Toplum 41 yıllık çok zorlu, ağır bedeller ödediği bir mücadeleden sonra PKK’nın ilan ettiği fesih kararına karşı ihtiyatlı. Devlet, sürecin ancak silahların tümüyle teslim edilmesiyle tamamlanabileceğini söylüyor ama sokaktaki vatandaş durumu hala tam anlayabilmiş değil. Mesela DEM Partililerin yasal düzenleme taleplerinden işkilleniyor ve “bu Kürtler ne istiyor” diye soruyor. Anlamak için sorulan bir soru değil bu, aksine devlet herşeyi verdi, almadıkları ne kaldı, daha ne istiyorlar şeklinde bir kızgınlığı ifade ediyor.
Oysa işin özü şudur: İmparatorlukların sonu demek olan 1. Dünya Savaşından sonra, ABD Başkan W. Wilson, dağılan imparatorlukların herhangi bir bölgesinde çoğunluğu oluşturan her etnik unsura, bağımsız bir ulus devlet kurabilmeleri gerektiği şeklinde ortaya bir formül attı. Wilson ilkelerine göre, Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusunda Kürt nüfusunun fazla olduğu düşünülen bölgesinde bir Kürt devleti kurdurularak, parça pinçik olmuş Osmanlıdan bir devletçik daha türetilebilirdi.
Ancak Kürtler, Batılı emperyalistlerin himayesine muhtaç küçük bir Kürt devleti yerine, yüzyıllardır İslam kardeşliği temelinde birlikte yaşadıkları Türklerle, yine birlikte kuracakları bir devlette yaşamayı tercih ederek bu planı ellerinin tersiyle ittiler. İstiklal mücadelesinin başlangıç günlerinde bu şekilde bir anlaşma yapıldığı halde düşman Anadolu’dan sürüldükten sonra verilen sözler tutulmadı, diğer etnik kökenlerle birlikte Kürtler de yok sayıldı. Artık TC sınırları içinde yaşayan herkes Türktü, Türk olmak zorundaydı.
Tek parti dönemi boyunca imparatorluk bakiyesi onlarca etnik kökenden oluşan milletin tamamı, Türklük potası içinde eritilmek istenmiş, buna direnmeye kalkışanlar bölücü-yıkıcı muamelesine tabi tutulmuşlardır. Cumhuriyetin ilk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un, “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da, düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” sözü bu konudaki resmi politikanın özüdür.
Bin yıllık ortak maziyi gözardı ederek, sadece PKK’nın ortaya çıktığı son yarım yüzyıla baktığımızda Kürtlerle Türklerin aralarında büyük bir sorun varmış gibi görünebilir. Oysa işin gerçeği son yüzyılı paranteze alırsak, Malazgirt’ten bugüne bu iki ulus arasında büyük bir sorun değil, herhangi bir sorundan bile bahsetmek mümkün değildir. Sadece Kürtlerle Türkler değil, İslam’ın kardeş kıldığı hiçbir milletin diğeri ile köklü bir problemi olmamış, tarihte biri diğeri ile Almanlarla Fransızların, ya da Fransızlarla İngilizlerin yaptığı gibi birbirlerininin gırtlağına basmamıştır.
Mesela, İslam’a olan nefretlerini Arap düşmanlığı ile perdeleyen batıcı ırkçıların dillerinden düşürmedikleri Şerif Hüseyin’in ihaneti, hiçbir şekilde topyekun bir Arap isyanı veya Arap-Türk savaşı değildir. İngilizin bağımsızlık vaadlerine aldanan muhteris Şerif Hüseyin, Hicaz’da Osmanlıyı arkadan vururken Halepli, Humuslu, Bağdatlı, Basralı, Medineli, Gazzeli binlerce Arap genci Çanakkale’de, Körfezde, Kanal’da hatta Sarıkamış’ta (evet yanlış okumadınız Sarıkamış’ta) Türklerle birlikte bu topraklar için kanını akıtmış, canını vermiştir. Bunun için sadece Çanakkale şehitliklerindeki kitabelere bakmak yeterlidir.
Devlet Bahçeli’nin birkaç ay önce DEM’lilerle tokalaşması ve ardından örgüte silah bırakma çağrısı ile başlayan süreç, geçtiğimiz ay Öcalan’ın, silah bırakmanın da ötesinde PKK’nın kendini feshetmesi gerektiği açıklaması ile hız kazanmıştır. Ak Parti iktidarlarıyla inkar, ret, asimilasyon politikalarının büyük ölçüde sona ermesiyle psiko-sosyal zemini yok olan, dolayısı ile tarihinde hiç olmadığı kadar iç motivasyonunu kaybeden örgüt, savunma sanayiindeki gelişmeler neticesinde terörle mücadelede sağlanan başarıdan dolayı son yıllarda zaten eylem yapamayacak hale gelmiştir.
Çok daha önemli bir başka husus ise Suriye Devrimidir ki, terör örgütüne, iç savaştan yararlanarak bu ülkenin kuzeyinde elde ettiği fiili durumu sürdüremeyeceğini göstermiştir. Mazlum Suriye halkının 13 yıllık şanlı direnişlerine, Türkiye’ye de mazlumlara sahip çıkmasına karşılık olmak üzere Allah’ın ihsan ettiği bu mucizevi hadise, süreci tahmin edilemeyecek kadar hızlı bir şekilde bugünkü noktaya getirmiştir.
Yazının başına dönecek olursak, “daha ne istiyor bunlar, Türkün sahip olup da Kürdün olamadığı ne var” diyenler yanılıyor. Evet, Kürtler bu ülkede memur oldular, amir oldular, milletvekili, bakan hatta başbakan oldular ama bunların hepsini, sanki ayıp bir şeymiş gibi kendilerini gizleyerek ya da Kürtlüklerini inkar ederek olabildiler. Artık ezberlerimizi bozmanın zamanı geldi geçiyor. Barış olmasın, Türklerle Kürtler birbirlerini bir kırk yıl daha tüketmeye devam etsinler diye, başta İsrail olmak üzere birçok şer odağı devrede.
Son iki yılda coğrafyamızda yaşanan olaylardan sonra mevcut halimizle ayakta kalmamızın zorluğunu gören Devlet, paradigmal bir değişikliğe giderek bir süreç başlattı. Bunu da milliyetçiliğinden hiç kimsenin kuşku duymayacağı bir kişi olan Devlet Bahçeli eliyle yaptı. Bu kez de tren kaçarsa son yıllarda, Türkiye’nin bölgede söz sahibi olmasını istemeyen kim varsa, onun tetikçiliğine soyunan PKK ve uzantılarının on yılda bir kökünü kazımaya devam ederiz ama hiçbir şekilde sorunu çözmüş olmayız.