Ömer’in küçük oğlu arkadaşlarıyla oynarken bir çocuk oğlunu yaraladı. Çocuğu yakalayıp Ömer’e getirdiler. O anda bir kadının sesi duyuldu.
-O benim oğlum… Yetim… Onu bırakın…
-Ağlama, üzülme dedi Ömer. Yanındakilere sordu:
-Hazine defterine bakın. Ona maaş veriliyor mu?
-Hayır.
-Ona maaş bağlayın, deyince eşi Fatıma:
-Oğlunu yaralayan birisine, bir de maş mı bağlayacaksın, diye sitem etmeye kalkışınca Halife Ömer:
-O, bir yetim, diyebildi.
Ömer, zımmi statüsündeki gayrimüslimlere de her türlü yardımı yapıyordu. Müslümanların ihtiyaçlarının karşılanmasından sonra artan malı zımmilere dağıtıyordu. Hatta zirai işlerde kullanmak üzere zımmi çiftçilere faizsiz ödünç para bile veriyordu. Bu durumu bilen birçok gayrimüslim yazarlar, o devri anlatırken Ömer b. Abdülaziz’e Allah’ın rahmetini dileyecek ölçüde iltifat etmişlerdir.
Vali Adiy b. Erat’a yazdığı mektupta şöyle diyordu.
“Zimmet ehline iyi bak, onlara yumuşaklıkla muamele et. İhtiyar ve fakat malı mülkü olmayanları tespit et. Karınlarını doyuracak maaş ve giyecek tahsis et. Bu durumda yakın akrabası varsa onlara da yiyecek ve giyecek temin etmesini emret. Yaralarını ve hastalarını tedavi edecek tabip bul”
Yolcular için konaklama tesisleri kurdurduğu bilinmektedir. Orada üç gün kadar konaklayan yolculara her türlü imkan sağlanıyordu. Hayvanlarının bakımı da yapılıyordu.
Ulaşacağı yere gidecek parası ve imkanı olmayanlara da her türlü destek veriliyordu. Hatta bu hususu birer genelgeyle tüm valilere bildirmişti.
Buna rağmen zekattan artan para varsa hacca gitmek isteyenlere de ödenek ayrılıyordu. Halife, hacıların geçtikleri yolların güvenliğinin sağlanmasını emretmiştir. Hac esnasında okunmak üzere insanları Allah’ın emirlerine uymaya, yasaklarından kaçınmaya, adalete ve hakka riayet etmeye çağıran mektup göndermiştir.
Ömer b. Abdülaziz’in Emeviler döneminde islamı yeniden yaşanabilir bir hayat tarzı olarak topluma takdimde örnek oluşu, istenirse her dönemde islamın bir sistem olarak yaşatılabileceği konusunda güzel bir model olmuştur.
Ömer b. Abdülaziz, halifeliği süresince halkın ihtiyaçl arını gidermeyi, açları doyurmayı her şeye tercih ederdi. Mesela önceki hükümdarlar her sene Kabe’nin örtüsünü değiştirirlerdi. Halifeliğinin ilk hac mevsiminde Mekke’de Kabe’nin örtüsü ve diğer hizmetlere bakmakla görevli olan memuru, halifeye mektup yazarak örtünün değiştirilmesinin zamanı geldiğini söyler. Ömer, ona şöyle cevap verir:
“Ben, buraya yapılacak harcamayla aç kimselerin karınlarını doyurmayı, Kabe’nin etrafına sarılacak örtüye harcanmasına tercih ederim. İhtiyacı olup da durumunu öğrenmiş olduğum bir kimsenin ihtiyacını karşılama, benim için daha büyük bir hizmettir.”
Onun bu tutumunu herkes biliyordu. Bir gün Kufe’den bir dul kadın gelip halini arz eder:
“Müminlerin emiri, ben ve üç yetim kızım senin dağıttıklarından hiç yararlanamadık.”
Perde arkasından seslenen bu kadına Ömer, “Akşamleyin gel de ihtiyacını karşılayayım” der. Sonra pişman olur.”Hayır, hayır… Ya akşama kadar yaşayamazsam…
Hemen şimdi git. Fatıma’ya durumunu anlat, ihtiyacını karşılayalım” der.
Kadın Fatıma’ya gittiğinde Ömer de abdest almak için eve girer. Kadın, Fatıma’nın halifenin eşi olduğunu bilmediği için “Ne biçim kadınsın. Şu adamdan hiç çekinmiyor musun? Örtünü başına alsana” diye çıkışır.
(Sürecek)
Kadın, halifeyi hiç görmediği için çok süslü giyinmiş, etrafında pek çok korumaları bulunan, sarayına merasimle
gelip giden birisi olarak hayal etmiştir. Onun için geldiği
evin halifenin konağı olduğunu, gelen insanın da halife olduğunu bir türlü kabullenememişti. Halbuki o, sarayda değil,
basit bir evde oturuyordu. Mütevazı bir hayat sürüyordu.
Halifenin eşi Fatıma, kadının derdini dinledi. İhtiyaçların
tespit etti. Ömer de Kufe valisine talimat vererek bu kadına
ve çocuklarına yetecek kadar maaş bağlanmasını emretti. Bu
olay, fakir fukarayı gözetmesiyle ilgili örneklerden sadece
birisidir.
Adaletin uygulanması konusunda da çok hassastı. Suç
unsurları tespit edilip hakim karşısına çıkarılmadıkça kişiye
ceza verilemeyeceği kuralını getirmişti. Bir gün yanına bir
hırsız getirilmişti. Adam, kendisini hırsızlık yapmaya zorlayan sebepleri anlatınca Ömer, adamı mazur görüyor ve kendisine bir miktar dirhem verilmesini emrediyor. Onun bu
hali, kıtlık döneminde hırsızlık yapmak zorunda kalan kimselere büyük dedesi Hz. Ömer b. Hattab’ın uygulamasını
hatıra getiriyordu.
ŞEHİR EFSANELERİ
Ömer b. Abdülaziz döneminde bırakın aç kimseyi, zekat
verecek fakir bile kalmamıştı. Adalet ve merhametinden
herkes yararlanırdı. Bu, tarihi bir gerçekti.
Bu dönemde bir halk inanışı vardı;sadece insanlar değil
vahşi hayvanlar bile tok geziyordu. Bu düşünce, halk arasında öylesine yayılmış ve yerleşmişti ki aç kurt kalmadığı için
onlar bile koyunlara, kuzulara saldırmıyorlardı. Hatta kurt ile
koyun birlikte dolaşıyorlardı.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
60
Buna benzer şehir efsanelerinden birinde Malik b. Dinar
şöyle anlatıyor:
“Ömer b. Abdülaziz halife olunca dağlarda sürüleri otlatan çobanlar:
-İnsanların yönetimini yüklenen bu Salih insan kim, diye
sormuşlar.
-Yeni halifemiz, diye cevap verilince:
-Salih bir insanın halife olduğunu nereden anladınız, diye
sorulduğunda çobanlar:
-İnsanların başına adil bir halife geçince kurtlar kuzulara
saldırmaktan vazgeçiyorlarmış, diye cevap verirler.
Benzer bir şehir efsanesini de Muhammed b. Uyeyne anlatıyor:
“Kirman bölgesinde Ömer b. Abdülaziz döneminde sürüleri otlatıyorduk. Koyunlar ve kuzular, kurtlarla ve vahşi
hayvanlarla birlikte geziyorlardı. Bir gün bir kurdun bir kuzuya saldırdığını gördük. O zaman bu adil ve Salih kişinin
yani Halife Ömer’in vefat ettiğini anladık.”
Bu ve benzeri hikayeler, Hasan el-Kassab’dan ve Musa b.
Âyan’dan gelen rivayetlerde de geçmektedir. O dönemde
böylesi rivayetler dilden dile dolaşmaktaydı. Ancak bunlar,
hayvanların doğasına uymamaktadır. Bu ve benzeri rivayetler, Celalettin es-Süyuti’nin Halifeler Tarihi adlı eserinde
ısrarla zikredilmektedir. Aslında bunlar, birer şehir efsanesidir ama bir yönden de halkın Halife Ömer’in adaletine ve
merhametine ne kadar çok güvendiklerinin delilleridir. Anlatılanlar, mucize veya keramet değildir. Sadece birer şehir
efsanesidir.
Muhterem Prof. Dr. Ahmet Lütfi Kazancı hocam da
“Bunların hepsi uydurmadır. Bir insanı methetmek gerek iyorsa olmayacak şeylerle değil, yaptıklarıyla methedilmelidir.” diyerek bu şehir efsanelerine itirazını net biçimde ortaya koymaktadır.
Ethem Erkoç
61
DALKAVUK ŞAİRLERE KARŞI TAVRI
Önceleri şiir ve eğlence gecelerinin düzenlendiği sarayda
artık farklı bir hava vardı. İlmi toplantılar, hadis sohbetleri
yapılıyordu. Oralarda dalkavuk şairlere, devletten ulufe k oparmaya alışık avantacılara yüz vermiyor, devlet kasasından
para ödemeyi tercih etmiyordu.
Ömer b. Abdülaziz, fakir fukaranın dostuydu. Zalime
karşıydı, mazlumun yanındaydı. Ancak sultanları eğlendiren,
onları övüp bol bahşişler alan dalkavuklar ve şairler, bir
türlü Ömer’in yanına girmeye imkan bulamıyorlardı. Bu,
onlar için ölümden beter bir yıkımdı. Aslında onlar, bir bakıma o devrin medyası niteliğindeydi. Ömürleri boyunca
çalışmadan bolluk içinde yaşamaya alışmışlardı. Çalışmak,
didinmek, çabalamak onlara göre değildi. Para verenleri
överek göklere çıkarırken vermeyenleri de hiciv yoluyla linç
ediyorlardı. O, bunları hiç umursamıyordu. Bu yüzden o
şairler, eski Emevi halifelerini mumla arıyorlardı.
Ömer b. Abdülaziz, alimlerle sohbet etmeyi severdi. Onları bekletmeden içeri alır, saatlerce konuşurdu. Ancak, özelliklerini ve şiirlerini daha önce yakından bildiği şairler, kapıda günlerce bekledikleri halde bir türlü yanına giremezlerdi. Bir gün devrin alimi ve halifenin yakın arkadaşı ve danışmanı Reca b.Hayve’ye başvurdular. Halifeyle görüşebilmek için ondan yardım istediler. Reca, onları dinlemekle
yetindi fakat Halifeye bir şey söylemedi. Ondan sonra kapıda beliren Adiy b. Erat’a yaklaştılar. Sözcüleri konumundaki
şair Cerir el-Hatfi:
-Ey bineği salıveren süvari, dem senin demindir. Ne olur,
halimizi halifemize bildir de ihtiyacımızı unutmasın, diye
yalvardı.
Ömer b. Abdülaziz’in dalkavuk şairlere karşı tavrını
Cûde es-Sahhar, şöyle anlatıyor:
Adiy, halifenin huzuruna geldiğinde şöyle dedi:
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
62
-Ey müminlerin emiri, şairler kapında bekliyorlar. Onların okları zehirlidir, sözleri de delicidir.
-Yazık sana Adiy, benim şairlerle ne işim olabilir ki?..
-Müminlerin emiri, Resulullah (sav) şairleri dinlermiş ve
onları ödüllendirirmiş. Hatta Abbas b. Mirsad, övgü şiirleri
okumuş da Resulullah (sav) ona elbiseler hediye etmişti.
Halife, onun şiirlerinden birkaç beyit okumasını istedi.
Adiy’in okuduğu mısralar hep Allah, Peygamber ve Kuran
sevgisiyle doluydu. Ömer, hürmetle dinledi. Sonra dışarıda
kim olduğunu sordu. Ömer b. Ebu Rebia olduğunu öğrenince onun aşk, sevişme ve kadın uğruna her şeyi inkar ettiğini
söyledikten sonra “Keşke ahiret için de bir amel işleseydi…”
deyip öylesi bir adamı içeri almayacağını ifade etti.
-Başka kim var?
-Ferazdak yani Hemmam b. Galip.
Ömer, onu ve şiirlerini de yakından tanımaktadır. Kadın,
çöl ve şaraptan başka bir şeyle ilgilenmediğini iyi bilmektedir.
-Hayır, asla. O, yalancı ve ahlaksızdır. Bizim sergilerimize ayak basamaz. Def olup gitsin. Bundan başka kapıda kim
var?
-Ahtal et-Tağlibi.
Ömer, onun da hep sarhoş gezdiğini, oruç tutmaması ve
kurban kesmemesiyle öğündüğünü bildiğini söyler.
-“Sabah ezanı okunurken şarap içip secdeye gittiğini dile
getiren bir şair, asla huzuruma gelemez” der.
Sıra bekleyenleri tek tek sayarlar. Ahfaz el- Ensari’den
söz ettiklerinde Ömer, onun Medine halkından bir adamın
cariyesini azdırıp firar ettiğini ve şiirinde bu ahlaksızlığını
ballandıra ballandıra anlattığını söyler. Sıradaki Celil b.
Ma’mer’in şiirlerinden de örnekler okur ve bu fasıkların hiç
birini görmek istemediğini söyler:
Ethem Erkoç
63
-Dışarıda başka kim var?
-Şair Cerir el-Hatafi var.
-Hani şöyle diyen adam mı?
“Aşıkların kalbini avlayan bir sevgiliye muhabbet
ettim. Ne olur, bir gün karşılaşsak; o bana gelse,
selamına karşılık versem, onu sürekli görsem”
İlla yanıma bir şair girecekse onu içeri alın.
Bunun üzerine Cerir, içeri girer. Şu kasideyi okuyarak
söze başlar:
“Muhammed’i Peygamber olarak gönderen,
Hilafeti de adil imamın uhdesine tevdi etti.
O, bütün insanları adaletiyle birleştirdi.
İnsanları kötülerden kurtardı, korudu.
Zalimlerin zulmüne engel oldu.
Bu sıfatları taşıyan halifeden, senden
Bir an önce beklerim iyilik ve ihsan ben.
Gönül, verilen ihsanlara meyyaldir.”
Ömer b. Abdülaziz, duyduklarının bir kısmından hoşlanmadı. Cerir, halifeyi övmek için izin istedi, alamadı. Buna
rağmen uzun bir kasideyle onu övdü. Bundan hiç etkilenmeyen Ömer, şairin maksadının ne olduğunu biliyordu . Yine
de ne istediğini sordu:
-Senden öncekilerin bana verdikleri kadar…
-Öncekiler ne veriyorlardı?
-Dört bin dinar para, hediyeler, elbiseler…
-Niçin? Sen muhacir evladından mısın?
-Hayır…
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
64
-Ensar evladından mısın?
-Hayır. Ben, fakir ve yolda kalmış bir kimseyim.
-Öyleyse yaşadığın şehrin valisine yazayım da sana he rkese verdiği gibi maaş bağlasın.
-Ben daha fakirim.
-Öyleyse senin bazı ihtiyaçlarını karşılayalım. Bir elbise
verelim. Ayrıca maaşımdan bir bölümünü de sana ödesinler.
Cerir, dört bin dinar beklerken çok az bir dirhem ve birkaç ihtiyaç malzemesiyle dışarı çıkar. Kapıdaki şairler çevresini sararlar. Ne umduğunu, ne bulduğunu sorarlar. O da
derin bir ah çekip anlatmaya başlar:
-Hiç sormayın… Fakirlere cömertçe veren, şairlere vermeyen bir halifenin yanından çıktım. Durum f ena… Ben,
halifenin yanından çıkarken yoksullara yardım ediyordu.
Ama onlara verdiği kadar bile bana vermedi. Yine de ben,
onun ihsanından memnunum. Onun bu halini çok beğendim
Halife Ömer b. Abdülaziz, Beytülmale gözü gibi korurdu: “Dirhemler/devlet parası kandır. Asıl kaynağından başka
yere dökülemez/harcanamaz” diyordu. Haksız yere kimseye
bir ödeme yapılmasına izin vermiyordu. Her kuruştan hesaba
çekileceğinin bilincindeydi. Onun için saray dalkavuklarına
ve kendisini överek para kopartmak isteyen şairlere asla yüz
vermezdi. O, ilim ve alimden yanaydı.
İLME DÜŞKÜNLÜĞÜ
Ömer b. Abdülaziz, çocukluk yıllarında Kuran-ı Kerim’i
ezberlemişti. Babası, onu daha iyi yetişmesi için Medine’ye
göndermişti. Zira o dönemde Medine ilmin merkeziydi. Babası Mısır veliliğine tayin edildiğinde Ömer, Medine’den
ayrılma istemişti. Medine’de Abdullah b. Mesud, Mücahit b.
Cebr, Meymun b. Mihran, Salih b. Keysan gibi devrinin en
ünlü alimlerinden ders almıştı.
Ethem Erkoç
65
Tabiinin büyük fıkıh alimlerinden Enes b. Malik, Abdu llah b. Cafer b. Ebu Talip, Said b. Meseyyeb, Urve b. Zübeyir, Reca b. Hayve, Kasım b. Muhammed b. Ebubekir gibi
şahıslarla birlikte tahsil görmüş ve onlarla birlikte büyümüştür. Resmi görevi boyunca da bunlarla birlikte olmuştur.
Ömer, Medine’yi ve Hicaz bölgesini çok iyi biliyordu.
Bu nedenle amcasının oğlu Velid halife olunca 86/705 yılında onu Hicaz valisi olarak atadı. Henüz 25 yaşında vali olmuştu.
Medine’ye gelir gelmez en meşhur fakihlerden on tanesini kendisine danışman ve yardımcı seçti. Bir danışma meclisi oluşturdu. Onlara: “Ben, sizi istişare etmek için topladım.
Hak ve adalette bana yardımcı olmanız için bir araya getirdim. Bütün meseleleri sizinle görüşerek çözmek istiyorum”
diyordu. Bu durumdan Medineli alimler ve ahali oldukça
memnundu.
İmadüddin Halil’in anlattığına göre pek çok alim, içinden
çıkamadığı konularda Ömer b. Abdülaziz’e danışırlardı.
Ünlü alim Mücahid: “Ona ilim öğretmeye gittik ama biz
ondan ilim öğrendik” diyordu. İlim adamları, onun f ikir ve
içtihatlarına çok değer veriyordu. Ahmet b. Hanbel şöyle
diyordu: “Sahabe kavillerinden sonra en geçerli kavil, tabiin
kavlidir. Tabiin kavilleri arasında da en çok tercih ettiğim,
Ömer b. Abdülaziz’in görüşüdür.”
Abdullah b. Tâvus, bir gün babasıyla birlikte, Ömer b.
Abdülaziz halife olmadan önce, yatsı namazından sabah
namazına kadar ilmi konuşmalar yaptığına şahit olmuştu.
Babası büyük alim Tâvus, onun hakkında “Şu evin (Emevi
sarayının) Salihlerindendir” demişti.
İşte o Salih insanın yanına pek çok alim geliyordu. Her
biri ondan ilim öğrenmiş olarak dönüyordu. İbni Nadr elMedeni anlatıyor:
“Süleyman b. Yesar’ı yolda gördüm. Ömer b. Abdülaziz’in yanından geliyordu.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
66
-Ona bir şeyler öğretmeye mi gitmiştiniz, dedim.
-Evet ama vallahi o, hepimizden daha alim” dedi.
Pek çok alim, Ömer b. Abdülaziz’in yanında öğrenci gibi
davranıyordu. Zira o, alimlerin hocası kadar bilgiliydi. Bu
tür ilmi görüşmelerin birbirlerine fikir verebileceğine inanırdı.”Karşılıklı istişare ve münazara, rahmet kapılarının anahtarıdır. Fikirlerin sapmalarına engel olur” diyordu. Ömer,
İslami ilimlerin temeli olan Kuran ve Hadisle tanıştığı gibi
fıkıh, tefsir ve akaitle de yakından ilgilenmişti. Devrinde
ilim deryası olarak bilinmiştir. Devrinde hilafet makamı,
bilgelik merkezi haline gelmiştir.
Ömer b. Abdülaziz, ashabın fıkhî konulardaki ihtilafına
da hikmet nazarıyla bakıyordu: “Onların ihtilafı olmasaydı
ruhsat diye bir şey olmazdı” diyor
Onun hadis ilmine hizmetlerini ayrı bir başlık altında ele
alacağız. Ömer’in geniş bir kültüre, keskin zekaya, sağlam
bir öğrenim ve düşünceye sahip oluşu herkesin malumudur.
Onun bu hali, özgür kültür ortamının doğmasına, ilimde
dinamizmin gelişmesine yol açmıştır. İşte bu durum, “Fıkhın Tedvin Devri”ne büyük bir zemin hazırlamış, iki buçuk
yıllık hilafeti döneminde pek çok fıkıhçı/hukukçu yetişmiştir. Bunların en çok bilinenleri şunlardır:
Harice b. Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ebubekir, Ebu Seleme b. Abdurrahman, Salim b. Abdullah b. Ömer, Kasım b.
Muhammed b. Ebubekir, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b.
Mesud, Zühri, Ata b. Ebu Rebah, Mücahid b. Cübeyr, Hasan
el-Basri, İbni Sirin, Ebu Külabe, Zeyd b. Nevfel, Alkame b.
Abdullah el- Medeni, Tavus el-Yemani…
Devrin alimleri, Halife Ömer’in icraatlarını hep desteklemişler ve hiç bir şahsi menfaat peşinde koşmamışlardır.
Sonrasında alimlere danışılmayınca onlar da devlet idarecilerinin yanında yer almamışlar ve günahlarına dayanak olmamışlardır.
Ethem Erkoç
67
Ömer b. Abdülaziz, devrinin alimlerinden Hasan elBasri’nin fikirlerine çok önem veriyordu. Zira onun hem
ilmine, hem de ilmine uygun yaşayışına değer veriyordu.
Onun için hasan-ı Basri’ye mektup yazıp adil devlet reisinde
olması gereken hasletleri yazmasını istedi. O da uzun bir
mektupla İslam esaslarına göre adil bir devlet reisinde bulunması gereken esasları bildirmişti:
“Ey müminlerin emiri, adaletli başkan, evladını seven
baba ve anne gibidir. Öksüzlerin anası, yoksulların hamisidir. Küçüklerini yetiştirir, büyüklerini besler. Adaletli
başkan kalp gibidir. Kalp iyiyse bütün vücut iyidir.
Ey müminlerin emiri, daima ölümü hatırla. Ölümü tek
başına karşılayacağını unutma. Bugünkü ikametgahından
başka bir ikametgaha geçeceğini düşün.
Bil ki adaletli bir başkan; her eğriyi doğrultur, her zulme karşı gelir, her bozuğu düzeltir, her zayıfa destek olur,
her mazlumun imdadına koşar ve her korkanın korkusunu
giderir….”
Ömer, sadece güzel söz söylemekten de çekinirdi. Meymun b. Mihran’a: “Ey Meymun, güzel söz, insan için bir
imtihandır. Güzel konuşmak, insanı kendini beğenme ve
diğerlerinden üstün görme duygusuna sürükler. Şu bir gerçek ki bizim gibiler için iş yapmak, güzel söz söylemekten
daha öte bir vazifedir” diyordu.
Ömer b. Abdülaziz, Humus valisine yazdığı mektupta
şöyle diyordu:
“İslami hükümlerin ve İslam fıkhının insanlara öğretilmesi için kendilerini adayan ve bu iş için mescitlere kapanan alimleri gözetle. Onlardan her birine Beytülmalden
yüzer dinar ver ki Müslümanlara hakkıyla faydalı olsunlar. Hayırların en güzeli, derhal yapılanıdır. Bu mektubu
aldığında acele davranmanı istiyorum.”
Ömer b. Abdülaziz, hadis ve fıkıh ilimlerinin dışında k elam ilmiyle de yakından ilgilenmiştir. Kaderiyecilerle ilmi
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
68
münazara ve münakaşalara giriştiği bilinmektedir. Haricilerle yaptığı müzakerelerde de onları ikna etmeyi başarmıştır.
Döneminde Eski Yunan’dan intikal eden ilmi eserlerin,
özellikle tıp alanındaki kitapların Arapçaya çevrilmesi için
emir vermiştir. Bunun sonucu olarak İskenderiye rahibi Stafan, Müslüman olmuş ve halifenin emri üzerine halkın günlük ihtiyaçlarını karşılayacak bir tıp kitabı hazırlamıştır.
Basralı bir Yahudi olan Masarcaveyh de Süryani tıp kitaplarını Arapçaya çevirmiştir.
Meşhur tarihçi Corci Zeydan da Ömer b. Abdülaziz’in
İskenderiye’deki tıp ve felsefeyle ilgili çalışmaları ve bu
sahada çalışan ilim adamlarını Antakya’ya naklettiğin söyler. Yine bu dönemde İslami ilimlerin Basra ve Kufe’de de
inkişaf ettiğini/gelişme gösterdiğini kaydeder.
İmadüddin Halil, Ömer’in yakın dostu Reca b. Hayve ile
şu diyalogunu naklediyor:
-Ey Müminlerin Emiri! Gün boyunca meşgulsünüz gece
sohbetlerini de bizimle sürdürmeye katlanıyorsunuz.
-Ey Reca, fikir adamlarıyla tartışmak, fikir seven insanların aşısı gibidir. Danışma ve tartışma, rahmet kapısı ve bereket anahtarıdır. Bu yolla farklı görüşler ortaya çıksa da çözülemeyecek sorun kalmaz.
HADİSLERİN TOPLANMASINDAKİ
HİZMETLERİ
Hz. Peygamber (sav) zamanında onun sözlerini ezbere bilenler çoktu. Ancak yazmak konusunda tereddütler vardı.
Zira Resul-i Ekrem (sav)in şu hadisi onları frenliyordu (Ebu
Said el-Hudri rivayet ediyor):
“Benim ağzımdan Kuran-ı Kerimden başka bir şey
yazmayınız Kuran’dan başka bir şey yazmış olan varsa
silsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet
Ethem Erkoç
69
ediniz. Bunda hiçbir beis yoktur. Bir de bile bile her kim
bana isnat ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerini
hazırlasın.”
Bu hadise rağmen sahabeden Hz. Ömer, Hz. Ali başta
olmak üzere pek çok kişi ve daha sonra gelen alimler hadisin
yazılmasına cevaz veriyorlardı. Ebu Hureyre, çok hadis bildiğini fakat yazamadığını belirtirken ashaptan Abdullah b.
Amr’ın hadisleri yazdığını söylerdi.
Hz. Peygamber (sav), Kuran-ı Kerim ile karıştırılması
endişesinden dolayı yasaklamıştı. Ama zaman zaman bu
endişeyi duymadığı kişilere de izin vermişti. Rafi b. Hadic:
“Ya Resulallah biz senden çok şey işitiyoruz. Bunları yazalım mı? diye sordum. Bunları yazınız, sakınca yoktur”
buyurdular. Hz Ali’ye de “Bu hadisi yazdığınızda senediyle
beraber yazınız” buyurmuştur.
Alimler, hadis yazmayı yasaklayan hükmün hafızasına
güvenip de yazı yazarken hata yapabilecek veya dikkatsizliği
yüzünden karıştırabilecek kimseler için olduğu kanaatindeler. Yazılmasına caiz görenler, hadislerin hafızaya güvenmeyerek okunaklı bir yazıyla dürüstçe yazılmasında sakınca
olmadığını ortaya koyduğu düşüncesindeler. Bütün bu titizlik, hadisle ayetin karıştırılmaması içindi. Ancak Kuran-ı
Kerim Mushaf halinde toplanıp muhafaza altına alındığında
bu sakınca ortadan kalktı.
Ancak hadisleri Hz. Peygamber (sav)den bizzat duymuş
olan sahabe de gittikçe azalıyordu. Bu durumda Resulullah
(sav)den duyduklarını başkalarına nakledecek kimse kalmıyordu. Veda hutbesinde Hz. Peygamber (sav) “Burada bulunanlar, burada olmayanlara (bu söylediklerimi) duyursun”
emri nasıl gerçekleşecekti? “Benim sözümü işitip belledikten sonra işittiği gibi başkasına eriştirenin Allah yüzünü
ağartsın” müjdesine kimler layık olacaktı?
Bu endişeleri bir çok alim, yüreğinde hissediyordu. Ancak ferdi çabalar bir yere kadardı. 648-705 yılları arasında
Emevilerin Mısır valisi olan Abdülaziz b. Mervan, Bedir
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
70
Savaşına katılmış olan yetmiş sahabi ile görüştüğü söylenen
Kesir b. Hadrami’ye bir mektup yazarak Ebu Hüreyre’den
ve diğer sahabilerden duyduğu hadisleri yazıp kendisine
göndermesini istedi. Bu olay, resmi bir zatın şahsi gayretini
gösteriyordu.
Resulullah (sav)den geldiği sabit olan hadislerin ve sünnetlerin, ayrıca Amre binti Abdurrahman’ın Hz. Aişe’den
yazdığı rivayetlerin araştırılıp yazdırılmasını arzu ediyordu.
Çünkü hadis ehlinin yok olmasından ve bu ilmin kaybolmasından endişe ediyordu.
Bazı sahabiler, doğrudan Hz. Peygamber (sav)den duydukları hadisleri kendileri için yazıp muhafaza etmişlerdi.
Yıllar geçtikçe Kur’an tefsiri mahiyetindeki bu hadisler,
sahabilerin vefatıyla kayboluyordu. Bu nedenle Emevi halifelerinden Mervan b. Hakem, Ebu Hureyre’ye bildiği bütün
hadisleri yazdırmıştı.
Hadislerin toplanmasına ilk ihtiyaç duyan halife, Ömer b.
Abdülaziz idi. Babası Mısır valisi Abdülaziz’den daha ileri
bir adım attı. Medine valisi Ebubekir b. Muhammed b.
Hazm’a şöyle bir talimat gönderdi:
“Bak, araştır. Resulullah (sav) Efendimizin hadisine
dair her ne varsa yaz veya yazdır. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve alimlerin yok olmasından korkuyorum. Sakın
ha Resulullah’ın hadislerinden başkasını kabul etme.
Alimler, (bildikleri hadisleri) açık yerde okusunlar. Ders
vermek için hususi bir yerde otursunlar ki bilmeyenlere
öğretilsin. Böylelikle ilmin yok olması önlenmiş olur.”
Görüldüğü üzere hadislerin bir araya getirilmesi yani tedvini, bizzat Ömer b. Abdülaziz’in teşvik ve desteğiy le başlamıştır. Zira Halife, bütün valilere mektup göndererek hadislerin toplanması konusunda titiz davranmalarını söylemişti. Ashabın fetvalarını sünnet olduğu düşüncesiyle yazan,
duyduğu bütün hadisleri kaydedip kitap haline getiren İbni
Şihap ez-Zühri, derleyebildiği hadisleri, halife Ömer’e ulaştıran ilk muhaddistir.
Ethem Erkoç
71
İlk başlarda hadislerin yazılmasına sıcak bakmayan Zühri, islamiyetle yeni tanışan vilayetlerden hadisle ilgisi olmayan bazı uydurma rivayetleri duyunca hadisleri yazarak kayıt
altına almanın daha doğru olacağı kanaatine varmıştı. Halifeden emir gelince bütün gayretini buna yoğunlaştırdı. Ömer
b. Abdülaziz de onun topladığı hadisleri, defter defter yazdırarak bütün bölgelere göndermiştir
Muhammed b. Şihab ez-Zühri, ilme düşkünlüğüyle bilinen bir kişiydi. Ama bu durumdan eşi, hiç memnun değildi.
Kocasının kitaplar arasında sabahlamasından dertliydi: “Vallahi şu kitaplar, bana üç kumadan daha ağır geliyor” diyordu.
Bu konuda özellikle güvenilir kişiler başvurulmasına ve
sahih rivayetlerin toplanmasına dikkat çekmiştir. Bazı hadislerin sıhhat derecesinin tespiti konusunda kendisi de ilmi
toplantılara bizzat katılmıştır.
Bu toplantılarda hadisleri toplamanın ilkeleri belirleniyordu. Kuran ayetleriyle hadislerini birbirlerine karıştırılmamasına dikkat ediliyordu. Ayrıca cerh ve tadil yönünden
ravilerin durumlarının tespitinde ilk defa bu dönemde ortaya
konmaya başlandı.
Ömer b. Abdülaziz, hadislerin toplanması ve Müslüma nlar arasında yayılması için çalışan alimlere devle tten maaş
bağlanmasını emretmişti. Onların bu işle uğraşırken geçim
sıkıntısı çekmemeleri gerektiğini düşünüyordu. Mesela Yezid b. Ebu Malik ile Haris b. Muhammed’i halka hadisleri
okumak ve sünneti öğretmek için badiyeye (kırsal kesime)
görevlendirdi. Her ikisine de maaş bağlanmasını emretti.
Ancak Haris, “Allah’ın bana öğrettiği ilim için ücret alacak
değilim” diyerek bunu kabul etmedi. Yezid ise ihtiyacı olduğu için kabul etti.
Ömer b. Abdülaziz’in bu uygulaması, ilim öğretmek için
görev alan alimlerin ve hocaların buna karşılık ücret almalarının mubah olduğuna da delil olmuştur. Valilere yazdığı
mektuplarda İslami hükümleri insanlara öğretmek için ken-
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
72
dilerini adayan kimselere Beytülmalden maaş bağlanmasını
emretmişti.
Peygamberimiz zamanından bugüne intikal eden yazılı
vesikalar arasında barış anlaşmaları, islama davet mektupları, nüfus sayım sonuçları, askeri kayıtlar, beratlar, emanlar,
emirnameler, alım-satım vesikaları, zekatla ilgili hükümler,
istek üzerine verilen vesikalar gibi siyasal ve sosyal hayata
ilişkin çeşitli belgeler vardır.
Said b. Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Şa’bi gibi önde gelen
tabiiler, hadisleri yazmışlar ve yazılarak yayılmasını teşvik
etmişlerdir. Tabiinin ileri gelenlerinden Hasan el-Basri,
alimler arasında elden ele dolaştırılan bazı hadis mecmualarından söz etmiştir. Tabiin nesli, hadisleri koruma ve yazma
konusunda büyük gayret göstermişlerdir.
Ömer, halifelik görevini yürütürken zaman zaman f ıkıh
ve hadis derslerine de bizzat katılır, ilim meclislerinde bulunmaktan büyük haz alırdı.
NASİHAT EDİLMESİNDEN HOŞLANIŞI
“Dirhemler kandır. Asıl kaynağından başka yere dökülemez, harcanamaz.”
Ömer b. Abdülaziz, söze, sohbete ve öğüde çok önem verirdi. Devrinin alimlerinden Karzi’ye gönderdiği mektupta
şöyle diyordu:
“Öğüt sadaka gibidir. Hatta sadakadan çok daha sevaplı,
çok daha yararlı ve çok daha etkilidir. Çünkü öğüt, müslümanı hakkı kabul etmeye zorlar. Bir kimsenin verdiği öğütle
helaktan kurtulması, verdiği sadakayla yoksulluktan kurtulmasından daha yarlıdır. Öğüt verirken kendini de unutma.
Nasihat ki ilaç veren doktorun her şeyi daha berbat edip
günah işlemesi beklenmiyorsa nasihatçinin da kendisini
unutması beklenemez.”
Ethem Erkoç
73
Ömer, eşyaya ve olaylara ibret nazarıyla bakar ve onla rdan ders çıkarırdı. Bir gün arkadaşlarına dün geceyi tefekkürle geçirdiğini söyledi. Arkadaşlarının ne kadar tefekkür
ettiğini sormaları üzerine başladı anlatmaya:
“Mezarları ve içinde yatanları düşündüm. Ölünün mezarda üç günde ne hale geldiğini görsen, en yakın arkadaşın
veya akraban da olsa, onu o halde görmek istemezdin. Mezarını; içinde haşerelerin dolaştığını, kurtların sağını bolunu
parçaladığını, irinlerin aktığını, iğrenç bir eve dönüştüğünü
görürsün. Kokusunun değiştiğine, güzel görünümlü halinden, tertemiz kefeninden bir eser kalmadığına şahit