Türkiye'de en çok tartışılan ve eleştirilen konuların başında siyaset gelir. Ülkemizde siyaset üzerine bir okulda okumanıza da gerek yoktur. Herkesin her yerde söyleyeceği bir şeyler vardır. Özellikle kahvehaneler ve berberlerde siyaset üzerine hararetli tartışmalar yaşandığına hepimiz şahidizdir. Hatta buralarda hükümetler kurulur hükümetler yıkılır. :)
Ama içine girip aktif olarak siyaset yapmaya başladığınızda durumun farklı olduğunu göreceksiniz. Aynı siyasi parti içerisinde olduğunuzda rekabetin çoğu zaman daha acımasız olduğunu da görürsünüz. Bu acımasızlığın çoğu zaman hizmet noktasında olmadığını üzülerek belirtmek gerekir. Daha çok kendi içerisinde statü kazanma ve statüyü daha yukarıya taşıma anlamında yapılmaktadır. Mahalle temsilcisi ilçe yönetimine girmek ister, ilçe yönetimindeki encümen olmak, encümenler de belediye başkan adayı ya da daha da ileri gittikçe milletvekili olmak ister. Aslında bu istekler gayet doğal ve belki de olması gereken bir hiyerarşik yapı içerisinde olanlardır. En alttan başlayarak en yukarıya doğru ilerleme isteği insanın fıtratında vardır. Dediğim gibi olması gereken de budur. 
Bürokrasi de bu anlamda siyasete benzer. Bürokraside de beklenen budur. En alt kademeden başlayarak belirli süreler içerisinde liyakat ve iletişim becerilerini de dikkate alarak görevde yükselmeler aslında toplumun geneli değil hepsi tarafından istenen bir durumdur. Hatta herkes bu söylem üzerine cümleler kurar. "Liyakat olmadan olmaz, bu makama gelecekse alt makamlarda da görev yapması gerekir" diye cümleleri herkes dillendirir. Liyakate dayanan ve en alttan başlayarak makam olarak yukarıya doğru yükselmeler ülkeye hizmet anlamında fayda getirecek bir yoldur. Adaleti savunan birisi iseniz izlenmesi gereken yol da bu olmalıdır.
Verilen veya alınan her görev bir emanettir. İşi doğru ve düzgün yapmak, emanete uygun davranmanın bir gereğidir. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hud/112) ayeti bize işlerimizde dürüst olmayı ve işe hakkını vermeyi emreder. İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerimizin olması, iş hakkında yeterli düzeyde tecrübemizin olması, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın olması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyakat diyebiliriz.
Teorikte doğru olan pratik karşılığını bulmuyor ülkemizde. Çoğunluğumuz bu görevlere talip olurken; "Ben kimim ve kapasitem nedir, hangi alanda daha başarılı olurum?" sorusunu sormuyor. Deyim yerinde ise bir had bilmezlik almış başını gidiyor. Nerede bir tanıdık bulurum, neresi ile irtibata geçersem beni istediğim makamlara taşır girişimleri de bunun sonucunu doğuruyor. Referans olanlar da liyakat ve adalete bakmıyorsa eyvah ki eyvah. 
Liyakat ve adaletsiz şekilde makamı işgal etmeye başlayanlar aslında ülkemizin geleceğine de dinamit koyuyorlar. İşgal ettikleri makamları bir süre sonra temsil edemeyecekleri emri altındaki memurlar tarafından doğrulanmaya başlıyor. Önce kurum içi huzursuzluklar, ardından karşı çıkışlar ve hüsranla biten makam işgalleri. Olan güzel ülkeme oluyor. İş verimi düşüyor. Kimse kimseye güvenmiyor, çalışsan da aynı çalışmasan da aynı düşüncesi yerleşiyor. İş yapanlar risk almamaya günü kurtarmaya başlıyor. Bu gider yarın yine liyakat sahibi ol(a)mayan birisi gelir düşüncesiyle kendisinden ümit kesilmiş hissine kapılması ile birlikte iş verimi de düşüyor ve huzursuzluklar, huzursuzluklar…
Bazı yöneticiler de vardır ki, kendi personelinin başarılı olmasını istemez. Buradaki mantık çoğunlukla o başarılı olursa benim makamımı ele geçirir anlayışıdır. Siyaset de ve bürokrasi de çok rastlanıldığı halde çok da gündeme gelmeyen bir konudur bu. Bu durum yukarıda anlatılanlarda daha vahim sonuçlar ortaya çıkarır. Ciddi bir personel kıyımıdır ve sonuçta kaybeden ülkem ve liyakat sahibi ülkem insanıdır. Bu durum gayretullaha da dokunur düşüncesindeyim. 
Liyakat ve adalet gözetmeden alınan kararların kurum ve daha ilerisinde ülkemiz için ne kadar zararlı olabileceğini çok ciddi düşünmek gerekiyor.  
Sonuç itibari ile bakacak olursak her açıdan ülkeye zarar verdiği muhakkaktır. Dilimizden düşürmediğimiz liyakat, adalet gibi kavramlar bilmiyorum farkında mıyız ama yine bizler tarafından içi boşaltılıyor. Liyakatten, adaletten bahsedenler önce bana liyakat, önce bana adalet dedikleri için bu kavramların günümüzde pek bir anlamı kalmadı. 
Akıllı yöneticiler kendilerinden daha akıllı insanlarla çalışır.
Yazımızı sözlerin en güzeli olan Allah'ın sözleri tamamlayalım.
"Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir." (Nisa/58)
Sevgide kalın, sevgiyle kalın…