En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim de sonra izah etmeye çalışayım: Yaklaşık on yıldır ABD ve onun şürekâsı olan Avrupalı birkaç emperyal devletin şemsiyesine sığınarak, Suriye'nin kuzeyinde Kobani (Ayn-el Arab) merkezli oluşturulan fiili durum devam ettiği sürece, PKK'nın Türkiye'de silah bırakmasının da, kendisini feshetmesinin de fazlaca bir anlamı yoktur.
İmralı'ya giden TBMM heyetinin Öcalan'la yaptığı görüşmedeki en önemli konu başlığının, silah bırakmanın PKK ile birlikte, örgütün Suriye uzantısı olan PYD'yi de kapsaması gerektiği konusu olması, bunu göstermektedir.
Bundan aylar önce Türkiye'nin de zorlamasıyla Şam'a giderek Ahmed Şara ile mutabakat imzalayan PYD lideri Mazlum Abdi, aradan bunca zaman geçtiği halde mutabakatın gereğine uygun hiçbir adım atmadığı gibi birbirine zıt, çelişkili açıklamalarla zaman kazanmaya çalışmakta, silah bırakmayı ise tümüyle reddederek, Şam'a katılmamakta ayak direrken, Türkiye'deki süreci de baltalamaktadır.
Esed diktatörlüğünün muhalifler karşısında zayıflayarak çekilmek zorunda kaldığı geniş bir bölgeyi işgal eden ve burada özerk bir yönetim oluşturan PKK/PYD, 14 yıllık bir mücadele sonunda kanlı rejimi yıkarak, Baas barbarlığının bıraktığı enkaz yığınını kaldırmaya çalışan yeni yönetime çelme atmaya çalışmakta, Esed rejimine karşı bir mermi bile atmadığı halde, Şam yönetimine tabi olmak yerine, adeta eşbaşkanlık talep etmektedir.
Oysa böyle bir şeyi ne Yeni Suriye yönetiminin ne de buradaki her gelişmenin kendisini doğrudan ilgilendirdiği Türkiye'nin kabul etmesi imkânsızdır. İç savaş yıllarında Esed destekçisi İran'la işbirliği yaparak, Suriye'nin en verimli tarım ve petrol sahalarına el koyan PKK/PYD, Suriye halkı yıllarca çok büyük zorluklar içinde dikdatörlüğe karşı direnirken, fırsattan istifade oluşturduğu fiili duruma dokunulmasını istememektedir. Aksi halde (Dürzi değil) dürzü Hikmet el Hicri gibi İsrail'den yardım isteyeceğini söyleyerek Türkiye'ye göz dağı vermektedir.
Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik abartılı övgüleri, Büyükelçi Tom Barrack'ın alışılmadık Türkiye yanlısı açıklamaları, İsrail'in Suriye konusundaki sınır tanımaz saldırganlığı ve Suriye'yi de Lübnanlaştırma çabaları ile birlikte ele alındığında, Suriye konusunda hep birlikte Türkiye'nin elini kolunu bağlamaya çalıştıklarını söylemek, bir komplo teorisi değildir. Dolayısı ile PYD problemini kökten çözmedikçe Türkiye'nin bölgede inisiyatif kullanması da Suriye'nin bütünlüğünü koruyabilmesi de çok zordur.
KUDÜS YOLU HALEP'TEN BAŞLAR
Diğer yandan bir türlü gündemden düşmeyen ABD'nin bölgeden çekilmek istediği iddiaları, öyle anlaşılıyor ki, -- dünyanın başka bölgelerindeki gelişmeler ABD'yi buna zorlamazsa,-- Yeni Suriye rejimini İsrail karşısında diz çöktürmeden gerçekleşmeyecektir. Trump istese bile ABD Kongre'sindeki yahudi sermayesinin köleleştirdiği üyeler nedeniyle bunu yapamayacaktır. Oysa İsrail, Halep'ten başlayan yolculuğun Hama, Humus ve Şam'dan sonraki durağının Kudüs olacağını biliyor.
Siyonist rejim işte tam da bu nedenle arkasında Türkiye'nin olduğu, toprak bütünlüğünü koruyarak ayağa kalkmış bir Suriye paranoyasından bir türlü kurtulamıyor. Aynı gün hem Gazze'ye, hem Lübnan'a, hem de Suriye'ye saldırmaya devam ediyor, verilen hiçbir teminatla tatmin olmuyor; içinde bulunuğu sahtekarlık sendromundan çıkamadığı için bir türlü beka korkusundan kurtulamıyor. O yüzden de etrafına kan ve irin akıtan bir çıban olmaya devam ediyor.
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde terörsüz Türkiye hedefine giden yolun çetin bir yol olduğu açıktır. Bu hedefe ulaşılması, aynı zamanda bir zihniyet dönüşümü demek olacağından, sadece kanlı süreci sona erdirerek, ülkenin maddi ve beşeri kaynaklarını tüketen karanlık bir dönemin kapanması değil, memleketin yüz yıllık prangalarından da kurtulması demek olacaktır. Dolayısı ile Türk, Kürt, Arap kardeşliğine giden yolu açacak olan yol, önce Suriye'den geçmek zorundadır.
Ancak yazının başında da ifade ettiğim gibi -- savunma sanayiinde sağlanan başarılardan dolayı Türkiye sınırları içinde zaten silahlı bir eylem yapacak gücü kalmayan -- örgütün silah bırakmasının, Suriyenin kuzeyini de kapsamaması halinde terörsüz Türkiye hedefinden amaçlanan şey hasıl olmayacaktır.
Son zamanlarda Cumhur İttifakı ortakları arasında bazı sorunlarr olduğu söyleniyor ki, eğer bu doğru ise, sebebinin bu mevzu olma ihtimali yüksektir. Devlet Bahçeli, aldığı büyük sorumluluk nedeniyle, uzayan sürecin barındırdığı riskleri ve ülkenin bu asırlık prangadan kurtulmasını istemeyen çevrelerin girişebilecekleri provokasyonları iyi bilmektedir. O yüzden "bir an önce sonuca gidilsin, milli sınırlar içinde bir an önce barış sağlansın" diye, "kurucu önder, gerekirse İmralı'ya giderim" gibi, en sadık seçmenlerini bile şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez hale getiren sözler sarfetmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, milli sınırlar içinde barışın sağlanmasının da ancak Suriye'de kurulacak düzenle mümkün olacağına inandığı için, zannımca Suriye'deki PKK/PYD sorunu kökten çözülmedikçe yasal, anayasal düzenlemeler yapmayı gerektirecek bir adım atmanın doğru olmayacağını düşünmektedir.