Avrupa Projeleri, son zamanlarda, farklı isimler adı altında dizayn edilmiş ve eğitim sistemimize kazandırılmış, doğru atılmış adımlardan birisidir. Bu projeler, dışarıdan bakıldığında, karmaşık ve bir o kadar teferruatın, insanların hevesini kırmaya yettiği, "gezme-tozma" çalışmaları gibi gözükse de, içine dahil olunduğunda hiç de öyle olmadığı anlaşılan organizasyonlardır. 


Sene başında atandığım yeni okulum bu konuda çok mahir. Okula geldiğim ilk günden beri, proje ve proje gruplarının ortasında buldum kendimi. İster istemez kendinizi "dahil" hissettiğiniz bu hummalı çalışma ortamında, bir "müzik öğretmeni" olarak kayıtsız kalmanız mümkün değil! Şu da bir gerçek: Sadece branşınızın size kattığı marifetler yetmiyor; İlgi, alaka, sorumluluk, takip, azim, ciddiyet gibi hasletleri de özenle barındırmanız şart... Zaten Okul Müdürü, odasına çağırıp bu konuyu bir "görev" çerçevesinde izah ettiğinde, bunu daha iyi anladım.


Portekiz'e iki farklı proje ve iki ayrı grup, beş öğretmen, üç öğrenci gittik. Öğrencilerimiz, oradaki öğrencilerin evlerinde kaldılar. Dünyanın bir ucundaki yaşıtları ile, farklı kültürlerden olmalarına rağmen, "aynı pencereden" bakabilmenin mümkün olduğunu gördüler. Bu bağlamda, grubun en hoşnut üyeleri onlardı. Projenin birisinin adı "Core" diğerinin adı da "Smile". Orada yapılan oturum ve çalışmalarda, eğitimde uygulanan metotlar ve uygulama yöntemleri masaya yatırıldı.
Portekiz tespitlerimi çektiğim on fotoğraf üzerinden anlatacağım:
İlk fotoğraf:  Anonim - Bize, nereye geldiğimizi anlatan... 

Lizbon hava alanından yolcu çıkışına, tünel gibi bir ortamdan geçerek vardık. Tünelin duvarına resmedilmiş "Guernika" büyüklüğünde bir tablo dikkatimi çekti. Özenle yapılmış güzel bir çalışma. Resmin altında portekizce bir yazı  var; Rehberimiz Louis'e sordum, o da İngilizce anlattı: "Sanat ve kültür herşeyimiz." İşte bu yazı sayesinde bir anlam kazandı Portekiz'de gördüklerim... Çünkü burada gördüğüm herşey bu yazıyı tasdikler numunelerdi.

İkinci fotoğraf: Ucu plastik kaplı çekiç elinde...Adı Enrique. Pasteneci... Dedesinin hatırasını korumaya çalışırken!
Lizbon'da bir gün kalacağımızı bildiğimden, sabah uyku tutmadı, altı'da kalktım. Sokaklara attım kendimi. Elimde kamera, cebimde telefon, olağanüstü şeyler çekeceğimden emin.... Kafamda bulmayı ümit ettiğim altın çerçeveli ve bir o kadar heyecanlı düşüncelerimle, kendime çok uzak hissettiğim "Avrupalı" figürünü yakalayıp onunla bir selfi çektirmek için Lizbon sokaklarındaydım. Mis gibi kokuların etrafa yayıldığı bir pastanenin önünde durdum. Orta yaşlı bir adam, hemen tüm Lizbon'un sokaklarını dolduran arnavut kaldırımlarından bir grubunu sökmüş, tekrar yerine yerleştiriyor. 

"Hello" dedim ve niyetini anlamaya çalıştım. O da, zaman zaman küp şeklindeki taşların yerinden oynadığını, yamulduğunu ve bu durumun geleni geçeni rahatsız ettiğini anlatmaya çalıştı. Adı Enrique. Devamında, söz konusu düzelttiği taşların, bundan yüz sene önce, dedesi zamanında döşendiğini, taşların bir hatırasının olduğundan bahsetti. 

Üçüncü fotoğraf: Umudunu yitirmeyen duvar...

Yüz yıllık arnavut kaldırımı sokaklara daha bir saygılı yürürken, ana cadde cepheli binaların arasında, bir tek duvarı kalmış, arka tarafı göçmüş bir binaya müdahele ediliyor. Kaldırım tarafından çelik konstrüksiyon desteği verilmiş, "yıkılmayacaksın, korkma!" nasihatleri ile morali yerine gelmiş bir duvar... Şu son yarım saatte bile gördüklerim, o duvarın yıkılmayacağına ikna ediyordu beni... Geride kalan gücüyle bir omuz atası geliyor insanın...

Dördüncü fotoğraf : İnsanın nefesi ve ruhu sinmiş her yapı kutsaldır.
Biraz ileride bir ev daha var. Yangından çıkmış gibi. Biraz kulak verseniz, içeride kalanların çığlık seslerini duyacaksınız. Yangında ölen varmıydı bilmiyorum ama gözleri açık gitmemişlerdir. En azından evlerinin yıkılmayacağından emin...Ona da bir şefkat eli uzanmış. Arka tarafında tadilat devam ederken, cephe kısmı insanların iştahını kesmesin, dokuya zarar vermesin diye "Grafiti" çalışması ile makyajlama yapılmış ve şirin bir hale getirilmiş. 

Beşinci fotoğraf: Yozlaşmamış arabesk, kültürler kucaklaşması
Portekizliler, bir zamanlar topraklarında yaşamış Endülüs ve Emevi medeniyetlerini, kültürlerini oluşturan, sıkılaştıran, onlara mahsus, orjinal bir hava katan unsur olarak görmüş ve bu dokuyu baş tacı etmişler. Bunu, gözünüzü gezdirdiğiniz her yapıda, her karede görmek mümkün. Fayanslara, taşlara, duvarlara resmedilmiş onca figür ve renk, dinlediğiniz müzikte bile yer etmiş. Ud ile gitar'ın birbirlerine saygısından türemiş Portekiz gitarı, bizim bağlama gibi çalınıyor her yerde... Bu karma kültürün, bu barışıklığın örneklerini görmek, sizi "yabancı" gibi hissetmekten uzak tutuyor.

Altıncı fotoğraf: Tır şoförü, yaya geçidi ve ben.
Düz bir alana kurulu olan Lizbon'daki nadir yokuşlardan birinde, caddenin karşısına geçecektim ki, koca bir tır'ın acı bir frenle yanımda durduğunu gördüm. Daha ben yaya geçidine adımımı atmadan, on tonluk koca tır, benim "adım atma ihtimalimi düşünerek" bir metre önümde durdu. Utana sıkıla, biraz da özür diler bir ifade ile karşıya geçtim. Bir tek benim için! Ne ışık var, ne de polis! Kaldırıma adımımı atana kadar hareket etmedi koca tır. Resmi geçit töreninde, sırasını bekleyen asker gibi. Ne bir sokranma, ne bir tavır...Beni en çok etkileyen karelerden birisidir; Sükunet içerisinde bekleyen şoförün, sakin yüz ifadesi...

Yedinci fotoğraf: İnsanın adım attığı her yer park - bahçe
Ertesi gün geçtiğimiz şehir Tomar. Çorum büyüklüğünde. Sakin. Şehrin bir ucundan baktığınızda diğer ucunu görebiliyorsunuz. En yüksek bina üç katlı. Şehrin ortasından bir nehir geçiyor. Dingin, temiz bir havası var. Doğal gaz yok. Odun, kömür yakıyorlar. Nehir kenarları, botanik bahçesi gibi. Kazlar, ördekler, kuşlar nehir boyu tepişiyorlar. Aynı zamanda hayvanat bahçesi gibi de... Özel olarak yapılmış bir "park" çatısı yok. Her yer park tadında... Sokağa adım atar atmaz parktasın!

 Sekizinci fotoğraf: "Allah temizdir, temiz olanı sever!" Demek ki bu öğreti bir tek bize mahsus değilmiş.
Tomar'da proje çalışmasını yürüttüğümüz okul da eski bir okul. Okulun ismi seksen yıldır aynı. İlkokul olarak açılmış sonradan yanına ilave olarak ortaokul kısmı eklenmiş. Okul, geniş bir alanda tasarlanmış iki katlı binalardan oluşmakta. Bahçe zemini çim ve toprak. Asfalt yada beton kullanmamışlar. Beden eğitimi için zemin farklı bir yapıyla döşenmiş sadece. Ayakları topraktan uzakta olmamak... "Ne güzel" dedim içimden. Bir ara, tuvalet aramaya koyulduk. Ara tara yok! Meğer en son geldiğimiz yer tuvaletmiş! Fark edemedik. Salon takımını, televizyonu kur otur! Ben kıyamadım. Otele kadar tuttum...
Dokuzuncu fotoğraf: Zenginlik

 İnteraktif bir ortamda, lego parçalarından oluşmuş basit bir robot yapmak üzere bir araya geldik. Bizdeki EBA sistemine benzer bir uygulama. Öğretmen, büyük bir sandığın kilidini açtı. O an birden, Portekizli korsanlar geldi aklıma. Gülümsedim istemsizce. İçimden "Ganimetleri okulamı taşıdılar acaba" dedim. Bu düşüncelerim, önümüze özenle dağıtılan tabletleri görünce dağıldı.  İşimiz bittikten sonra yine aynı özenle bir bir toplandı ve sandığa kilitlendi. Portekizliler zenginliği ganimet sandığında aramayı bırakmışlar. Ve görünen o ki bulmuşlar da...

Onuncu fotoğraf: Saygı; Ama herşeye!
Proje çalışmasının üçüncü günü Belediye başkanı, bu tür projelere çok önem verdiklerini hissettirir şekilde ağırladı bizi. Turizm'in şehirleri için önem arz ettiğini, tanıtımın önemini, bunu da eğitimle başarabileceklerini anlattı. Belediye binasının girişinde Tomar'ın yüz yıl önce çekilmiş bir büyük fotoğrafı asılıydı. Fotoğraftaki kent meydanını hemen tanıdım. Hiç değişmemiş. En küçük nüansına kadar aynıydı. O an şunu düşündüm: Ne mutlu buradaki dede'ye; torununa "Bak evlat! Şu pastahanede babaannene evlenme teklif ettim. Koşarken düştüm, şu taşa dizimi çarpıp kanattım. Ve sen şu hastanede dünyaya geldin..."