Ördek Sendromu kavramını duydunuz mu bilemiyorum. Suda yüzen ördeklerin izlenmesi ile çıkmıştır. Ördeklere dışarıdan bakıldığında çok sakin bir şekilde suda yüzdükleri görünür. Ancak suyun altından baktığınız zaman ördeklerin bacakları hızla çalışmaktadır. Sakinlik sadece yüzeydeki görüntüdedir.  Suyun altında ise çok fazla çaba vardır. Kısaca kişilerin istedikleri duyguları, başarıları zahmetsizce elde etmiş gibi göstermelerine “Ördek Sendromu” denilmektedir. 
İnsanın beğenilme duygusu bu sendromun oluşmasındaki temel sebep olsa gerek. İnsan nefis taşır ve beğenilmek ister, güzel sözler duymak ister. “Aslanın benim” sözünden hoşlanır ama “eşek” denildiğinde karşı çıkar. Oysa benzetildiği her ikisi de hayvandır. Sembol ettiği yönden birine karşı çıkarken diğerini kabul eder.
Sosyal medyada özellikle sanatçıların, sporcuların, zengin iş insanlarının hayatlarına bir bakın. Her gün ayrı bir kıyafet, her gün ayrı bir yere gezi, her gün ayrı bir yerde yemek yemeler, lüks arabalarda gezmeler… İzleyenler açısından gıpta edilecek fotoğraflar. Bu fotoğraflar her şey güllük gülistanlık olduğunun, her şeyin yolunda gittiğinin tanıkları gibidir. Yalancı tanıkları. Tıpkı ördeğin suda görünen kısmı gibi.
Deniz kenarlarından yaptığımız selfilerin, yaylara çıkıp doğal güzellikler arasında mutluluk fotoğrafları paylaşmak herkese güzel görünür. Ama oraya nasıl gittiğiniz, hangi harcamalarla ve zorluklarla gittiğinizi kimse bilmez. Hoş bu kısmı da zaten paylaşılmaz. 
Paylaşımlarımızla hepimiz, mükemmel olmayı istediğimiz veya başkalarının mükemmel olduğunu zannetmesini istediğimiz mükemmel kareler içerisinde kaybolup gidiyoruz. 
Televizyonlarda bol bol banka reklamları ve bu reklamlarda nasıl ve nereye para harcayacağımız allanıp süslenerek beyinlerimize adeta nakşedilir. Gayet de güzel gelir para harcayarak gezmek, yeni kıyafetler almak. Ama bu bankalardan aldığımız kredileri ya da kredi kart harcamalarını nasıl ödeyeceğimizi kimse reklamlarda bahsetmez. Oysa işin en alıcı ve aslında en can yakıcı kısmı burasıdır. Tıpkı ördeğin su altında ayaklarıyla ne gayretler gösterdiğini göremediğimiz gibi.
Sosyal medyadaki paylaşımlarda “beğeni” fazla olduğu zaman kendinizi iyi hissetseniz bile kendinizden ve başkalarından kaygı ve depresyon belirtilerinizi gizleyebilirsiniz. Bu durum kişilerin özsaygılarının azalmasına ve depresyona sürüklenmelerine sebebiyet vermektedir. Bunun sonucunda da idealize ettiğimiz yaşamla gerçek yaşam arasındaki pergelin açılmasından dolayı birçok psikolojik sorunla karşılaşılmaktadır.
Sosyal medya kullanan kişilerin görsellerle sadece güzel, başarılı ve mutlu “anları”nı paylaşmaları ya da yaşıyorlarmış gibi göstermeleri kişilerin karşılıklı maskeler takmalarına sebebiyet vermektedir. 
Sosyal medyada kendilerine bir yer edinmeye çalışanların sergiledikleri o mutluluk görüntülerinin ardında da büyük boşlukların, bastırılmış duyguların, sevgisizliğin ve kısılmış çığlıkların izleri vardır. Boy boy fotoğraflar yayınlayan, mutlu olmaktan, hayattan keyif almaktan bahseden o insanlar, arka tarafta yaralarını sarmaya çalışmakta ve hiç tanımadıkları kişilerden gelebilecek geribildirimlerle avunmanın hayalini kurmaktadırlar. Karşılaştığımız o gülücüklerin ardında derin hüzünler ve yoksunluklar vardır ki, kişi başına geçirdiği maskelerle bunu gizlemeye çalışmaktadır.
“İnsanlar gerçekten göründüğü kadar mutlu, zengin, başarılı, rahat ya da mükemmel mi?” Cevabı hepimiz biliyoruz: “DE-ĞİL-LER”. İnsanlar, günümüzde “mükemmel olmaya zorlayan, mükemmel olmayanı dışlayan” dünyasına uyum sağlamak için şekilden şekle girmeye mecbur kalıyor. Bu durum yokuş aşağı yuvarlanan küçük bir kartopu gibi çoğumuzu içine katarak büyümeye devam ediyor.
Sosyal medyaya göz attığınızda gülümseyen ve her şey yolundaymış gibi poz veren resimlerle, mutluluk mesajları ile umut veren sözlerle karşılaşırız. Sanal âlem okyanusunda ağır ağır yüzmeye çalışan insanlar görünürde neşelidirler. Ancak endişelerin, korkuların, pişmanlıkların, kırgınlıkların, beğenilmeme duygusunun, sevgisizliğin izlerini görür ve suyun yüzeyi ile altının farklı olduğuna fark edersiniz. Arka tarafta hiçbir şey göründüğü gibi değildir, burada hayal ettiğimiz değil gerçeğin kendisi vardır.
Tıpkı hiçbir tarif ya da ölçü kullanmadan tüm yemeklerini lezzetli yapan eşinizin evlenmeden yemek pişirmeyi öğrenene kadar pek çok kez yemeğini yaktığını bilmediğimiz gibi,
Tıpkı en başarılı cerrah seçilen doktorun, o unvana gelene oyunlarından, arkadaşlarından vazgeçmek zorunda kaldığını bilmediğimiz gibi. 
Teknolojinin hayatımıza girmediği dönemlerde insanlar güne selamla başlar ve sırtlarındaki yükü aile fertleri ile paylaşıp yola devam ederlerdi. “Kolay gelsin komşum”, “hayırlı işler arkadaşım” sözlerini artık duymaz olduk. Kalabalıklar içerisinde yalnız kaldığımızı bile fark edemez hale gelirken, sosyal medya mesajları ile güne başlıyor, kaç beğeni aldığımızı, hangi fotoğrafın ne kadar ilgi gördüğünü, kaç takipçimizin olduğunu hesap eder hale geldik. Bu durum hiç bir zaman kadar bizleri tatmin etti.
Adına hayat denilen bu yolculukta huzur ve mutluluğa ihtiyaç duyarız. Ancak bu değerlerin kaynağını yanlış yerde aradığımızda, iç dünyamızda yangınlar yaşarız. Ördeğin imrenecek şekilde yüzmesinin suyun altındaki gayretine bağlı olduğunu unuttuğumuzda bir süre sonra hüsranla karşılaşır ve o suda boğulmaya mahkûm oluruz.
Hiç kimsenin hayatı bir ördeğin suyun üzerindeki süzülüşü kadar hayranlıkla izlenecek kadar cazip değildir. Ve hiçbir şey sizin gördüğünüz gibi de değildir.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…