı olarak her derse farklı öğretmen geliyordu. Bir başka ifadeyle her derse o branşın öğretmeni geliyordu. Ancak okulumuzda branş öğretmeni eksikliği çok olduğu için pek çok dersimize ilkokul öğretmenleri giriyordu.
Bu bağlamda Türkçe dersine Şerafettin Kavaklı, Tarih dersine Şerafettin Oğuz, Beden Eğitimi’ne Yüksel Bey, Resim dersine Mustafa Sucuoğlu giriyordu. Coğrafya’ya Öğretmen Okulu’ndan Seyhan Eralp, Yurttaşlık Bilgisi’ne Kız Sanat Okulu’ndan Leman Sansar, İngilizce ve Müzik derslerine Vicdan Bilgisever, Matematik dersine Yaşar Sağsöz geliyordu. Veteriner Elvan Bey de Tabiat dersimize gelen öğretmenlerimizdendi.
Meslek derslerimizde branş öğretmeni yok gibiydi. Arapça dersine Mehmet Büyükkareli (Eşkiya Hafız), Kur’an-ı Kerim ve Din derine de Recep Camcı Hafız geliyordu. Recep Hafız, öğretmenliğe iyi uyum sağlıyordu. Bize branş öğretmeni kadar faydalı oldu. Ben, daha önce Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmiş olduğum için iki sene hiç zorlanmadım. Zaten Hocamız, daha çok Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumaya yeni başlayanlarla ilgilenmek zorunda kalıyordu.
Arapça dersimize gelen Mehmet Büyükkareli’nin Arapça bilgisi iyi olsa da öğretme yeneği pek yoktu. Yine de bir boşluğu dolduruyordu. Not vermeyi pek beceremiyordu. Mesela beni, bir hafız arkadaşımla beraber sözlüye kaldırdı. Bana hafız olup olmadığımı sordu. Ben de hafız olmadığımı söyleyince “Arapçan iyi ama hafız değilsin. Tek kanatlı kuş gibisin. Fazla uçamazsın. Otur 5” dedi. Öbür arkadaşıma da aynı fiili çektirdi. Hafız olduğunu öğrenince 10 verdi. Benim notlarım sene sonuna kadar hep beş idi.
Bir de Siyer dersimiz vardı. Ona da İlahiyat Fakültesi mezunu Turgut Özlü giriyordu. Akaid dersimize de yine İlahiyatçı Ülkü Hanım geliyordu. Çok sakin ve sabırlı bir bayandı.
Kültür derslerimize gelen öğretmenlerin çoğunluğu, buradan ücret aldıkları halde bu okulu sevmiyorlardı. Bize de bunu hissettiriyorlardı. Köylü, geri zekalı sözlerini sadece onlardan duyuyorduk.
Okul Müdürümüz Necmi Şamlı, bir yandan idarecilik yapıyor, diğer yandan da adeta okulu şantiyeye çeviriyordu. Her tarafta inşaat atıkları vardı. Okul bahçesine bitişik olan bağı yeni almıştı. Onun bir köşesine cami yapımına başlanacaktı. Onun için köylerden ekin toplanıyordu. Fakir öğrenciler için köylerden erzak, şehirden özellikle esnaftan zekat ve giysi toplamaya çalışılıyordu.
Okulda tek muavin vardı: Osman Duman. Çok sakin, halim selim bir insandı. Ankara İlahiyat Fakültesi mezunuydu. Bağdat’ta da eğitim görmüştü. Dersimize girmediği için onunla hiç muhatap olmuyorduk
Sınıf arkadaşlarımızın bir kısmı yakın köylerdendi. Sadece merkez köylerden değil, bütün ilçelerden ve köylerinden gelen vardı. Kendi köyümüzden de Mehmet ve Hüseyin Topal kardeşlerle Talip Zopur (Türkoğlu) vardı. Halit Balyaz da ikinci sınıftaydı. Şehir içinden sadece üç beş arkadaş vardı diyebilirim. Çoğunluğu Karadeniz bölgesindendi. Havza, Amasta, Merzifon, Vezirköprü, Samsun, Ladik, Terme, Çarşamba, Ünye, Fatsa, Tosya gibi uzak yerlerden gelen arkadaşlarımız da vardı.
Muammer Temiz, Hasan Balcı, Mustafa Bağıröz, Bayram Demirtaş, Cevat Altun, Hüseyin Gedik hafızlığı tamamladıktan sonra gelmişlerdi. İçlerinde evli ve çocuk sahibi olanlar da vardı.
Aramızda çok sayıda iki yıllık öğrenci vardı. O yıllarda tek dersten bile başarısız olunduğunda sınıf tekrar ediliyordu. Bu yüzden ilkokuldan zayıf olarak gelen öğrencilerin epeycesi bir kaç ders yüzünden sınıfta kalıyorlardı.
Her öğretmen gelip dersini anlatıp gidiyordu. Aradan bir-bir buçuk ay geçince herkes yazılı sınav yapmaya başladı. Sınavlar önceden haber verilmiyordu. Bazı arkadaşlar, ilkokulu dışarıdan biritdikleri için sınav nedir, nasıl yapılır, sorulara cevap nasıl yazılır bilmiyorlardı. Yanımda oturan M.T.’de bunlardandı. Ders boyunca sürekli koluma vurmaktaydı. Tarif etmekle başa çıkamazdım. Öğretmenlerimiz de kopyadan şüphelenirlerdi. Bunlar, ancak ikinci dönemde okula alıştılar.
İlkokulu yine hariçten bitiren bir arkadaşımız daha vardı. A.T. çok gayretliydi. Ne verilirse almaya, öğrenmeye çabalıyordu. Maddi durumu çok zayıftı. Çimento torbalarından müsvette defteri yapyığını çok iyi hatırlıyorum. Birinci dönemin sonlarına doğru başarısını göstermeye başladı. İkinci dönemde en başarılı öğrenciler arasına girdi.
Öğretmenlerimizden Elvan Bey’in notu çok kıttı. “On Allah’ın, dokuz Peygamber’in, sekiz benim, yedi de sizin” derdi. Ondan üç defa yedi alabilmiştim. İngilizce öğretmeni Vicdan Bilgisever, yeni mezundu. Okulumuza pek alışamadı. Hep tepeden bakıyordu. Çok dekolte giyinmesiyle sadece okulumuzda değil, il çapında tanınıyordu. Ama derste varimliydi. İyi öğretiyordu.
Birinci dönemin sonunda karneler dağıtıldı. Hiç zayıfım yoktu. Hatta sınıf birincisi olmuştum. O dönemde sınıf birincilerinin resimleri ve isimlerinden oluşan bir tablo hazırlanıyordu. “İftihar Tablosu” adı verilen bu tablo, okulumuzun girişindeki duvara asılıyordu. İlk sene başladım bu tabloya girmeye. Bu durum yıllarca devam etti.
O yıllarda ortaokul ve liselerde şapka giyme mecburiyeti vardı. Her okulun şapkasının şeridi farklıydı. İamam Hatip Okulu’nun beyaz, ortaokul ve lisenin sarı, Öğretmen Okulu’nun eflatun, Sanat Okulu’nun ise yeşildi. Necmi Şamlı hocamız bize nashat ederken “Evladım, sizin şeridiniz beyaz. Nokta kadar bile bir yanlış yapsanız, o beyaz üzerinde leke yapar” derdi. Biz de buna uygun yaşamaya çalışırdık. Şapkasız sokağa çıkamazdık. Her öğrenci, öğretmenlerinin yanı sıra bir üst sınıftaki öğrenciye şapkayla asker gibi selam vermek zorundaydı. Öğretmenlerimiz, bize hangi okulda olursa olsun öğretmen olduğunu bildiğiniz kişilere şapkayla selam verin derdi. Biz de bu tavsiyelere uyardık.
Yine o yıllarda bir öğrenci, üst sınıfın kapısını çalmadan giremezdi. Eğer ağabeyleri izin verirse girebilirlerdi. Yazılı olmayan bu kurala herkes uyardı.
Son sınıf öğrencileri, gözümüzde erişilmesi güç nsanlardı. Son sınıfta Süleyman Uludağ, Abdullah Çağlar, Mevlüt Uysal’ı hatırlıyorum. Mustafa Öz, İsmail Torun da göz dolduruyorlardı. Feyzullah Kıyıklık, benden iki sene ilerideydi. Hafız Kenan Taşkan, okulumuzun mevlit ve ilahide Ulucami’deki yüz akıydı.
Okulumuzun bir de Mehter Takımı vardı. Recep Camcı hocamızın kurup çalıştırdığı Mehter Takımı, milli bayramlarda halkı coştururdu. Sırf okulumuzun mehter geçişini izlemek için bayram yerine gelen binlerce insan vardı. O sene Aralık ayında Mevlana Anma Töreni’nde okulumuzun Semazen Ekibi’nin gösterileri de olmuştu ama bizler oralara yanaşamıyorduk.