Ahmet Yesevî bugün ki Kazakistan'ın Çimkent şehri yakınlarında, Sayram kasabasında dünyaya gelmiş, dînî, tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra, yine o bölgedeki Yesi (Türkistan) şehrine yerleşmiş, uzun yıllar halkı maneviyat yolunda irşat ettikten sonra, burada vefat etmiş bir mutasavvıftır. 
Ahmet Yesevi,7 yaşında iken babasının vefatı üzerine, ablası ile birlikte Yesi'ye yerleşirler. Burada "Arslan Baba" adlı bir şeyhten ilk eğitimini almaya başlar.  Küçük yaşına rağmen birtakım tecellilere mazhar olması, beklenmeyen fevkalâdelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çeker. Hocası ve pîri Arslan Baba'nın vefatı üzerine de zamanın önemli İslâm merkezlerinden biri olan Buhara'ya gider. Burada devrin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Yusuf el-Hemedânî'ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer. O vefat edince irşad mevkiine önce Hâce Abdullah-ı Beraki, onun vefatıyla da Şeyh Hasan-ı Endâki geçer. Endâki'nin de vefatı üzerine Ahmet Yesevî irşad postuna oturur. Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yusuf el-Hemedânî'nin işaret niteliğindeki bir sözünü hatırlar ve irşad makamını Abdülhalik-ı Gucdüvânî'ye bırakarak Yesi'ye döner. Vefatına kadar da burada irşad görevine devam eder.
Yesevî'nin Yesi'de irşada başladığı sıralarda Türkistan'da, kuvvetli bir tasavvufi hareketlilik vardı. Medreselerin yanında kurulan tekkeler tasavvuf cereyanının merkezleri durumundaydı. Yine bu yıllarda Mâverâünnehir'i kendi idaresi altında birleştiren Sultan Sencer vefat etmiş (1157), Hârizmşahlar kuvvetli bir İslâm devleti haline gelmeye başlamışlardı. Bu uygun şartlar altında Yesevî Taşkent ve yöresinde ki Türkler arasında iyi bir nüfuz sahibi olur. İslâmiyet'e bağlı olan halk onun etrafında toplanırlar. İslâmî ilimlere vâkıf olan, Arapça ve Farsça bilen Yesevî, çevresinde toplananlara İslâm'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının âdap ve erkânını öğretmek gayesiyle sade bir dille ve halk edebiyatından alınma şekillerle hece vezninde manzumeler söylüyor ve "Hikmet" adı verilen bu manzumeler, dervişleri vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına kadar ulaştırılıyordu. Dini ilimlerde derin bir bilgi sahibi olan Yesevi tasavvufi düşüncesini, Kur'an ve sünnete göre yorumlayarak, öncelikli olarak gönüllere hitap etmiş ve ağırlıklı olarak da hayatının merkezine Allah (cc), Peygamber ve insan sevgisini koymuştur. O erdeme ulaşmanın yolunun ilahi aşk ve Allah sevgisiyle mümkün olabileceğini vurgulayarak, insan benlikten vazgeçmeli, kanaatkâr ve yardım sever olmalı, hakkın rızasını gözetmeli, ümitsizliğe kapılmamalı, faydasız şeylerle vakit öldürmemeli, yalandan uzak durup, kalp ve gönül kırmamalı düsturlarını kendisine ilke edinmiştir. Eskiden tasavvuf önderleri hem zahiri ilimlerle hem de bâtini ilimlerle mücehhez idiler. Maalesef bilhassa son dönemlerde, tarikat şeyhi diye ortaya çıkan birçok şeyh görünümlü sahtekâr tüccar, uçkuruna düşkün şarlatan sahte şeyh bozuntuları, geçmişte çok güzel hizmetler ifa etmiş olan bu yola gölge düşürmüş ve adını kirletmişlerdir. Niyetleri halis, istikametleri doğru, amaçları Allah (cc) rızası olanlara bir diyeceğimiz yoktur.
Mürşidi Yusuf el-Hemedânî gibi Yesevî de Hanefî bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, dinî ilimlerin yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. O da devrinin birçok âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini ulaşabildiği insanlara da anlayabilecekleri bir dille aktarmaya çalışmıştır. Mürşit ve âlim hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının âdap ve erkânını öğretmeye çalışmak, İslâmiyet'i insanlara sevdirmek, Ehl-i sünnet akîdesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. İslâm şeriatına ve Hz. Peygamber'in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan Yesevî'nin şeriat ile tarikatı kolayca têlif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur. Yesi'de bir irfan mektebi kurup insanları dinî ve ahlâkî yönden yetiştiren Yesevî'nin söz ve şiirleri "Dîvân-ı Hikmet" adlı eserinde toplanmıştır. Sohbetlerinde ve şiirlerinde en çok işlediği konular ise Allah ve peygamber sevgisi, fakir ve yetimleri korumak, dinî kurallara riayet, güzel ahlâk, zikir, nefis ile mücadele, kendini eleştirmek, ölümü düşünmek, manevî mertebeler gibi mevzulardı. 
Sayram'da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere hâce denildiği gibi onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Yesevî de bu silsileye bağlı olduğu için Hâce Ahmet Yesevî diye de anılmaktadır. Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Yesevî, rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan, Timur'un rüyasına girer ve Yesevî'nin kabrini ziyaret için Yesi'ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanarak türbe, camii, kütüphanesi, aşevi, dergâhı ile eğitim, ibadet ve sosyal faaliyetlerin yürütüldüğü bir külliye ortaya Çıkar. Anadolu Ahiliğinin, pîri sayılan Ahi Evren, Osman Gazi'nin kayınbabası ve mürşidi Ede-Balı, Orhangazi'nin mürşidi Geyikli Baba ve daha niceleri, Ahmet Yesevî'nin Anadolu'ya, manevî fetihler için yolladığı, söylenilen müritleri, akıncıları ve halifeleridir.   
Ahmet Yesevî'nin, Hz. Muhammed'e olan sevgi ve muhabbetinden dolayı onun yaşadığı yıllardan fazla yaşamak istemediği söylenir. Peygamber, 63 yaşında vefat ettiğine göre, o da 63 yaşına gelince tekkesinin avlusunda bir çilehâne hazırlatır, vefatına kadar burada ibadet ve riyâzetle meşgul olur. Kaynaklarda çilehanede on yıl kaldığı, ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede 73 yaşında vefat ettiği yazmaktadır. 63 yaşında vefat eden Peygamberimizden daha fazla yaşamanın kendisi için çok bir anlam ifade etmediğini ve ona olan sevgisini şu dizeleri ile dile getirmiştir.
Yaşım altmış üçe yetti, bir gün yaşamamış gibiyim
Ah yazık! Allah'a varmayan gönlüm kırık
Yeryüzünde "sultanım" diye ululanırken
Gamla dolup yer altına girdim işte.

Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak
Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım
Allah'a kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde
Şebnem olup yer altına girdim işte.

Zikrederek, şükrederek Hakk'ı buldum
Âşık olup, kınanarak candan geçtim
Ondan sonra "teklik" içkisinden bir damla tattım.
Peygamber'e yoldaş olup yer altına girdim işte.