Hafta sonu, Milli Eğitim Hizmet İçi Eğitimi çatısında gerçekleşen İş Güvenliği konulu seminere katıldım. Seminer için seçilen yer, son zamanlarda sayıları hızla artan okullardan birisiydi: Başöğretmen Atatürk İlkokulu. İnternet marifeti ile okulun, çocukluğumun geçtiği yerlerde bulunduğunu gördüm.  Kafkas Evler adıyla inşa edilen tek katlı, bahçeli, mütevazı evlerin, eski durumundan eser kalmamıştı. Çarpık, çurpuk, yamuk, yumuk dizayn edilen yollar ve kaldırımların hiç de insana bir hizmetinin olamadığı sokaklarda, adı geçen okulu bulmaya çalıştım. Şehrin hemen her yerinde karşımıza çıkan kaos görüntüsünün, kendisini burada da muhafaza ettiğini görmek, eşitliğe olan inancımı artırdı. Evet! Şehir, insanına her yerde aynı yaşantıyı sunuyordu. Hak geçirmiyordu. Bu konuyu tasdik etmiş kafamla nihayet okul tabelasını bulmuştum. 
Labirente dönüşmüş mahallenin içerisine sıkışmış küçük bir ilkokul için, çok büyük sayılabilecek iki tabelası vardı. Aslında çarpık yapılaşma olmasa, tabelaları şehir merkezinden bile görmek mümkün olabilecekti. Çocuklarını okula emanet edip, eve dönen anneleri gördüm. Umutlarını bırakıp hafiflemiş,  birçoğunun belki de hayattaki tek tutunuşunu, göz nurunu, nefesini, rengini, az önce oracıkta bırakıp dönen yapayalnız kalmış insanları… Birazdan, altını açık bıraktıkları ocaklarındaki tencerenin başına dönecekler ve hayallerindeki tuzu biberi de serperek karıştıracaklar… Sonra teneffüste o da oturup biraz dinlenecek. Tahtada problem çözer gibi, bir cümle analizi yapar gibi kafa yoracak o günün mevzularına. Öğretmene izahat verir gibi akşam, o da kocasına anlatacak olanı biteni. Hem de bunu not, teşekkür, takdir beklemeden yapacak… Kendisini es geçen hayata hayıflanmayı bırakıp, ben yapamadım çocuğum yapsın, onun olsun diyecek ve bu düşünce onu ayakta tutan en güçlü duygu olacak. Onunla beraber mezun olacak, onunla aferin alacak, kurdele takacak… Düştüğünde dizi, onunkinden çok acıyacak. Birlikte coşacak, sevinecek, üzülecek… En iyi iki arkadaş olup kıskanacaklar birbirlerini hatta!
Seminer arası okulda biraz dolanmak istedim. İlkokul sınıflarının kokusunu bilirim. Berraktır, saftır, çeker, cezbeder… Öğle arası sınıflar boştu. Bir tanesine girdiğimde 19 Mayıs bayram süslemeleri gördüm. Rengârenkti her yer… Bakımlı ve güzel bir havası vardı sınıfın. İçimdeki çocukla beraber bir sıraya sığmaya çalıştım. Bir ortamını bulup yaramazlık yapabilir, sonucunda azar işitmeye bile razı olabilirdim. Yeter ki o an birisi çıksın, merhaba desin, sınıfa yeni mi geldin desin!
Tam da o an, öğle arasını okulda geçirdiğini tahmin ettiğim bir çocuk içeri girdi ve benim sınıftaki durumumu anlamaya çalışan gözlerle baktı. O daha söze başlamadan ayağa kalkıp bir görevli edasıyla, ciddi bir ağızla konuşmaya başladım: " Merhaba. Ben Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullardaki temizliği, düzeni ve intizamı denetlemeye geldim." Çocuk şaşkınlık içerisinde beni dinlerken yine konuşmasına fırsat vermeden devam ettim: "Bu sınıf öğrencisisin sanırım. Notumu verdim ve şimdi gidiyorum…"
Söylediklerimin, çocuğun üzerindeki etkisini arkamda bırakıp çıktım sınıftan. Birkaç adım atmıştım ki bir ses yetişti peşimden: Öğretmenim…
Karşımda bana inanmış bir çocuk duruyordu. Telaşlı ve endişeliydi. Çocuğun yüzündeki hâl, rolüme devam etmemi gerektiriyordu. Ok yaydan çıkmıştı ve geri dönemezdim. Koskoca bir Milli Eğitim görevlisine bu yakışmazdı. 
"Hayır, evlâdım ben müfettişim, öğretmen değil!"
Çocuk kızararak sözlerine devam etti: "Müfettiş öğretmenim, sınıfımız aslında daha düzgün ve düzenli… Siz öğle arası, biraz ters bir zamanda geldiniz. Keşke bir saat önce ya da sonra gelseydiniz!"
Cevap vermedim. Üslubumu koruyarak, arkamı dönüp uzaklaştım. Bir büyük olarak, arkamızda bırakacağımız en güzel etki bu değil midir? Kontrol edilmek,  peşinde olmak, seni umursayan birileri var demektir. Vatanı oluşturan büyük yapboz' un değerli bir parçasısın, önemlisin demektir. Gücümüzde sen varsın, şeklimiz seninle güzel, adımlarımız seninle güçlü demektir… 
Seminer sonu, okul bitimine denk gelmiş, çocuklarla beraber çıkmıştık. Onu gördüm tesadüfen. Okul dış kapısında bekleyen annesinin elini tuttu. O gün sanki başka hiçbir şey olmamış gibi heyecanla müfettişi anlatmaya başladı. Annesi tebessümle dinledi. Çocuğun elini daha bir sıkıca tutarak ve anlattığı her şeyi destekleyip beğendiği gibi bunu da beğenerek devam etti:
"Aferin yavrum"