"Bir me­za­rın için­de­yim ve bi­le bi­le öl­düm as­lın­da ben…"
Üç ay­dır her gün ge­lip, din­len­me­ye çe­kil­di­ği şu oda­da, ak­lı­na ge­len tek dü­şün­ce buy­du. Bir oku­lun hiz­met­li oda­sın­da ol­mak hiç de kö­tü de­ğil! İşi gü­cü bel­li. Ge­liş-gi­diş sa­ati dü­zen­li. Sos­yal gü­ven­li­ği olan ve ilk yıl­la­rı için hiç de fe­na bir ma­aşı ol­ma­yan bir iş­ti… Bu iyim­ser dü­şün­ce­ler­le, ken­di­si­ne tel­kin­de bu­lun­ma­sı­na rağ­men, oda­daki mal­ze­me ve ekip­man­la­ra gö­zü ta­kı­lı­yor, faz­la de­ğil, bir­kaç yıl ön­ce, üni­ver­si­te­de, la­bo­ra­tu­var­da yap­tı­ğı de­ney­ler ve bu de­ney­le­rin onu gö­tü­re­ce­ği­ni ha­yal et­ti­ği bü­yü­lü dün­ya­la­rı, ha­tır­la­ma­dan ede­mi­yor­du. Fi­zik mü­hen­di­si ol­muş ama çok sev­di­ği okul or­ta­mın­da kal­ma­yı ba­şa­ra­ma­mış­tı. Ai­lenin en bü­yü­ğü olun­ca da, bek­le­mek gi­bi bir lük­sü de yok­tu. "Keş­ke şu pro­fe­sör­le ta­kış­ma­say­dım" di­ye dü­şü­nür du­rur­du. Hat­ta paspas atar­ken söy­le­di­ği tür­kü­ye bi­le güf­te yap­mış­tı bu dü­şün­ce­le­ri­ni.

Hiç in­sa­fın yok mu se­nin
Ne is­te­din şu ga­rip­ten
Şu üç gün­lük dün­ya bi­ter
Mev­la'm sor­sun se­ni ben­den

Çok iyi bir öğ­ren­ci ol­mak, ze­ki ol­mak yet­mi­yor. Sı­nav­la­rı ful­le­mek, de­re­ce­ye gir­mek, tak­dir, te­şek­kür bir yer­de bi­ti­yor. Evet…  An­ne sö­zü­ne ge­li­yor da­ya­nı­yor bu iş! Alt­tan al­ma­yı bil­mek, ge­re­ğin­de kü­çü­le­bil­mek. Yi­yip yut­mak, iç et­mek… Lü­zu­mun­da gör­me­mek, gör­mez­den ge­lip geç­mek. Di­li­nin ucu­na gel­se de sus­ma­yı be­cer­mek. "Sa­na ne! Pro­fe­sö­rün açı­ğı­nı bul­mak, or­ta­ya çı­kar­mak sa­na mı kal­dı?" Kos­ko­ca pro­fe­sör de­diy­sek de so­nuç­ta bir fa­ni. Be­şerin şaş­ma­sın­dan sa­na ne! Onu, şa­şır­ta­na bı­rak­sa­na! Gör­me, duy­ma! Din­dar bir ai­le­den gel­me­sen, Al­lah'a bı­rak­ma­yı­şı­nı an­la­ya­ca­ğım. Sa­na ne olu­yor!

Ça­lan zil se­siy­le bir­lik­te hem okul, hem dü­şün­ce­le­ri da­ğıl­dı. Sı­nıf­lar hiç ol­ma­dı­ğı ka­dar pis ve da­ğı­nık­tı. Ağ­zın­daki tür­kü­nün na­ka­ra­tın­da ara sı­ra de­ği­şik­lik ya­pı­yor­du. "Sor­sun Mev­la'm se­ni ben­den" Böy­le da­ha et­ki­li ol­du­ğu­nu dü­şün­dü. Okul­da kim­se­nin kal­ma­dı­ğı­nı bil­mek, se­si­nin se­vi­ye­si­ni de ar­tır­mış­tı.
Tam da o sı­ra­da Okul Mü­dü­rü sı­nı­fın ka­pı­sı­na gel­miş, ya­pı­lan te­miz­li­ği iz­li­yor, ça­lı­nan tür­kü­yü din­li­yor­du. Mü­dür sert bir üs­lup­la, hiz­met­li­nin se­si­ni bas­tır­dı: "Se­ni de bi­ze so­ra­cak­lar bi­ra­der. Ken­di­ni in­şa­at­ta mı san­dın! Bu­ra­sı okul. Hem sı­nı­fı ha­va­lan­dır­ma­dan, cam­la­rı aç­ma­dan bu iş ya­pı­lır mı?"
Mü­dürün söy­len­me­le­ri şa­mar et­ki­si yap­tı. Üs­te­lik kos­ko­ca fi­zik mü­hen­di­si­ne kar­şı ko­nuş­tu­ğu­nu da bi­li­yor­du mü­dür. İn­san ça­lı­şa­nı­nın si­ci­li­ni bil­mez mi? Ya­aa… Gün ol­du dev­ran dön­dü. Söy­le­nen söz­ler bu­me­rang gi­bi do­lan­dı be­ni gör­dü… Mü­dü­re kar­şı tek bir söz söy­le­me­di. Sükût için­de, ters ters bak­ma­dan, ba­şı önün­de, uyum­lu bir öğ­ren­ci eda­sı ile "an­la­dım, ku­su­ru­ma bak­ma­yın" der gi­bi din­le­di. Tür­kü­nün se­si­ni kıs­tı, mı­rıl­da­na­rak de­vam et­ti. Cam­la­rı aç­tı, ha­va­lan­dır­dı. Paspa­sı bir da­ha at­tı. Oda­ya, ar­ka­daş­la­rı­nın ya­nı­na git­ti­ğin­de, ça­yın so­nu­na ye­tiş­miş­ti. Ki­na­ye­li ba­kış­lar al­tın­da ol­du­ğu­nu his­set­ti. Ra­hat­sız ol­du. "Hiç mi fır­ça ye­me­di­niz?" 
Tec­rü­be­li bir hiz­met­li abi bı­yık al­tın­dan gü­le­rek de­vam et­ti : "Sı­nı­fı ha­va­lan­dır­ma­dan te­miz­lik ya­pıl­ma­ya­ca­ğı­nı bil­mek için fi­zik tah­si­li yap­ma­ya ge­rek yok ye­ğe­nim!" 
Mes­le­ği­nin otu­zun­cu yı­lın­da olan abi, sö­zü­nün hı­zı­nı bi­raz da­ha dü­şü­re­rek ve yu­mu­şa­ta­rak de­vam et­ti : "Ye­ğe­nim Ka pe se se'den al­dı­ğın 90 pu­an iş yap­mı­yor bu­ra­da. Ben il­ko­kul me­zu­nu­yum. Gö­re­ve ilk baş­la­dı­ğım okul, bir köy il­ko­ku­luy­du. O za­man­lar ço­cuk­lar ba­na Ha­de­me abi di­yor­lar­dı. Bir öğ­ret­men, bir de ben var­dım okul­da. Oku­lun her şe­yi biz­dik. Ko­lun­da ba­ca­ğın­da ço­cuk­la­rın, ten­tür­di­yo­du, gaz­lı be­ziy­dik… Ye­ri ge­lir ba­ba­sı, ye­ri ge­lir da­yı­sı gi­biy­dik. Ev­de yok­ken, sı­nı­fı bı­rak­ma­dık odun­suz. Saz ça­la­rım bi­raz. Öğ­ret­men ko­ro ya­par­dı. Ben de eş­lik eder­dim ona… To­hum­lar fi­da­na de­dik, fi­dan­lar ağa­ca… Ağaç­lar or­ma­na de­dik, dik­me­li yur­du­ma… Dik­tik… Hem de bir sü­rü… Bu okul­da, öğ­ret­men­ler gü­nün­de en çok zi­ya­ret­çi ba­na ge­lir. Çün­kü o za­man­lar dik­tik­le­ri­miz bü­yü­dü­ler… Se­nin söy­len­di­ğin tür­kü­ye bak he­le! Ne ya­şa­dın da ne­ye ka­hır­la­nı­yon? Fi­zik mü­hen­di­si olup ato­mu mu par­ça­lı­ya­ca­adın? Onu par­ça­la­yan par­ça­la­mış za­ten! Yü­rü var git işi­ne!" 
Er­te­si gün oku­la gel­di. Her za­man ki gi­bi üs­tü­nü giy­di. Paspa­sı al­dı, üst kat­tan işe ko­yul­du. Öğ­ren­ci­ler tek tük gel­me­ye baş­la­mış­tı ki bir kö­şe­de ken­di ken­di­ne ha­yıf­la­nan, söy­le­nen bir ço­cuk gör­dü. Ön­ce ala­ka­dar ol­mak is­te­me­di. Son­ra me­ra­kı­nın önün­de dur­mak is­te­me­di. Ya­nı­na git­ti­ğin­de, ço­cu­ğun bir fi­zik so­ru­suy­la ce­bel­leş­ti­ği­ni gör­dü. Ço­cu­ğun ka­ra­la­dı­ğı def­ter say­fa­sı boz­gu­na uğ­ra­mış gi­biy­di. Göz ucuy­la prob­le­mi çö­zen hiz­met­li, " öz­küt­leyi he­sa­ba kat­mı­yor­sun!" de­di. Ço­cuk, ufak bir he­sap­tan son­ra, an­la­mış ve çöz­müş ol­ma­nın mut­lu­lu­ğu­nu yü­zü­ne yan­sıt­tı. Te­şek­kür et­ti. 
Hiz­met­li­nin yüz ifa­de­si ço­cu­ğun­kin­den da­ha gü­zel­di. En azın­dan ken­di­si­ni öy­le his­se­di­yor­du. Paspa­sa da­ha bir sı­kı sa­rıl­dı. Bü­tün oku­lu terte­miz ya­pa­bi­lir­di o an. Ar­dın­da bı­rak­tı­ğı ço­cu­ğun hay­ran ba­kış­la­rı­nı üze­rin­de his­se­di­yor­du. Din­len­me­ye git­ti­ğin­de, oda­ya bir sak­sı çi­çe­ği gö­tür­dü. Su ver­di ona. "Bu­ra­ya bir de gü­zel bir per­de ya­pa­lım" de­di. Öğ­le ara­sı sı­nı­fı ha­va­lan­dır­ma­ya gi­der­ken ağ­zın­daki tür­kü de­ğiş­miş­ti.

To­hum­lar fi­da­na, fi­dan­lar ağa­ca
Ağaç­lar or­ma­na, dön­me­li yur­dum­da…