YALNIZLIK

Artık demir almak günü gelmişse limandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

Hiç yolcusu yokmuş gibi kalkarken alır yol

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...

            Aynen şairin dediği gibi bir yerdi; Öğle üzeri açlığımı yatıştırmak için çıktığım pidecinin terası... İki yolcu vardı yukarıda. Birbirlerinden haberleri yok gibi, yalnız ve yaşlı... Önlerine hazırlanan onca sofrayı, ilgiyi, hürmeti anmak istercesine, hatıralı gözlerle ve biraz da gördüklerini seçemeden... Önlerine konana dünden razı, tuzuna biberine, yağına aldırmaksızın, sesini çıkarmadan; İçin için yemek... Sonradan, derme çatma yapıldığı belli olan çatının kuzeye bakan yüzüne açılan pencereden süzülen ışık, ortamı aydınlatmakta aciz kalıyordu. Belki de böylesi daha iyiydi. Otuz yıldır, üzerlerinde bir türlü eskitemedikleri ceketleri zırh gibi kavrıyordu onları... Üstlerine giydikleri ceketin en iyi tarafı, örtmesi ve gizlemesiydi... Sırtları birbirlerine dönüktü; küs gibi. Durumlarından şikayetçi olmak çok eski bir duygu olduğundan, rutin bir işi gerçekleştirir gibi yiyorlardı pidelerini. Belki daha önce hiç yüz yüze gelip selamlaşmadılar. Gerek yok ki birbirlerini tanımalarına! Günün o saatinde, orada, o gemiye kim biner ki? Kimin yolu düşer, kim el sallar ki?

            Aşağıda siparişimi söyleyip yukarı çıkarken, eğreti yapılmış korkuluktan çıkan gıcırtı, geldiğimi haber veriyordu sanki yukarıya. Oturmak için yaşlılardan birisinin masasına yöneldim. Zaten dar terasın iki küçük masası vardı. Yanına oturduğum yaşlı, daha selam veremeden, “al bunu” der gibi, tabağında kalan son parçayı işaret etti. Yüzünde, ellerinde, yaşantısından kalma derin izler, çatlaklar gözüküyordu. Konuşmasıyla ortaya dökülecek esas tahribatı tahmin edebiliyor, biraz korku, biraz endişe ve biraz da merakla bekliyordum. Lafa girdiği yer, onu en derinden sarsan ve hala etkisinde olduğu belli olan yerdi:

            “Rahmetlinin vasiyeti; masana kim oturursa, ona bir şeyler yedir içir!”

             Üçü oğlan beş çocuğu olduğunu söyledi. Bir zamanlar güçleri kuvvetleri yerindeyken, çocukların tereyağını, peynirini, eriştesini kendilerinin yaptığını ve herkesin bundan hoşnut olduğunu, bayramın seyranın evlatlar, torunlar eşliğinde eğlenceli ve bir o kadar ahenkli geçtiğini anlattı.

“Sonra, bizim hanım hastalandı...”

O ana kadar yan masada pidesini sessiz sedasız yiyen diğer yaşlının yüzünde bir tebessüm belirdi. “Yine aynı hikaye...” der gibiydi bu tebessüm. Belki yüz, belki bin defa dinlemişti benzer hikayeleri. Kendisinin de karşılaştığı ve bir şekilde üstesinden gelmeyi başardığı aşamaları dinlemeye hazır, bekliyordu...  

            “Ankara’ya gitti tedaviye. Gelinler orada. Güvendim tabi! Bir süre sonra hanımı otobüsünen yollamışlar. Ben de tedavi bitti sandım. Meğer bitmemişimiş... Hastaneden aradıklarında öğrendim. Hangi gelin diye sordum, söylemediler...”

            Ben şaşkın dinlerken, yandaki yaşlı, sıradan bir şey dinliyormuş gibi son lokmasını da bitirdi. “Bu da bir şey mi!” der gibi baktı bize. Ve sonra, masasında oturduğum yaşlıya, yol arkadaşına, baktı. Giderken “boşver! Dünya burası; daha ne bekliyon ki?”

            Terasta ikimiz kalmıştık. Giden yaşlı son noktayı koymuş, bizi susturmuştu. Oysa hikayenin devamını merak ediyordum. O da anlamış olmalı ki: “Doğru söylüyo” dedi ve sustu... Bu sefer ben birşeyler söyleyip toparlamak istedim: “Zaman” dedim. “Zamanla onlar da anlar, görürler hatalarını. Onlar da yaşar anlarlar seni, rahmetliyi...”

            Giderken onu terasta yalnız bırakmak istemedim. Birlikte kalktık. İnerken omzuna dayandım. Bana oğlu gibi baktığını fark ettim bir an. Biliyorum bu bakışı... Babamdan... Sonra cebinden buruşuk bir iki kağıt para ile üç beş bozukluk çıkarttı. Hesabı ödemeye önüne geçtim. Kalan gücü kuvvetiyle engel olmaya, ödemeye çalıştı. “Rahmetli” dedi. “Ben de oğlu sayılırım, gücenmez bana” dedim.

            Öğle sonrası olmuştu. Arkamı dönüp baktığımda, pideciye yeni bir yolcunun girdiğini görüyordum. Diğer yolcular gibiydi... Acelesi yoktu. Ağır ağır çıkacak, merdivenin rutin gıcırtısı onu rahatsız etmeyecek ve birazdan başlayacak kısa süreli dünya festivalinde yerini almak için heyecanlanacak. Terasın dar penceresinden süzülen zayıf ışığa razı, hikayesini anlatıp biraz rahatlayabileceği birisini görebilmeyi ümit edecek... Ve sonra tüm umutlarını, arzularını örten koyu renkli ceketine bürünüp, sokaklarda kalabalığa karışacak...