TUBA GÜMÜŞ'ÜN RÖPORTAJI 

Nasıl ki Ferhat Şirin'i için dağları aştıysa… Mecnun Leyla'sı için çölleri...

O da vazifesi uğruna benliğini, kibrini, nefsini, insanlara karşı olan duvarlarını aşmış…

Sonunda da aştıklarının zirvesinde bulmuş kendini… Makamların çok ötesinde… Belki de zirvenin en yücesinde… Garibanların gönlünde…
Gariban doktoru unvanıyla nam salmış bir hekim Dr. Rıfat Patır, sadece Çorum'un değil Türkiye'nin gururu… Yokluğun, hastalığın, garibanlığın, soğuğun en çetrefilli olduğu zamanlarda bile büyük bir ihtirasla çalışan efsane bir doktor o… 100 yaşında bir duayenle hasbıhal ediyor olup onu tanıma ve tanıtma şerefine nail olabilmekte benim aştıklarımın en yücesi…

1970'lerin Türk sinemasındaki karizmatik jönleri anımsatan giyimi ve parlak maviye çalan gözleriyle son dönemlerde gördüğüm en nezaket sahibi insanlardan… Bir İstanbul Beyefendisi...

Müzik tutkusundan, hekimlik yaptığı süre boyunca yaşadıklarına, nasıl bu kadar sağlıklı kalabildiğinden, doktorluğa nasıl başladığına, eğlenceli anılarından, çektiği meşakkate kadar her şeyden konuştuk. Bizi ağırladığı için kendisine şükranlarımı, hürmetlerimi sunuyorum…

Film sahnesinden görüp esinlenerek yaptığı malikanesini en ince ayrıntılarıyla anlatıp, 30 yıllık dostluğu en güzel cümlelerle dile getiren Yazar Bahri Güven Hocama da teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.

Hocam sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Rifat Patır. 1926 Çorum Merkez doğumluyum. İlkokulu Çorum Albayrak İlkokulunda, Ortaokulu ve Liseyi Samsun'da okudum. 1949 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun oldum.

Eşim Türkan Hanımla okul yıllarında tanışmıştık. Üç çocuğumuz oldu. Ender, Nadir ve Ertan. Ender ve Nadir, Boğaziçi Üniversitesinde okudular. Ertan ise İngiltere'de okudu. Şimdi hepsi İstanbul'da yaşıyor. 

Leblebinin faydaları saymakla bitmiyor Leblebinin faydaları saymakla bitmiyor

Gezmeyi çok severim. Dostlarımın 'Kartal Yuvası' olarak adlandırdığı Çorum'un kuzeydoğu kesiminde dostlarımla buluşup söyleşmek, bahçede uğraşmak benim için ayrı bir mutluluktur. Müzik dinlemek, fotoğraf çekmek ve kitap okumak vazgeçilmez zevklerim arasındadır.  Bunca yıl vatanımda görev yapmış olmanın mutluluğu ve gurunu yaşıyorum…

Hocam neden doktorluk? Ve doktor olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?
Doktor olmasaydım mühendis olmak isterdim. Fakat doktor olmak yüreğimin daha derinlerinden gelen bir tutku. Lisede de durum aynıydı. İdealim mühendislikti... Mühendis olup birbirinden eşsiz binalar yapmak istemiştim. Bu binalara çok güzel parklar, süs havuzları, yürüyüş yolları yapmayı düşlerdim. Bu hayallerimle lise son sınıfa kadar geldim. O yıllarda da derslerimin dışında kitap okumayı prensip edinmiştim. Son okuduğum kitap İngiliz yazar olan Cronin'nin Şahika isimli romanı; doktor olmamın nedenidir. Romanın kahramanı Andrew, idealist bir doktordu. Fakir ve çaresiz insanların hastalıklarına hiçbir maddi beklenti içerisinde olmadan çare buluyor. Bu beni o kadar çok etkiledi ki; ben de doktor olmaya karar verdim.

Hocam yeniden başlasaydınız hayata, bu kadar meşakkate rağmen tekrar doktor olur muydunuz? (gözlerini kısa bir süre kapatıp gülümsüyor)
Yeniden başlasaydım hayata hiç tereddütsüz hekimliği seçerdim.

İnsan nefes aldığı bir şeyden nasıl vazgeçemezse ben de vazgeçemem…

Peki hekimlik hayatınız süresince hiç pişmanlık  yaşadığınız bir olayla karşılaştınız mı?

İnsan bir işi sevdiğinde çilesini de zorluklarını da o denli göğüsler. Vazifenin kutsallığı sizde öylesine yoğunlaşır ki o yolda ayağınıza batan hiçbir diken, yolunuza çıkan hiçbir taş sizi o yolda mağlup edemez.

Çok zorluk çektik bu yollardan geçerken. 50 sene evvel arabalarla her an bir yere gidemiyorsun. Ya at arabalarıyla ya da yürüyerek gece gündüz demeden, yaz kış bakmadan insanların evlerine gider yediğim ayazı hiç düşünmezdim.
Ben hep temkinli, titiz ve bir o kadar da mesleğimde üzerine her gün yeni şeyler ekleyerek geldim. Bu sebeple hiç pişmanlık yaşadığım bir olay olmadı. Şükür…

'BENİ DOYURAN BİR GARİBANIN GÖZÜNDEKİ IŞIĞI YENİDEN YAKABİLMEKTİ' 

Hocam peki 'gariban doktoru' vasfınız nereden hangi olayla geliyor?

Akşam saat beşe kadar ben ayakta kalırdım. Bazen yemek dahi yiyemezdim, aldığım para da o dönemde çalıştığım hekim arkadaşlarımın aldığı paranın dörtte biri kadardı. Her hastadan para almazdım. Her hastalığın üzerine gittim. Hiç bir konuda bu beni ilgilendirmez demedim. Her hastalığın sebebini öğrenmek için büyük gayret sarf ettim. Tek maksadım hastamı iyi etmekti. Bu gayretim sonunda takdir ve taltif edilmem ise en büyük mutluluğum oldu. Halk garibandı, yokluk vardı. Bakıyorum kıyafetleri yırtık, eski… Çok üzülürdüm o hallerine. Para verseler dahi almak istemezdim. İlk yıllarda Cuma günleriydi, sonra baktım ki hasta giderek çoğalıyor; daimi olarak ücretsiz muayene ettim. Yıllarca böyle devam ettim. Hiç bir zaman parada gözüm yoktu. Beni doyuran yaptığım işte insanlara faydalı olmak, bir garibanın gözlerindeki ışığı yeniden yakabilmekti.

İlk Mardin'in Savur İlçesine tayin oldunuz. Hatırınızda kalan bir anınızı paylaşabilir misiniz?

BAKIRKÖYLÜK ÇOBAN 

'Savur'da yıllar…' deyip dalıyor uzaklara…

Yokluk, yoksulluk diz boyudur. Altmışlı yıllar öncesindeki bazı yerleşim birimi ve yörelerinde iş yoktur; iş olmayınca 'aş' da yoktur. Susuzluk ise çekilecek gibi değildir. Biriktirme sularla susuzluk giderilirdi. Kışlar uzun, dondurucu ve karlı geçer. Yazın ise kavurucu sıcak… Doktor azdı o yıllarda. İnsanlar da bu şartlarda bakımsız, gıdasız ve hastalıklıydı. Bu yöre halk söylemiyle mahrumiyet bölgesiydi. 1949 yılında mezun olup Güneydoğu'daki kuş uçmaz kervan geçmez Mardin'in Savur ilçesi Hükümet Tabipliğine atamam yapıldı. Türk bayrağının dalgalandığı her karış toprak kutsaldır benim için.

Savur dağlık bir bölgedir. Bir gün hasta bir çoban getirdi çobanın ağası. 4 aydır dağda mağarada sürünün başında kaldı. Aklını şaşırmış. Mardin'e götürdük sinir doktoru yok dediler. Diyarbakır'a sevk ettiler. Diyarbakır'da 2 gün yattıktan sonra Bakırköy'e gitmesi gerek dediler. Bir hekimin hastayı Bakırköy'e teslim etmesi gerek, sizi rahatsız edişimiz bundandır dediler. Çobana ben de bakmak istedim. Oturttum karşıma. Genç bir çobandı, bakışları da delilik emaresi göstermiyordu. Dolayısıyla Sinir Hastanesine yatırılmasına gerek görmedim. Ailede akıl hastası var mı dedim.
Yoktu ve ön teşhisim doğru gibiydi. Ancak çobanın bir hastalığı olduğu kesindi. Çünkü elleri bileklerine kadar sargılı, yüzünde de kabarcık ve yaralar vardı. Sorduklarıma alakasız cevaplar veriyordu. Onu getiren ağası: "Doktor bey 4 aydır soğan ekmek yemekten zayıf düşmüş."  dedi. Bir de ishal deyince ben hastalığı teşhis ettim.

Çoban deli meli değil. 4 ay yalnızca soğan ekmek yiyen adam böyle olur. Bu bir vitamin eksiliği. Bu hastalığın adı da 'Pallegra'dır. Niacin adında vitamin eksikliğinden olur. Belirtileri de akılda karışıklık, güneş gören yerlerde yaralar ve ishaldir.

Yazacağım ilaçlar da Savur'da yoktu. Gerçi Savur'da eczane bile yoktu. İlaçları Suriye'nin Kamışlı Kasabasından alıp getirirlerdi. Orada da yoksa Beyrut'tan alıp getirmeye alışıktılar… Çobanı bir ay sonra gördüğümde elini önüne kavuşturmuş kıs kıs gülüyordu. Gencecik fidan… Ben onların deli diye nitelendirdiği hastayı iyileştirmenin memnuniyeti ve sevinciyle tebessüm ederken adımız 'Bu doktor delileri bile iyi ediyor' a çıkmıştı.
Peki hocam bu yoğun tempoda ailenize zaman ayırabiliyor muydunuz?

60 sene evvel eğlence yoktu şimdi ki gezme de yoktu. Akşam yemeğimizi yedikten sonra zaman kalırsa ailemle zaman geçirirdim ki eşim de bu konuda çok anlayışlı ve nezaket sahibi bir insandı.

Eğlenmek ya da kaliteli zaman geçirmek istediğimizde de akrabalarımızın, arkadaşlarımızın bağına gider ya da kendi evlerimizde yer, içer eğlenirdik. Arkadaşlarımızdan ud ve keman çalanlar vardı, sesi güzel olanlar da onları dinler mutlu olurduk.
Sizin çaldığınız bir enstrüman var mı?

Ben dinlemeyi severim…

Nasıl bu kadar genç kalabildiniz?
Çok çalıştım ben, güne hep erken başladım… Tek bir sigara dahi içmedim. Fazla yemek yemez yediklerime de dikkat ederim. Hiç kimseyle tartışmam ya da gönül kırmam da olmadığı için kafam hep dinç ve sakindi. Erken yatıp erken kalkarım. Gençliğimde de çok futbol oynamam beni dinç tutmuştur. Ayrıca zihnim hastalarımla ve nasıl tedavi yolları bulacağımla ilgili hep meşguldü. Bu tasavvur sizi olmak istediğiniz meziyete götürüyor. Dolayısıyla zihnim hep hareket halindeydi. Bende öyle…

Mesleğe başladığınızdaki bakış açınızla emekli olduktan sonraki bakış açınız arasında bir değişim oldu mu?

Emekli olmadan evvel de doktorluk benim için bir aşktı. Canı gönülden yaptığım bir vazifeydi. Emekli olduktan sonra da aynı duygu ve hislerle saygı duyduğum bir meslek olarak devam etti. Hiçbir hastayı ayırmaz hepsine özenle titizlikle davranır teşhis koyardım. Fıtık, çıkık, verem, zatürre hepsine teşhis koyabilir tedavi edebilirdim…

Kaç ülke gezdiniz?
Güney Amerika ve Avusturalya kaldı. Onun haricinde dünyanın her yerini gezdim.

Şimdilerde günleriniz nasıl geçiyor Hocam neler yapıyorsunuz?
Çiçek dikiyorum, ağaçlarımı buduyorum. Plaklarımdan birisini takıp hafif bir müzik dinlerken aynı zamanda ruhumu dinlendiriyorum. Daha çok kendimle, bahçemle ve sağ olsunlar ziyaret eden sevdiklerimle zamanım geçip gidiyor.

Kıymetli Hocam yeni başlayan hekimlere tavsiyeleriniz var mı peki?
Yeni hekimlere en önemli tavsiyem, gelen her hastayı kendi aileleri gibi görsünler. Kendi annesi, kendi babası, kendi canlarına müdahale eder gibi muamele etsinler. Yabancılaşmasınlar hastalara. Arkadaş olsun kırmasınlar gönüllerini. Kendilerini hekimlik noktasında yeterli görmenin ötesinde sürekli daha nasıl ilerleyebiliriz düsturuyla devam etsinler yollarına…

Dostunun dilinden Rıfat Patır…

Yol mu önemli yoksa o yolda sana eşlik eden yolcu mu? Benim gördüğüm manzarada 'yolcu …'

Öyle sırtlamışlar ki dostluklarını şimdilerde kaybolmaya yüz tutmuş, samimiyetini ve içtenliğini kaybetmiş dostluklara inat kenetlenmişler birbirlerine… Onunla da yetinmeyip kadim dostu Dr. Rıfat Patır'ın hayatını konu alan 'Bir güzel insan Yaşayan Efsane' isminde bir de kitap atfetmiş kendisine…

Yazar Bahri Güven, Kıymetli Rıfat Ağabeyimle diye başlıyor sözlerine.

 '14 Mart 2012 Tıp Bayramı'nda Kanal D'de yayınlanan 'Doktorum' programına onur konuğu olarak Rıfat ağabeyimin teşrifi üzerine beraber gittiğimizde çok güzel bir anımız oldu.

Tıp profesörleri ve tıp öğrencilerinin olduğu programda Rıfat ağabeyimin gariban doktoru olduğundan ve ihtiyaç sahibi ailelerden Cuma günleri tedavi için ücret almadığından bahsetmiştim.

Programın bittiği akşam Rıfat ağabeyim Hindistan'a gezmeye gitti. Türkiye'ye döndükten sonra beni arıyor gülerek diyor ki: "Yozgat'tan 1 minibüs hasta Cuma günü muayeneye geldi… Cuma olması münasebetiyle de hiç ödeme yapmadan gitti. Faturasını sana yazdım…"

Karşılıklı uzunca güldük… Öyle yüce gönüllü bir insandır ki onları kırmamak adına hiç bir şey dememiş ve muayene ve tedavilerini de yapmış.
Hatta gençlik dönemlerinde doktorların az olup hastaların sıraya dizildiği ve çok yoğun olduğu bir zamanda aileler gelip yorulmasınlar diye 'Doktorum Yanıtlıyor' isimli bir kitap yazıyor. Basit hastalıkların nasıl tedavi edildiğini anlatan bu kitabı halka ücretsiz dağıtıyor.