Fatıma’yı gönderdiler. İbni Esir, el-Kamil fi’t-Tarih adlı eserinde bu olayı şöyle anlatıyor:
Mervan’ın kızı yani halası Fatıma, atalarından gelen b ütün gelirlerin kesilmesi den dolayı hesap sormak üzere Halife’nin huzuruna çıktı. Kendilerini böyle yoksul bırakan
Ömer’in lüks hayat yaşadığını sanıyordu. Zira Ümeyye oğulları arasında böyle biliniyordu. Eve vardığında Ömer, akşam yemeği yiyordu. Önünde ekmek, tuz ve yağ vardı. Ne söyleyeceğini, nereden başlayacağını şaşırdı:
-Müminlerin emiri, bir ihtiyacım için sana gelmiştim ama…
-Buyur halacığım…
-Yediklerine bakıyorum da… Kendin için daha münasip bir şey yok mu?
-Eğer olsaydı öyle yapardım halacığım.
-Müminlerin emiri, diyeceğim o ki; amcan Abdülmelik, kardeşim Velid ve Süleyman zamanında bizler, bolluk içinde yaşıyorduk. Onlar bize bol gelir tahsis etmişti. Sonra sen halife oldun, bunların hepsini bizden aldın.
Ömer b. Abdülaziz, halasına saygıda kusur etmiyordu:
-Halacığım, amcam Abdülmelik, kardeşim Velid ve Süleyman, sizlere müminlerin malını veriyorlardı. Ben, bu malın bekçisiyim. Kimseye hakkından fazlasını ver emem.
İstersen kendi malımdan verebilirim.
Halası Fatıma, Ömer’in kendi kesesine davrandığını görünce birden ümitlendi. Baktı:
-Bu ne diye hayretle sordu.
-Benim maaşım. Yüz dinar… Sana vereyim.
Ömer, halife olmadan dört bin dinar maaş alıyordu.
Halife olunca maaşını yüz dinara düşünmüştü. Halası:
-Bu para neyi karşılar ki…deyince:
-Halacığım, ben bundan fazlasına sahip değilim, dedi.
Halasının itirazı üzerine:
-Başkasının malını mı vereyim, deyince orada söz bitmişti.
-Bu taleplerinizden vazgeçin. Yoksa Mekke’ye giderim ve bu görevi de layık olan kimseye devrederim, dedi.
Ömer’in tutumu belliydi. Yaşadığı sürece adaletten a yrılmayacaktı. İşe kendisinden ve ailesinden başlamıştı.
Halası, bu sözleri üzerine Ömer b. Abdülaziz’i uyarmayı da ihmal etmedi:
-Ümeyye oğulları, bir gün gelir, sana gösterirler.
Ömer’in cevabı netti:
-Şerrinden emin olmadığım kıyamet günü dışında ko rkacağım hiçbir gün yoktur.
Halası devam etti:
-Ümeyye oğullarının mallarını ellerinden aldığın için kendi aralarında bir takım görüşmeler yaptıklarını gördüm. Bir gün sana zararlarının dokunmasından endişe ediyorum.
Ömer, Allah’ın gazabından başka bir şeyden korkmadığını tekrarladıktan sonra kendisine bir et parçasıy la bir dinar getirmelerini emretti. Dinarı önündeki ateşe attı. İyice kızınca alıp bir et parçasının üzerine koydu. Ateşle kızan para, eti yakmaya ve kavurmaya başladı. Ömer:
-Halacığım, yeğeninin de cehennem ateşinde böyle yanmasını ister misin, dedi.
Halası, her şeyden ümidini kesmiş olarak Ümeyye oğu llarının yanına döndü. Sonucu soranlara:
-Başımıza ne geldiyse sizin yüzünüzden gelmiştir. Ad amınızı Ömer b. Hattab’ın oğlu Asım’ın kızıyla evlendirdiniz.
Tabi ki marşınıza Ömer b. Abdülaziz çıkacak ve Ömer’i canlandıracaktır. Zamanında bu evliliğe karşı çıkmış o lsaydınız bunlar başınıza gelmezdi, diye sitem etti.
MEZALİM MECLİSİ
Yeni halife Ömer b. Abdülaziz, işe ayrım gözetmeksizin bütün vatandaşlarının haklarını koruyacağını ilan etmekle başladı. Her türlü kabilecilik anlayışını reddettiğini, ülkede yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduğunu, özellikle Müslümanlar arasında Arap-Mevali ayrımının da ortadan kaldırıldığını duyurdu.
Arap olmayan ve Mevali diye tanımlanan Müslümanlardan Emevi valileri haraç almaya devam ediyorlardı. Ömer b. Abdülaziz, bu insanlara yüklenen mali yükleri kaldırarak Müslümanlar arasında tam bir eşitlik sağladı. Bu konuda vergi gelirlerinin azalmasına aldırış etmedi. Gayrimüslimlerin hukukuna da riayet ederdi. İslam hukukunun onlara tanıdığı bütün hakları vermeye çalıştı.
Celaleddin es-Süyuti’nin “Tarih-i Hulefa” adlı eserinde anlattığı bir olay, Ömer b. Abdülaziz’e adeta yol göstermiştir. Süyuti, Ebu Haşim’den naklediyor:
Bir adam, Ömer b. Abdülaziz’e geldi. Şöyle dedi: “Hz. Peygamber (sav)i rüyamda gördüm. Ebubekir sağında, Ömer solundaydı. O esnada iki adam duruşmaya geldi. Sen de onların önünde oturuyordun. Hz. Peygamber (sav) sana dedi ki: “Ey Ömer, hüküm vereceğin veya bir iş yapacağın zaman (Eliyle işaret ederek) Ömer ve Ebube kir gibi yap” dedi. Sonra Ebubekir ve Ömer’i halife olarak işaret etti.”
(Sürecek)
Ebu Haşim diyor ki, adam, rüyasını böylece anlattı ve çekip gitti.
Ömer, bu rüya ile kendisine verilen talimatı derinden hissetti ve üzerine düşen sorumluluğun etkisiyle başladı ağl amaya.
Yeni halife, zaten bunun bilincindeydi. Sorumluluğunun
gereği olarak her vilayette birer Adalet Divanı niteliğinde
Mezalim meclisleri kurdurmuştur. Şam’daki kurumun başında da kendisi bulunuyordu. Ülkenin her şehrinde tellallar
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
44
bağırttırarak kimin malı ya da hakkı elinden alınmışsa gelip
bu meclise başvurmalarını, şayet haklıysalar haklarını almalarını ilan ettirdi.
Bunu duyan hak sahipleri, Mezalim Meclisine başvurmaya başladı. Bunların arasında bir heyet vardı. Onlar, Velid b.
Abdülmelik zamanında komutan Kuteybe zamanında fethedilen Semerkant’tan gelmişlerdi. Komutan Kuteybe hakkında şikayette bulundular:
“Ey müminlerin emiri, Kuteybe bize ihanet etti. Bize hiçbir teklifte bulunmadan mallarımızı elimizden alarak talan
edip bize zulüm etti. Hakkımızı istiyoruz.”
İslama göre savaş yapılmadan önce o belde halkına Müslüman olmaları teklif edilirdi. Kabul etmezlerse cizye vermek şartıyla İslam devletinde güven içinde yaşayabilecekleri
söylenirdi. Bunu de kabul etmezlerse savaş seçeneğini seçmiş oluyorlardı. Şikayete göre Semerkant valisi, bu usule
uymadan mallarına el koymuş oluyordu. Halife’nin bu durumdan hiç haberi yoktu. Duyar duymaz valiye mektup yazarak bu sorunun derhal çözülmesini emretti.
Halife Ömer b. Abdülaziz, her şikayeti dikkatle dinliyor,
haksızlık varsa derhal müdahale ediyordu. Bunu duyan ahali,
ülkenin her tarafından heyetler halinde geliyorlardı. Yemen
tarafından gelen adam gibi sorununu dile getirmek için tek
başına gelenler de vardı. Bu uygulamalar, idarecileri daha
dikkatli olmaya sevk ediyor, halka da güven veriyordu.
Devlet işlerine bu denli kendisini verdiği için Halife,
günde birkaç saat ancak uyuyabiliyordu. Bir gün çok yorulmuştu. Sünnet olduğu için öğle namazından sonra bir miktar
uyumak, kaylule yapmak istemişti. Uykuya henüz dalmıştı
ki biri gelip kendisini şiddetle sarsarak uyandırdı.
Gözlerini güçlükle açtı. Oğlu Abdülmelik’i fark etti.
-“Bu saatte senin Müslümanların dertlerine derman olman gerekmiyor mu ey babacığım” diyordu.
Ethem Erkoç
45
Halife, oğluna yorgun ve halsiz olduğunu anlatmaya çalıştı.
-Zulüm başını alıp gitse de sen uyuyacak mısın?
-Dün gece hiç uyuyamadım. Öyle namazını kılınca şik ayetlerini dinleyeceğim.
-Öğleye kadar yaşayacağını nereden biliyorsun?
Halife, bu sözler karşısında irkildi.
-Bana yaklaş evladım, dedi.
Yaklaşınca oğlu Abdülmelik’i alnından öpmüş ve şöyle
demişti:
Benim sulbümden beni dinim konusunda uyaracak bir evlat bağışlayan Rabbime hamd ediyorum.
Dinlenmeden kalkıp görevinin başına dönmüş ve halka:
“Ey ahali, dikkat edin; kimin haksız yere malı alınmışsa onu
halifeye teslim etsin” diye ilan yaptırmıştı. Bu çağrı üzerine
halk toplanmıştı. Gelenlerden biri de Hıms halkından bir
zımmi/gayrimüslim idi.
-Müminlerin emiri,Allah’ın kitabıyla hüküm vermenizi
istiyorum.
-Hangi konuda?
-Halife Velid’in oğlu Abbas, toprağımı gasp etti.
-Abbas, ne diyorsun?
-Velit, orayı tımar arazisinde vermişti. Tapusunu da üzerime yazdırmıştı.
-Zımmi, bu duruma ne dersin?
-Müminlerin Emiri, Allah’ın kitabı ne diyorsa ben ona
razıyım.
-Ey Abbas! Kalk, adamın malını iade et.
Abbas, derhal kalkıp araziyi sahibine mülkünü iade edeceğini ilan etti.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
46
Halife, böyle hayırlı kararlara vesile olduğu için oğluna
tekrar teşekkür etti.
YÖNETİMDE DEĞİŞİKLİK
VE YENİLİKLER
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz, sadece v alilere
ve kadılara genelge göndermekle yetinmemiş, ordu kumandanlarına da gerekli uyarıları yapmıştır. En önemli uyarısı
şudur:
“Bulunduğun şehri adaletle kuşat. Sokaklarını zulümden ve haksızlıktan temizle. Şehir, o zaman imar edilmiş
olur.”
Savaşa bizzat katılan düşman askerlerinin dışındaki fertlere dokunulmasını yasaklamıştır. İhtiyar, kadın ve çocuklara karşı silah kullanılmasını ve şehir merkezlerinde savaşa
kalkışılmasını da yasaklamıştır.
O, zaferin ancak Allah’ın yardımıyla olduğuna inanırdı.
Başarıyı askeri güç ve cesarete bağlamazdı, “Bizler, düşmanlarımızın günahlarından dolayı onlara galip geliyoruz.
Zira onların sayıları bizden daha çok, silahları ve teçhizatları bizden daha güçlüdür. Onun için düşmanlarınızdan çok
günahlarınızdan sakınınız” diyordu.
Ömer, sefer esnasında askerlerin fazla yorulmaması gerektiğini düşünüyordu. Silahlı ve güçlü ordulara karşı giden
askerlerin haftada bir gün dinlendirilmesini emrediyordu.
Böylece hem askerlerin hem de binek hayvanlarının dinlenmelerinin önemine işaret ediyordu.
Barış içerisinde yaşadığımız zımmi köylere asla girmeyin
diyordu ve şöyle emrediyordu: “Anlaşmaları bozmayanlara
ilişmeyin, onlardan uzak durun. Sefere katılanlar, onların
çarşı ve pazarlarına girmesin. Ancak bir ihtiyacı gidermek
Ethem Erkoç
47
maksadıyla alışveriş için Pazaryerlerine girebilirler. Ama
sakın ha onlara zarar verilmesin.”
Fetihlerde amacın zafer olmadığını söylerdi. Gerçek zaferin müslümanın iç âleminde başarıya kavuşmasına, gönüll erin fethine bağlı olduğuna işaret ederdi.
İbni Sa’d’ın Tabakat’nda naklettiğine göre Ömer b. Abdülaziz, komutanlarına savaş taktiği olarak şöyle derdi:
“Kumandan, askerin önünde yürümeli, ancak savaş
meydanlarında ön saflarda olmamalıdır. Zira ön saflarda
olursa ilk anda şehit düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu
durumda askerin maneviyatı kırılır, savaşamazlar ve mağlup olurlar. Kumandan, askerlerin en arka saflarında da
olmamalıdır. Bu, onun korkaklığına yorumlanır, askerin
de moralini bozar. Onun için kumandan, ordunun orta
kesiminde bulunmalıdır. Öncü kuvvetlerin arkasında yer
almalıdır. Hem ön saftakileri hem de arka saftakileri d evamlı teşvik etmelidir.”
Komutanlara en önemli uyarısı, askerlerine iyi sahip
çıkmalarıydı: “Birbirinizi bırakmayınız ki hep birlikte dönebilesiniz. Yoksa helak olursunuz” diyordu.
Ömer, ani baskınlarla Müslümanların ölmelerini istemediği için merkezden uzakta olan ve Bizans saldırısına maruz
kalan sınır karakollarını kaldırmıştı. Bunları daha iç bölgelere çekerek onları koruma altına almıştı.
Ömer, askerlerine çok değer veriyordu. Mesela Bizans
imparatoruyla giriştiği esir takasında bir tek Müslüman askeri kurtarabilmek için on tane Bizans askerini salıveriyordu.
Valilere eldeki malın tümü karşılığında bile olsa Müslüman
esirleri kurtarmalarını emrediyordu.
O, askerlerinin her türlü ihtiyaçlarını düşünüyordu. Savaşa giden askerlerin memleket ve ailelerine bir an önce k avuşmaları gerektiğini inanıyordu. Bu düşünceyle askerlerin
sınır boylarında ve kalelerde kalma sürelerini kırk günle
sınırlandırmış ve bu sürenin sonunda memleketlerine dön-
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
48
melerini, ailelerine kavuşmalarını sağlamıştı. Onlar cephedeyken ailelerine ve çocuklarına da gerekli yardım ve desteği veriyordu.
Ömer b. Abdülaziz, islamın ön gördüğü savaş usullerini
aynen uyguluyordu. Anadolu’ya, Bizans topraklarına f etih
için gitmiş olan bir kumandanına gönderdiği mektupta şöyle
diyordu:
“Rumların bir kalesini kuşattığınız zaman önce onlara islamı tebliğ ediniz. Onları islama davet ediniz. Şayet islamı
kabul etmezlerse cizye vermelerini isteyiniz. Cizyeyi de
reddederlerse o zaman onlara savaş açmanız, sizin tabii hakkınızdır.”
Müslüman askerlerin devlet merkezlerinden çok uzaklarda telef olmalarını istemiyordu. Onun için İstanbul surlarının
aylardır bekleyen Mesleme b. Abdülmelik ve komutasındaki
askerlerin kuşatmayı kaldırarak geri dönmelerini emretti.
Böylece onları yaşadıkları perişanlıktan kurtarmış, daha
fazla askerin oralarda can vermesini önlemiş oldu.
O, bir bölgeyi işgal etmek için savaşmayı tercih etmiyordu. Ama İslam ülkesine yapılan her saldırıyı da anında önlüyordu. Hilafetinin ilk aylarında Azerbaycan’a yapılan saldırıya karşı derhal asker göndermişti.
Ömer b. Abdülaziz, genellikle iç ıslahatlarla meşgul oldu.
Bu arada Velid b. Hişam ve Amr b. Kays el-Kindi’yi yaz
döneminde ordularının başında cihada göndermişti. Aynı
şekilde onun zamanında Fransa içlerine doğru akınlar yapılmış ve Verbeta Kalesi fethedilmişti.
O içeride mezalime karşı derin ve etkin mücadele verirken bir yandan da cihadı ihmal etmiyordu ama devlet adamlarının da ganimetlerle şımarıp israfa gitmelerine asla göz
yummuyordu. Mesala Ömer b. Abdülaziz iktidara gelince
Adiy b. Ertat el Fezari’yi Basra’ya vali tayin etmişti. Adiy,
Basra’da vali konağının üstüne ek odalar yaptırmak istedi.
Bu haber alan Ömer, ona şunları yazdı:
Ethem Erkoç
49
“Ey Ümmü Adiyy’in oğlu! Annen seni kaybetsin. Ziyat
ve Ziyat ailesine geniş gelen ev, sana yetmiyor mu?”
Adiy, bu mektup üzerine odaların yapılmasını derhal
durdurdu ve konağı olduğu gibi bıraktı. (Bak: Fütuhu’lBüldan, sh.502)
VERGİ POLİTİKASI
Ömer b. Abdülaziz, kendinden önceki Emevi halifelerinin daha çok vergi toplayan calileri ödüllendirmesine ve
vergi adı altında halka zulüm edilmesine son vermiştir. Mesela Basra valisi Adi b. Erat’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Bölgendeki zekat memurlarının, Müslümanların mallarından zekat toplarken, mahsuller üzerinde tahmin yürüterek,
daha ürün elde edilmeden önce zekat aldıklarını ve aşırı
fiyatlarla zekat miktarını hesapladıklarını öğrenmiş bulunuyorum. Bu uygulamanın senin emrinle yapıldığını veya buna
razı olduğunu bilseydim seni vali yapmazdım. Bu şekilde
alınan paraların sahiplerine derhal verilmesini emrediyorum.
Sakın ha zekat toplarken insanlara zulüm etme. Sana zekat
getirenin zekatını al. Kim de zekat vermezse onların üzerine
gitme, Allah’a havale et…”
Yeni halife, fetih yoluyla alınan topraklarda yaşayan
Müslümanlardan haraç değil, zekat alınmasını emretmişti.
Böylece toprağı işlemeyi bilen yerli halkın tarım sektöründe
kalmasını sağlamıştı. Harap araziyi ekime elverişli hale getiren yani ihya edenleri de desteklemişti: “Ölü bir toprağı kim
diriltirse o toprak onundur” diyordu.
Ömer b. Abdülaziz, ülkeler arası ilişkilerde karşılıklılık
ilkesine uygun olarak gümrük vergisi uygulamasına devam
etmiş ama bölgeler arasındaki bir nevi iç gümrük niteliğindeki uygulamalara son vermiştir.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
50
Böylelikle ticaretin önündeki engelleri kaldırmıştı. Karada ve denizde serbestçe ticaret yapılmasına izin vermiş ve bu
konudaki pek çok vergiyi de kaldırmıştı. Ancak devlet görevlilerinin de ticaretle meşgul olmalarını yasaklamıştı.
“Yönetici ve amirlerin ticaretle meşgul olmalarını doğru
bulmuyorum. Bir bölgenin amirinin idaresi altındaki yerlerde ticaret yapması, asla uygun değildir. Zira bir amir, ticaretinde dürüst davranmayı istese bile haksızlığa sebep olabilir”
diyordu.
Ömer; Sasani geleneklerine göre Nevruz ve Mihrican
günlerinde halifeye gönderilen değerli hediyeleri, resmi müracaatlarda kullanılan kağıt bedellerini, darphane işçilerinin
ücretlerini, nikah parasını… yürürlükten kaldırdı.
Ömer, örfi vergiler konusunda seçiciydi. İslama uygun
olmayan vergilerin tahsilini yasaklamıştı. Valilere gönderdiği mektuplarda hep bu konuya vurgu yapardı. Bir valiye
“Senin zımmilerin ürettikleri şaraptan öşür aldığını duydum. Bu öşrü de Beytülmale koyuyormuşsun. Sakın ha
Müslümanların beytülmaline helal olmayan bir şey koymayasın.”
Ömer b. Abdülaziz, valilere gönderdiği genelgelerde gayrimüslim ahaliyi islama davet etmelerini ve müslüman oldukları takdirde onlardan cizyeyi kaldırmasını emrediyordu.
Cizye, gayrimüslimlerden alınan ve bütçenin önemli gelir
kaynaklarından biriydi. Horasan valisi Cerrah b. Abdullah’a
şöyle diyordu: “Cizye veren insanları islama davet et. Müslüman olurlarsa onların Müslümanlığını kabul et. Müslüman
olanlardan yani arkanda namaz kılanlardan cizye alma.”
Bu genelgeden sonra Mısır valisi Hayyan b. Şureyh,
zımmilerin (İslam devleti içindeki gayrimüslimlerin) büyük
çapta islama yöneldiklerini, aralarında Müslümanlığın hızla
yayıldığını, cizye vermedikleri için hazine gelirlerinde büyük bir azalma görüldüğünü bildirir. Bu mektup üzerine
Halife Ömer, “Yüce Allah, Hz. Muhammed (sav)i Hakk’a
davetçi olarak göndermiştir, vergi memuru olarak değil…”
cevabını veriyordu.
Ethem Erkoç
51
Ömer’in vergi politikasında Hz. Peygamber (sav) için
“O, tahsildar olarak değil, hidayetçi olarak gönderilmiştir”, “O, sünnetçi olarak değil, davetçi olarak gönderilmiştir” sloganları hep ön plana çıkmıştır.
Zımmilerin Müslüman olup cizyeden kurtulmaları, Mü slüman ahali arasında da bir takım dedikodulara sebep oluyordu. Mesela Horasan halkının ileri gelenleri ve Hıristiyanların cizye vergisinden kurtulmak için Müslüman olduklarını
ve yeni mühtedilerin sünnet olmaları gerektiğini, bu yolla
onların denenmesinin uygun olacağını vali Cerrah b. Abdullah’a bildirmişlerdi. O da bu konuda büyük tereddüde düşmüştü. Ömer b. Abdülaziz, durumu öğrenmiş ve valiye derhal bir mektup yazmıştı: “Allah, Hz. Muhammed (sav)i
davetçi olarak gönderdi, sünnetçi olarak değil…” Halifenin
bu siyaseti üzerine Horasan’da 4000 Hıristiyan birden Müslüman olmuştu.
Mısır valisine de şöyle yazmıştı: “İslama girenlerden kesinlikle vergi almayacaksın. Çünkü Allah, Muhammid
(sav)’i vergi tahsildarı olarak değil, hidayet rehberi olarak
göndermiştir.”
Ayrıca Mısır’daki rahiplerden ve diğer din adamlarından
cizye kaldırılmış, kendileri ve kilise malları her türlü vergiden muaf tutulmuştur.
Basra valisine de: “Vallahi benimle senin çift sürerek
elimizin emeğiyle geçinmemize mal olsa da tüm insanların
Müslüman olmasını istiyorum.”
Gayrimüslimlerin haklarını korumaya yönelik uygulamalar gerçekleştirdi. Önceki devlet başkanları ve valiler tar afından el konulmuş olan ibadethaneleri ve mülkleri eski sahiplerine iade etti.
Ömer, İslam beldelerindeki tüm yöneticilerin adaletli
davranmalarını istiyordu. Yeni paralar basmaya karar verdiğinde üzerine “Allah doğruluğu ve adaleti emreder” yazdırarak bu iki kavramın sürekli hatırda tutulmasını istiyordu.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
52
REFAHIN TABANA YAYILMASI
Ömer b. Abdülaziz, kendisi ve ailesiyle topluma öncü ve
örnek oldular. Saltanat hırsından, israf ve ihtişamdan uzak
hayat yaşadılar. Emevi hanedanının da valilerin de hayatları
belli bir disipline sokuldu. Halkın üzerinde baskı ve zulme
son verildi. Vergilerde belli bir adalet sağlandı. Halkın devlete güveni arttı. Bu zamana kadar devletten kaçırabildikleri
zekatları, fazlasıyla vermeye başladılar. Valiler de “Halk,
Ömer’in başa geçtiğini işitince akın akın fitre ve zekatlarını
vermeye başladılar” diyordu.
Bütün bu gelişmeler sonucunda toplumda belli bir sosyal
denge ve sosyal adalet gerçekleşti. Öyle ki valiler, kendi
bölgelerinde topladıkları zekatları dağıtacak fakir bulamaz
hale geldi. Zira, toplumda zekata muhtaç olanlar, Ömer b.
Abdülaziz döneminde zengin olmuşlardı. Zenginler de zekatlarını kimlere verecekleri konusunda hayli zorlanmışlardı.
İmadüddin Hlil’in de naklettiği gibi Afrika bölgesinin zekat görevlisi Yahya b. Said, durumu şöyle dile getiriyordu:
“Ömer b. Abdülaziz, Afrika’nın zekatını toplamak ve fakirlere dağıtmak üzere beni bölgeye gönderdi. Zekatı topl adık, fakat verecek fakir bulamadık. Ömer b. Abdülaziz, İslami ahkamı gerçek anlamda uyguladığı için insanları zenginleştirdi. Bu zekatlarla artık köle satın alıp azat ediyorum.”
Süyuti naklediyor:
“Ömer b. Üseyd diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki
Ömer b. Abdülaziz’in ölümüne kadar bize yanında büyük
malla gelen adam; bunu fakir bildiklerinize dağıtın derdi.
Ancak dağıtılacak kimse bulunamadığı için getirdiği mallarla geri dönerdi. Çünkü Ömer, bütün insanları zenginleştirmişti.”
Ömer b. Abdülaziz zekat verenlerin sayısı ve zekat gelirlerinin miktarı arttı. Onun yaşantısındaki ihlası görenler
“Koşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturunun şuuruna vardılar ve zekat borçlarını fazlasıyla ödemeye başladılar.
Ethem Erkoç
53
İbnü’l-Cevzi anlatıyor:
“Ömer’in yanına Medine’den bazı insanlar gelmişti.
Ömer onlara şurada ve şurada oturan yoksullara ne oldu diye
sordu. Onlar da “Oradan ayrıldılar Ey Müminlerin emiri,
onlar da zengin oldular” diye cevap verdiler. Önceleri bu
yoksullardan bazıları, misafirlere odun satıyorlardı. Birisi,
son hallerini şöyle tasvir ediyordu: ‘Allah, bizi odun satmaktan kurtardı. Çünkü Halife’nin verdikleri bize yetiyor’ diyordu.”
Tağlip bölgesi zekat görevlisi İbni Cahdem şöyle diyordu:
“Bu bölgeden topladığım zekatı, onların fakirlerine dağıttım. Her adama iki üç hisse verdim. Tağlip’den ayrıldığımda
hiç yoksul kalmamıştı.”
Zeyd b. Hattab’ın torunlarından biri anlatıyor:
“Ömer b. Abdülaziz, iki buçuk yıl yani otuz ay halife olarak görev yaptı. Ölünceye kadar bize büyük mallarla gelen
bir adam ‘Bunu fakir bildiklerinize dağıtınız’ derdi. Ama
verecek kimse bulamadığımız için mallarını alıp geri dönerdi. Zira Ömer, halkı zenginleştirmişti.”
Ömer, Kufe valisine şöyle bir mektup göndermişti:
“Gönderdiğin yazıda yanında asker maaşından kalan
maldan söz ediyorsun. Onu öncelikle borçlanıp da darda
kalanların borçlarına harca. Sonra evlenemeyenleri evlendir”
diyordu. Vali, denilenleri yaptığı halde yine paranın arttığını
yazıyordu. Ömer de valiye “O malla zımmileri güçlendir.
Çünkü onlar, bizim himayemizdedir” diyordu.
Zımmiler, İslam idaresini kabul eden Yahudi ve Hıristiyanlardır. Ömer, bunların kendi dinlerine göre yaş amaları
konusunda geniş imkanlar tanımıştır. Mabetlerine dokunulmayacak, din eğitimi yapan papazlar, hahamlar islama dil
uzatmamak, islamın emir ve yasakları aleyhinde konuşmamak şartıyla serbestçe din eğitimlerini yapabileceklerdi.
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
54
Kendi yerlerinde yeni bir mabet yapmalarına ve buraya vakıfta bulunmalarında bir engel yoktu.
Basra valisi Adiy b. Erat, “İnsanlar öyle bolluğa kavuştular ki azgınlaşmalarından korkuyorum” diye halif eye dert
yanıyordu. Ömer de: “Maiyetindeki halka bu durumdan dolayı Allah’a şükretmelerini söyle” diye cevap yazıyordu.
Umman’da toplanan zekatı dağıtacak yoksul kalmadığı
anlaşılınca artanı Basra’ya gönderilmiş ancak orada da dağıtacak kimse bulunamayınca zekatlar geri gönderilmişti.
Şam’dan Irak’a gönderilen zekatı da verecek kimseler bulunamamıştı. Ülkenin her tarafında durum aynıydı.
Bir gün hizmetlilerden biri, beygirinin yuların çekiyordu.
Ömer ona sordu:
-İnsanlar ne durumdalar?
Hizmetlinin cevabı ilginçti:
-Sen, ben ve şu beygirin dışında bütün insanların durumu çok iyi.
Çok basit ve çok anlamlı bir cevap… Refahın tabana yayılışının en güzel ifadesi…
DEVLET GÜVENCESİ
İslam devletinde sosyal adaletin sağlanmasında en önemli
gelir kaynağı zekattı. Ondaki zenginden alınıp fakir ve yoksula dağıtılma özelliği, soysa adaletin ve sosyal güvencenin
temelini teşkil ediyordu. Valilere fakirleri kollama konusunda tam yetki vermişti. Ömer b. Abdülaziz, ihtiyacın devlet
bütçesinden karşılanamadığı durumlarda merkezi bütçeden
karşılanacağı garantisini vermişti.
Toplanan zekatlar, öncelikle kendi bölgelerinin ihtiyaçları için harcanacaktı. Orada dağıtılacak fakir bulunamazsa
Ethem Erkoç
55
komşu vilayetlere gönderilecekti. Buna rağmen zekat dağıtımı gerçekleştirilemediği takdirde ertesi yıla devredilirdi.
Burada zekat verecek durumda olanların sorumluluklarını
yerine getirmeleri, elbette takdir edilecek bir olaydır. Ama
fakirlerin de ihtiyaçlarından fazlasını almayarak hakkına razı
olması, bundan daha önemlidir. Her iki durum da günümüz
toplumuyla karşılaştırıldığı zaman durum daha iyi anlaşılacaktır.
Onun için bu refah dolu hilafet dönemini yaşayan ve tadına bir türlü doyamayan Müslümanlar, gördükleri bu mükemmel adaleti gelecek nesillere zevk ve heyecanla anlatmışlardır. Büyük tarihçi ve müfessir İbni Kesir, bunu şöyle
dile getiriyor:
Ömer b. Abdülaziz’in memurları, çarşı ve pazarlarda “Ey
borçlular! Ey evlenmek isteyenler! Ey fakir ve muhtaçlar!
Ey yetimler! Neredesiniz? Gelin, nasibinizi alın” diye bağırıyorlardı. Öylelikle Ömer, bütün insanları zengin yaptı.”
Başka bir ifadeyle zekat verecek fakir bırakmadı.
Borçlular, muhtaçlar, fakirler, yetimler halifenin huzuruna geliyorlardı. Kendilerine Beytülmalden her birinin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mal veya para veriliyordu.
Hatta Ömer b. Abdülaziz, ihtiyaç sahiplerine maaş bağlıyordu. Maaş bağlanan kişi ölse bile maaşı kesilmiyor, geride
kalan varisleri de yoksulsa onlara ödenmeye devam ediliyordu. Bu durum, günümüzdeki emekli maaş sistemiyle bazı
yönlerden benzerlik arz ediyor.
Ömer, ‘mesakin’ kavramı içinde mahpuslara da yer veriyordu. Mahpusların eş ve çocuklarının yoksul kalmamaları
için onlara da maaş bağlanmasını emretti.
Yine Ömer b. Abdülaziz, valiler gönderdiği fermanda
borçlu kimselerin borçlarının ödenmesini emretti. “O kimsenin evi, atı ve hizmetçisi olduğu halde borçlu duruma düşmüşse bunların da o kişinin zaruri ihtiyaçlarından olduğu
Beşinci Raşit Halife Ömer b. Abdülaziz
56
kabul edilerek o borçlunun tam ihtiyaçlarını giderin” diyordu.
Bu konuda en önemli şartı, kişinin fesat/haram yere borçlanmamış olmasıydı. Zira öyleleri desteklemek, haramı teşvik etmek olurdu. Bunun dışında işlerinin kötü gitmesi veya
takatten/güçten düşmesi sonucu borçlu duruma düşenlere her
türlü desteğin verilmesini istiyordu.
Hatta “Sehmü’l-Gârimin” (Borçlulara Yardım Fonu) bile
kurmuştu. Medine valisi Ebubekir b. Muhammed el-Hazm’e
bir mektup yazarak “Borçlu olarak ölen kimsenin borcunu
ödeyecek kadar malı yoksa bu borcu Beytülmal’den ödeyin”
diyordu.
Mali sebeplerden dolayı evlenemeyenlere de Beytülmalden gerekli yardımların yapılmasına rağmen hazinede hala
mal olduğunu belirten valisine “Öyleyse bölgedeki zımmilere uzun vadeli kredi veriniz” diye yazmıştır.
Ömer, malları zarara uğrayan çiftçi ve tüccarları da d üşünmüştür. Zararların devlet hazinesinden karşılanmasını
emretmiştir. Doğal afetlerin dışında ordunun mahsule zarar
vermesi halinde de zararın derhal devlet tarafından ödenmesini emretmiştir.
Savaşçıların aile ve çocuklarını da devlet güvencesi, günümüz tabiriyle sosyal güvence altına alıyordu. Belazuri’nin
Fütuhu’l Büldan adlı eserinde de zikredildiği üzere savaşa
katılanların eş ve çocuklarını onar dinar maaş bağlardı. Böylece cephede savaşa katılan Müslümanlar, geride kalanların
geçimi konusunda hiçbir endişe duymuyorlardı.
Ömer, Darü’t-Taam, günümüzde ‘Aşevi’ diyebileceğimiz
bir kurum kurarak yoksulların, yolcuların yemek ihtiyaçlarını buradan karşılamıştı. Fakat kendi ailesi ve çocuklarının
buradan bir lokma bile yemesine izin vermemişti. Devlet
memurlarının da burada yemek yemesini yasaklamıştı.
Ömer b. Abdülaziz, sütten kesilme cağındaki ç ocuklara
bile maaş bağlamıştı. Mervan b. Şuca el-Ceziri, henüz ke-
Ethem Erkoç
57
silmiş bir çocuk iken kendisine 10 dinar maaş bağlandığını
anlatmıştır.
Ömer’in küçük oğlu arkadaşlarıyla oynarken bir çocuk
oğlunu yaraladı. Çocuğu yakalayıp Ömer’e getirdiler. O
anda bir kadının sesi duyuldu.
-O benim oğlum… Yetim… Onu bırakın…
-Ağlama, üzülme dedi Ömer. Yanındakilere sordu:
-Hazine defterine bakın. Ona maaş veriliyor mu?
-Hayır.
-Ona maaş bağlayın, deyince eşi Fatıma:
-Oğlunu yaralayan birisine, bir de maş mı bağlayacaksın,
diye sitem etmeye kalkışınca Halife Ömer:
-O, bir yetim, diyebil