Mesleğinin otuz beşinci senesinde, karşısına çıkan bu sınav, yaşlı adam için bir faciaydı. Okumaya çalıştığı her soruda, tecrübesinin ona yardım edeceğini umuyor, tekrar okuyor, okuyordu… Cevap bulamamanın verdiği endişe ve üzüntünün, gözlerinden belli olacağını düşünerek, başını hiç kaldırmıyordu. Zor sınavdı şu uzmanlık sınavı! Ne vardı sanki! Bir iki sene daha bekleselerdi!  Keşke emekli olsaydı; Olsaydı da görmeseydi bu işkenceyi…
Nice mezunlar vermişti buraya gelene kadar. Her birisi ona, birçok dalı olan büyük bir ağacın gövdesi hissini yaşatıyordu. Etini kemiğini bırakıp gideni mi dersiniz, kimsesiz, öksüz yetimleri mi… Azmi, iradeyi, sevmeyi, vefayı, özgüveni, başarıyı, fedakârlığı, öğrenmenin tadını hissettirmişti, belki yüz belki de binlercesine… Küçük canlar, körpe dimağlar hayat buldu, amaç buldu onun gözlerinde, sözlerinde, yıllarca…  Yetiştirdiği öğrencilerinden iyi mevkilere, önemli görevlere gelenler de bir hayli fazlaydı. Öğrencilerinin çoğu onu arayıp sorardı. Bir tanesi Amerika'daki NASA Uzay araştırmaları programında mühendis olarak çalışıyordu. Onlarca doktor olan öğrencisi içinde bir tanesi vardı ki yine Amerika'da, meşhur kalp cerrahı De Beckey'nin asistanı olmuştu. Sanata olan duyarlı yaklaşımını, öğrencilerine hissettirmeye çalışır, hemen her haftanın konu başlığına uygun bir program hazırlanmasına dikkat ederdi. Sazlı sözlü gerçekleşen bu programlarda öğrenciler etkin rol alır, müzik yapma ve sahne heyecanlarını zevkle tadarlardı. Bu yaşantıların sonucu da konservatuarlara olan ilgi kaçınılmaz olurdu. Devlet Opera ve Balesinde, farklı senfoni orkestralarında çalışan ve müzik öğretmeni olan birçok öğrencisi vardı. Hele bir tanesi vardı ki, popüler bir sanatçı olmuştu. Bir gün televizyonda bu sanatçı ile yapılan röportajda, müziğe nasıl başladınız sorusuna cevap olarak söze kendisinden başlaması, onu çok mutlu etmişti.     
Bir anda kendisini geçmişin uzun koridorlarından,   Uzman Öğretmen sınavında, yirmi dakikadır anlamaya çalıştığı psikoloji sorusu üzerinde düşünürken buldu. Son bir kez mırıldanarak, itinayla okudu:
"Gelişimi, hareket dönemi, imgeleme dönemi ve sembolik dönem olarak üç ana bölüme ayıran kuram aşağıdakilerden hangisidir?"
Soru ile ilgili her hangi bir düşüncesi olmadığı için, yorgun gözlerini, daha fazla seçenekler üzerinde gezdirmenin bir anlamı olmadığını hissetti. Kalemini, silgisini cebine koydu; Yavaşça kâğıdını aldı, gözlüklerini çıkarırken elleri titredi. Oturduğu masadan ileri doğru adım atarken "Senden uzman olmaz, ne işin var burada!" diye mırıldandı. 
Tam birkaç adım atmıştı ki, görevli ikaz etti: "Beyefendi şu an veremezsiniz, son on beş dakikayı bekleyeceksiniz!"  Çaresiz yerine döndü, oturdu. Taş gibi, sabit bir noktaya bakıyordu. Artık ne uzmanlık, ne zaman ve ne de mekân umurunda değildi. Yine çocuklar geldi aklına… Hepsinin simaları, gözlerinin önünde seremoni yapmaktaydı… Süleyman, Kezban, Onur, Ahmet, Turan, Güllü, Nuri ve diğerleri… Hepsi elele vermiş körebe oynuyorlardı; Daha önce hiç bu kadar neşeli değillerdi bu oyun oynanırken. Ne oldu? Bir an 23 Nisan geldi diye düşündü. Sol taraftan üzerine koşarak gelen de kim?  Evet bu Mert!
- Ne var oğlum, o elindeki de ne?
- Öğretmenim, şu Tubitak'a gönderdiğimiz proje varya?
- Eee ne olmuş?
- Birinci seçilmiş öğretmenim, bizim projemiz birinci…
- O senin projen Mert; tebrik ederim evlâdım gel seni bir öpeyim, aferin
- Olur mu hiç! Siz olmasanız onu toparlayamazdım, bizim o!
- Ben sana sadece yol gösterdim, bu senin başarın canım evlâdım
Başı önündeki masaya yapışmış, zor nefes alıyordu… Salon görevlisi durumu fark etti, ambulans çağırdı. Araç içerisindeki sağlık görevlisi, şuurunun yerinde olup olmadığını anlamak için konuşturmaya çalışıyordu.
"Beyefendi, isminiz?
"Mert; Mert oğlum sen misin?"
"Ben ambulans görevlisi Suat, sizin adınız ne?"
"Ben, ben…
Yorgun gözleri kapanmıştı ve konuşulanları duymuyordu artık. Gözlerini açtığında, eşi ona, iki gündür hastanede olduğunu söyledi. Ziyaret saatinde elinde çiçeklerle öğrencileri gelmeye başladı. Hastane odasının önündeki koridor, dolup taşmıştı. Bir süre sonra kardiyoloji uzmanı olan öğrencisi Serap, kontrole geldi. 
"Hocam nasılsınız?"
"İyiyim Serap kızım, sağ ol."
"Bundan sonra heyecanlanmak yok, tamam mı?"
"Tamam, güzel kızım, sen dedikten sonra!"
"Bu kadar heyecanlanacak ne yaptınız hocam?"
    "Eeee, bu yaştan sonra uzmanlığa soyundum, beceremedim!"
    "Hocam siz zaten uzman bir öğretmensiniz,  böyle bir sınava neden girdiniz ki?"-    
- Yok, yok… İşini iyi yapmakla uzman olunmuyormuş, daha çok çalışmam lâzım, biraz daha çalışıp ölmeden önce uzman olacağım inşallah. "
- Öyle söylemeyin hocam, siz olmasaydınız bizler burada olamazdık"
Doktor Serap'ın bu sözüne, oradaki bütün öğrencileri katıldıklarını ifade ettiler. 
- Çocuklar hepinize çok teşekkür ederim, beni çok duygulandırdınız. Şaka yapıyorum; bir daha böyle bir sınava girmem zaten… Sizleri tekrar görebilmek için böyle bir yol aklıma geldi. Bakın hepiniz buradasınız, başardım! Eğer bir meslekte uzman olmak isteseydim, bu meslek öğretmenlik olmazdı. İnsan eğitimini üzerine vazife olarak alan bir kişi, geldiği bu konuma, birkaç test çözerek erişebiliyorsa, vay o memleketin haline! Ben test çözemedim ve uzman öğretmen olamayacağım. Sizlerden de öğretmen olmak isteyenleriniz olabilir;  Tavsiyem, önce çocukları sevin...  Sevginizle yoğurun. Onların etini kemiğini size bırakanlara inat, ruhlarını hissedin… Uzmanlık ise takip eden iyi eğitimciliğinizin sonunda, yetiştirdiğiniz öğrencileriniz ve toplum tarafından kalbinize işlenecek bir desen olacaktır... İşini iyi yapmış bir insanın huzurunu ne bir belge ne de bir sertifika ifade edebilir… Bu sadece insanın, kendisinin hissedebileceği bir duygudur.