Evliliği iki kişi arasındaki aşk sözcüklerinden ibaret görenler, kendilerini sırça sarayda görebilirler. Ancak cicim ayları geçip geçim ayları geldiğinde o sarayın sırçalarının dökülmeye başladığını farkederler. O zaman hayatın gerçekleriyle yüzleşirler.
Günümüzde gençlerin ayakları hiç yere basmıyor, havalarda uçuyorlar. Kızlar, güzelliklerini ve dişiliklerini sergileyerek zengin gençlerin ve şöhretlerin ardından koşuyorlar. Niyetleri, mutlu bir aile yuvası kurmak değil, kısa yoldan sınıf atlayabilmektir. Yeni bir statü, yeni bir unvan kazanabilmektedir. Eşiyle birlikte yaşadığı Eşiyle birlikte yaşadığı semti değiştirmek, bir an önce sosyeteye karışabilmektir.
Kızlarının bu hayallerine destek veren babalar, kızı için zengin koca ararlarken sonunu hiç hesap etmezlerse, bir gün damatlarını kendileri beslemek zorunda kalabilirler. Babası iflas etmiş, şirketi ve fabrikası kapanmış nice ailelerin çocukları, bunun canlı örneklerindendir.
Servet avcılığı tek yönlü değildir. Sadece kadınlar, zengin koca derdindedirler demek haksızlık olur. Bir yönden de kadınlarımızı, kızlarımızı bu düşünceye sevkeden pek çok yayın yapılmaktadır. Çantasında taşıdığı kredi kartlarının limitiyle, bindiği lüks arabanın modeliyle, giyindiği mağazaların unvanıyla ve kıyafetinin markalarıyla öğünmenin moda olduğunu anlatan pek çok televizyon programı bulunmaktadır. Hiçbir mesleki kariyeri, ilmi başarısı bulunmayan kadınlar, "ben falanların geliniyim" deyince sosyetedeki yerini pekiştiriveriyor. Bir de kadınlar arasında "kocan kadar konuş" modası başlayınca artık konuşulacak bir şey kalmıyor.
John Wilson "Evlilik hayatı; bir şehvet ticareti değil, bir can ortaklığıdır" diyor. Sanıyorum sadece güzellik ve şehvet üzerine kurulan binalar, ya doyum ya da basit bir kıskançlıkla kökünden sarsılmaktadır.
Aslında eş, en sadık dost olmalıdır. O da dar gününde, zor anlarında belli olur. Mutluluğu paylaştığı kadar acıyı, kederi ve zorluğu da paylaşabiliyorsa o zaman gerçek dosttur.
Onun içindir ki; Feridüddin Attar: "Dost, kötü günde belli olur. İyi günde ise yüzlercesi bulunur" der. Bir İtalyan atasözünde de "Tecrübeden geçmeyen bir dost, kırılmamış bir ceviz gibidir" deniyor. Öyle ya evlendikten sonra eşinin gerçek bir dost mu yoksa içi çürük ceviz mi olduğunu anlayabilirsin.
Sadece kadınlar, kızlar değil, erkekler arasında da servet avcıları bulunmaktadır. Zengin kızları elde edebilmek için olduğundan farklı ve varlıklı görünmeye çalışan pek çok genç duyuyoruz. O kızı beğendiği, güzel bulduğu için değil de zengin kapının damadı olabilmek için kılıktan kılığa girebiliyorlar.
Öğrencilik yıllarından hatırladığım bir olay var. Komşu okulumuzdaki bir öğretmen, ilimizin en zengin müteahhidinin kızıyla evlendi. Niyetleri ne kadar ciddi idi, bilemem. Ama o yıllarda herkes, zengin damadı olabilmek için bu yolu seçti, diye yorumladı.
Yıllar sonra o zengin müteahhit, iflas etti. Malları, mülkleri ve saray yavrusu konutu icra yoluyla satıldı. O öğretmen, zengin kayınpederini perişan vaziyette buldu. O zengin kapıya damat olmak yerine ömür boyu o perişan kayınpederine bakmak zorunda kaldı. Bunu pek çok arkadaşım hatırlayacaktır.
İleri yaşlarda düşkünleşenin, düşenin yeniden ayağa kalkıp toparlanması zordur. Onun için dar zamanında yanında olabilecek dost seçmek lazım. O da uzun yıllarda kazanılabilir. Sadece makamı, serveti ve zenginliği nedeniyle etrafında pervanelenen insanları dost sananlar, ilk darbeden itibaren anlamaya başlarlar.
İyi gününde dostun çoktur. Paralı iken, mevki ve makam sahibiyken, toplumda sözün geçerken pek çok dostun vardır. Babam anlatırdı; Mustafa amca varmış. Güçlü kuvvetliymiş. Çalıştıracak adam arandığında hemen ona koşarlarmış. Hastalanıp güçten düşünce başlamış dertlenmeye. Karacaoğlan'ın şu dörtlüğünü söylermiş.
"Kahvelerim pişti gel / Cezvelerim taştı gel.
İyi günün dostları /Kötü günüm geçti gel.
Evet, iyi gün dostu çoktur. Onlar, ancak kötü günlerinin geçtiğinden emin olunca tekrar gelmeye başlarlar.
Evlilik, eşlerin el ele vererek mutlu yuvayı kurabilme sanatıdır. Yoksa biri diğerinin elini temeyi hedefleyen ikilinin sinsi planı değildir.
Yunus Emre gibi:
"Mal sahibi mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan / Var birazda sen oyalan"
Diyebilenler, bu hayatta mutluluğa koşarlar. Servetinin, hazinelerinin anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluğun bile zor taşıyabildiği Karun'un akıbetini hiç düşünmezler mi? Hazineleriyle birlikte batıp yok olup gitti.
Servette ve şehvette doyumsuzluğu ilke edinenler, bir adım ötesini, ölüm ve sonrasını da düşünseler iyi olur. Yoksa son pişmanlık fayda vermez.