Doğumu ve çocukluğu:
Tasavvuf dünyasında bilinen unvanıyla söyleyecek olursak; marifet hazinesi, her kutbun mercii, yüce makamlar sahibi, doğunun ve batının sancağı, arif, şeyh-i kâmil Abdülkadir Geylani hazretleri, 470/1077 yılında Hazar Denizi’nin güney batısında, İran Devleti sınırları içindeki Gılan eyalet merkezine bağlı Neyf Köyü’nde doğmuştur. Oraya nispetle Geylani diye anıla gelmiştir.
Künyesi Ebu Salih’tir. Babasının adı Musa’dır. Soyu Hz. Ali’ye kadar ulaşır: Abdülkadir-i Geylani b. Musa b. El-Cevn b.Abdullah el- Kamil b. Hasan el-Müsenna b. Hasan b. Ali.
Bu şecereye göre baba tarafından Hz. Hasan’a ulaştığı için Şerif, anne tarafından da Hz. Hüseyin’e ulaştığı için Seyyit’tir.
Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkadir, annesinin yanında ve dedesinin himayesinde büyüdü. Annesi, dindar ve ehl-i tarik bir kadındı. Oğlunu şöyle anlatıyordu:
“Oğlum Abdülkadir’i dünyaya getirdikten sonra Ramazan ayı girdi. Ramazan boyunca gündüzleri ne zaman emzirmek istesem, ezan vaktine kadar asla süt emmezdi. Ancak akşam ezanından sonra emzirebilirdim. Anladım ki Ramazan’a hürmeten o da oruç tutuyordu. Onun bu hali, halk arasında yayıldı. Ertesi yıl halk, Ramazanın başlayıp başlamadığında tereddüde düşmüş ve bir karara varamamışlardı. Bana gelip sordular. Ben de onlara o gün oğlumun süt emmediğini söyledim. Onlar da o gün oruca devam ettiler.”
Tahsili ve okuma şevki:
Abdülkadir-i Geylani hazretleri, mektebe gitmeye ve ilim tahsil etmeye başladığından itibaren melekler tarafından korunduğuna inanılırdı. O da ilmini artırmak için ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’a gitmek istiyordu. On sekiz yaşına geldiğinde annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat yoluna düştü. Annesi, izin verirken her ne olursa olsun doğruluk yolundan ayrılmamasını tembih etmişti. Hatta bu konuda kendisinden söz de almıştı. Bundan sonrasını Abdülkadir-i Geylani hazretlerinden dinleyelim:
“Küçük bir kafileyle Bağdat’a gitmek üzere yola çıkmıştım. Hemedan’ı geçince altı eşkıya, yolumuzu kesti. İçlerinden biri bana ‘Ey fakir, senin bir şeyin var mı?’ dedi. Ben de yalan söylemek istemedim. Kırk altınım var dedim. Nerede diye sordu. Elbisemin koltuğu altında dikili olduğunu söyledim. Alay ediyorum sanarak beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi. O da sordu. O da inanmadı, çekip gitti. İkisi de reislerine bu durumu söylemişler. Reisleri, beni çağırıp sordu: Altının var mı dedi. Ben de kırk altınım var dedim. Elbisemin kolunun altını söküp altınları çıkarttılar. Neden bunu söyledin diye sordular. Ben de ‘Annem, ne olursa olsun doğru söylememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. İhanet edemem.’ dedim. Haramilerin reisi, bunu duyunca ağlamaya başladı. ‘Bu zamana kadar ben, böyle sadakat görmedim. Şu yaşıma geldim de şu çocuk kadar bile olamadım. Bizleri yaratan Rabbime ta ezelde verdiğim söze hâlâ ihanet ediyorum.’deyip tövbe etti ve artık eşkıyalık yapmayacağına, kimsenin malını gasp etmeyeceğine, canına kıymayacağına söz verdi. Etrafındaki haramiler de tövbe ettiler ve kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler.”
Abdülkadir-i Geylani, Bağdat’a vardığında meşhur alimlerden ders aldı. Ebubekir Sûsen ve Ebu Talip b. Yusuf’tan hadis okudu. Ebu Said el-Mahzumi, Ebu Hattap ve Kadı Ebu Hüseyin’den fıkıh tahsil etti. Edebiyat ve belagati Zekeriya et-Tebrizi’den öğrendi. Usul, füru ve mezhepler konusunda geniş malumat sahibi oldu.
Abdülkadir Geylani hazretleri; uzun boylu, geniş omuzlu, açık alınlı, pehlivan yapılı, buğday tenliydi. Mütevazı idi. Küçük çocuklarla, kölelerle sohbet eder, fakirlerle oturup kalkardı. Talebeleri dahil, hiç kimseden bir şey kabul etmezdi.
Tasavvufa meyli ve inziva hayatı:
Tasavvuf ile ilgili ilk bilgileri, babası Ebu Salih’ten almıştı. Bağdat’ta mutasavvıflarla da yakın dostluklar kurdu. Ebü’l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbas vasıtasıyla tasavvufa intisap etti.
Hocası Ebu Said el-Mahzumi, Bağdat’ta Babülberec mevkiinde ona bir medrese tahsis etmiştir. Orada tefsir, hadis, kıraat, fıkıh, nahiv gibi ilimler okutmuş ve vaaz etmeye başlamıştır. Bir süre sonra bütün bunları bırakıp inzivaya çekilmiştir. Abdülkadir Geylani, o günleri söyle anlatır:
“Yirmi beş sene kadar tek başıma sahralarda dolaştım. Kırk yıl yatsı namazından sonra sabaha kadar Kur’an-ı Kerim okudum. Kırk gün aralıksız oruç tuttum. İçimden ‘açım’ sesleri geldiği halde dayanma gücü gösterip direndim. Birden yanımda Şeyh Ebu Said Mahzumi belirdi. Beni alıp evine götürdü. Eliyle beni doyurdu. Sonra bana icazet verdi. Şeyhlik hırkasını giydirip hilafet verdi.”